Askeri mahkeme fırını neler yapabiliyormuş?

  • Abdullah Aymaz
  • Abdullah Aymaz
    18 Haz 2024 00:39

             Askeri Savcı Nurettin Soyer  “En son Fethullah Hoca ile  Mustafa Birlik’i de tahliye ettiniz de iyi halt ettiniz!..”  şeklinde ağır bir söz sarf edince Mahkeme Başkanı Kaya Alpkartal, kendini tutamayıp savcıya bir tokat atıyor. Mahkemelik oluyorlar. 20 bin lira tazminata mahkum oluyor. Böylece Mahkeme Heyeti  değişiyor. Hâfızoğlu soy isimli bir savcı  geliyor. İddianamesinde diyor ki:  “Bu ülkeyi milliyetçilik ve Kur’an kurtarır ama bu sanıklar şeriat istiyor.”  Şeriat ne Kur’an ne?  Sanki devleti yıkıp  yerine şeriat getire getireceğiz, diyen var…  Seneler sonra İzmir İnönü Lisesinde  öğretmen iken soy isimleri Hafızoğlu olan iki öğrencim vardı. Onlara  “Sizin babanız askeri savcı mı?”  diye sormuştum. “Evet ama öğretmenim siz babamızı nereden tanıyorsunuz?”  demişlerdi. İşte kaderin böyle garip tevafukları da oluyor!..

             Neyse 163. Maddeden bana ve diğer arkadaşlarımıza birer sene,  Hocaefendi ve Bekir Berk’e üçer sene ceza verdiler. Yargıtay, Hocaefendinin  üç senesini bir seneye indirdi. Af çıktı, bitti. Ama,  Bekir Berk, bizim hapse girmemizden bir gün sonra 2 Nisan’da, Buca Cezaevini bizim vekaletimizi almak üzere gelmişti. Tam bizimle görüşürken İstanbul’dan Zübeyir Gündüzalp Ağabeyimizin  vefat  haberini aldı ve hemen İstanbul’a döndü. Yani biz hem ikinci 31 Mart yaşamış ve “Nisan 1” şakası gibi, 1  Nisan 1971’de hapishaneye girmiştik. Ben zaten senelerce dışarıdan Teravih namazı kıldırmak ve Cuma günleri vaaz etmek için hapishaneye gelip gidiyordum. Gardiyanlar. “Hapishanenin suyunu içen mutlaka bir daha gelir. İşte sen de geldin” diye bana laf atıyorlardı.

             Mahkeme, Üstad’ın eşyalarının yakılmasına karar veriyor

             Bekir Ağabey, Zübeyir Ağabeyin cenazesinden sonra Balıkesir’e oğlunun yanına gidiyor. Savcı Nurettin Soyer bizi  güçlü bir avukattan mahrum etmek için Bekir Ağabeye baskın düzenletip İzmir’e askeri  hapishaneye getiriyor. İstanbul’daki avukatlık ofisine baskın düzenletip ne varsa toplatıp İzmir’e getirtiyor. Oradan da  ayrıca Üstad Bediüzzaman Hazretlerine ait yedi torba eşya mahkeme emanetine getiriliyor. Neticede mahkeme bitince, bunlar hepsinin askeri mahkeme fırının da  yakılmasına karar veriliyor.

    Isparta’daki müzede sergilenenler, o eşyalar

             Mustafa Birlik Ağabey bunu duyunca Mahkeme görevlileri ile görüşüyor:  “Bunları yakmakla elinize ne geçecek ve neyi halletmiş olacaksınız?  Bunu yapmayın” diyor. Yakmak için görevlendirilenleri gönüllendiriyor. Anlaşıyorlar. Oğlu ve baldızının oğlu merhum Mehmet, o eşyaların karşılığını İzmir Bit  Pazarından yedi torba benzer şeyler alıp, yakmaya giden askeri cemsenin peşine düşüyorlar. Sazlığın gizlediği yolun bir yerinde değiş-tokuş yapıyorlar. Bit Pazarının malları yakılmış ve diğerleri kurtulmuş oluyor.  Mustafa  Birlik Ağabey Üstad Hazretlerinin varislerini  evine davet ediyor. Sonra yedi torbayı birer birer açıp onlara gösteriyorlar. Onları görünce hepsi de ağlıyor. Tahirî Mutlu Ağabey, Mustafa Birlik  Ağabeye “İçlerinden 3  tanesini seç al!..” diyor. Gerisini alıp götürüp Isparta’daki  Müze’ye  koyuyorlar.  Sergilenenler bu değerleri hatıraları, ziyaretçiler  seyrediyorlar. Koca Sultanın kaç yamalı o elbiselerini gören gözler, o sadelik, o safiyet karşısında  hayranlık ve hayretler içinde kalıyorlar.

           Cenb-ı Hak hepsine rahmet eylesin ve onları bizlere şefaatçi kılsın. Âmin.


             Ama dikkat edilirse, cihan çapında muhteşem işler yapmış, harika kitaplar yazmış muhterem bir zatın izlerini silmek için devletin gücünü ve imkânlarını kullanarak icraat yapanlar, bu milletin özünü ve kökünü temsil eden her şeyi kökten kazımak ve tenkil yapmak istiyorlar. 1970’lerde  olanlar ne ise,  şimdi şu süreçte yaptıkları ve yapmak istedikleri de odur. Ama  KIYAMETE  AYARLI  bir hizmeti yok etmek asla ellerinden gelmeyecektir inşaallah
    18 Haz 2024 00:39