Yaş mıymış kuru muymuş Yılmaz?

Adı “Yılmaz Özdil” olan İzmirli arkadaşı ilk kez muhatap alacağım... Dilerim son olur... Hakkında yazmak vakit kaybıdır. İsraftır. Günahtır. Eskiden “fıkra muharrirleri” vardı. Az lafla çok şey anlatan bu adamlar, çoğunlukla dolu adamlardı. Dünyayı izlerlerdi. Ülkelerini tanırlardı. Edebiyat, felsefe, tarih bilirlerdi. Şinasi Nahit Berker böyle bir adamdı mesela. Bedii Faik, seveni az olsa da, böyle bir adamdı. Bu tür yazarlığın son temsilcisi Rauf Tamer’dir. Rauf abinin, Allah selamet versin, bir çırağı, bir mirasçısı, bir şeriki olmadı. Politik laf yuvarlamalarının arasına ustaca serpiştirdiği “eski İstanbul görüntülerleriyle” yıllarca aklımızı başımızdan aldı... Onu okuduğunuzda, kulağınıza bir yerlerden tramvay çanı çalınır... Canınız yanar... Seyyar satıcı bağırtılarını, yoğurtçu çıngıraklarını, vapur böğürtülerini duyarsınız, üzülürsünüz... Bizim tanımadığımız, yetişemediğimiz İstanbul’dur bu... İzmirli arkadaşı “Rauf Tamer’in veliahtı” ilan etmişler. Rauf Tamer kadar etkili, Bedii Faik kadar zekiymiş. Humour duygusu yerli yerindeymiş. İnceden geçiriyormuş. Ben de “etkili” olduğunu düşünüyorum. Zeki de... Zekasını kimden aldı bilmiyorum ama, etkisini, biraz da “enter” tuşuna borçlu. Bilgisayardan “enter” tuşunu kaldırsınlar, Yılmaz Özdil sudan çıkmış balığa dönecektir; tatsız tuzsuz, takır tukur, ne dediği anlaşılmayan yazılar yazacaktır. Muhtemelen, boşluğunu doldurduğu adamın akıbetine uğrayacak, kapının önüne konulacaktır. Enter tuşu Yılmaz’a “az sözcükle çok şey anlatma imkânı” sunuyor. Gelgelelim, dedikleri anlaşılmıyor. Daha doğrusu, bir şey söylemiyor. Esasında bu çocuk neyi savunu yor? Sağa sola “dangozlar, bidon kafalılar, kıçına hortum bağlanasıcalar, ulan nankörler, şerefsizler” diye şarlarken, bizi hangi ülke gerçekliğine uyandırıyor, hangi düşmana karşı tetik ve müteyakkız olmaya çağırıyor? Zekâ nedir? Bu zekâ humourla harmanlandığında nasıl bir şey oluyor? Münasebetsizliğin dibini bulup Victor Hugo’ya “Victor” demek, müseccel faşist Mahmut Esat Bozkurt’u “hukukçuların en mühimi” ilan etmek, “Ben bunları kıçımdan uydurdum, Victor böyle bir şey söylemedi” demek zekâ belirtisi midir, humour mudur? Humour buysa, müstekreh nedir? Diyorum ya, enter tuşuna basarak sözcükleri alt alta diziyor, koca bir sütunu dolduruyor ama dişe dokunur bir şey söylemiyor. Vaktiyle Cem Uzan’ın himayesinde küfrettiği Aydın Doğan’ın işletmelerinden de eşek yüküyle para kaldırıyor. Dün Şamil Tayyar üşenmemiş, arkadaşın zekâ ürünü bir yazısını arşivden çıkarıp yayınlamış. Bu kez Dursun Çiçek mamulü “ıslak imzalı belge”ye sardırıyor zeki yazar Yılmaz Özdil. Tabii yine esprili, yine “zekâ küpü” halleri içinde... Diyor ki, “Bu sinsi tuzağı ne Genelkurmay bozabilir, ne MİT, ne de herhangi bir siyasi iktidar. Siz bozabilirsiniz. İnanmayın kardeşim. ‘Kim bu dangoz?’ diye sorun... ‘Belge’ dedikleri kağıt parçası çıktı. Bunları da kağıt mendil gibi buruşturun. Atın hayatınızdan. Netice itibariyle... Ne demiş Albert Camus? Ajan basın, bunu da yazın!” Ne kadar zekice, görüyorsunuz değil mi? Keşke “Albert” deseymiş, “kıçından uydurduğunu” filan ekleseymiş, humour daha da güçlenirmiş... Şimdi ben de kalkıp, “yaş mıymış kuru muymuş Yılmaz?” desem, onun kadar etkili ve zeki bir yazar olur muyum? Bakarsınız Rauf Tamer’in tahtına aday gösterirler... Belli mi olur!
04 Mart 2010 08:29
DİĞER HABERLER