Benim karıncaya ulu bir nazarım vardır

  • Abdullah Aymaz
  • Abdullah Aymaz
    16 May 2023 12:30
    Meşhur Yunus Emre’mizin  “Benim karıncaya ulu bir nazarım vardır”  diye bir ifadesi var. Hatta şöyle bir sözü de mevcuttur: “Bir sineğin kanadın (ı) kırk kağnıya yükledim kırkı da çekemedi şöyle kaldı yazılı.”


    Yani sinek öyle hârika yaratılmış ki, onun sadece kanadının hikmetleri ve sırları için kırk kağnılık kitap yazılsa, kitaplardaki derin ve ağır mânalardan dolayı kırk kağnı öyle alıp götüremez de hepsi de yere serilerek, sofra bezi gibi yerlere yazılıp kalırlar.


    Yanı bu nazar ve bakış çok önemlidir. Zâhire bakınca bir karıncayı ayak altında dolaşan küçük bir şey gibi görürsünüz ama o hiç de öyle değildir. Zaten öneminden dolayı Kur’an’daki yüz on dört sureden birisinin ismi Neml yani karıncadır. O sözleriyle bir medeniyet temsilcisi olan Süleyman Aleyhisselamın dikkatini çekmiş ve tebessümünü celbetmiştir. 


    Mesnevi-i Nuriye’nin “Tevhid Deryası’ndan Katre Risalesi’nde, ‘Nazar ve Niyet’ konusunda şöyle deniliyor:  “Nazar ve niyet ise eşyanın mâhiyetini değiştirir ve günahları sevaba dönüştürür. Tıpkı toprağı altına çeviren bir iksir gibi… Niyet de sıradan hareketleri ibadete çevirir. Nazar, kainata dair bilgileri İlahî maârif (marifetullah ve irfan) hâline getirir. Bu bilgilere eğer sebepler ve vasıtalar hesabına nazar edilip bakılırsa, cehalet olur. Evet, eğer Allah  (c.c.)  hesabına nazar edilip bakıldığı takdirde İlahî Maârif halini alır.”


    Katre Risalesi’nin hâtimesinin sonunda deniliyor ki: “İman ve tevhid nazarı, bütün canlıları, mülkünde dilediği gibi tasarruf eden bir Sultan’a ait bir gemide ücretle çalışan bir kaptan gibi kendi vücudunda tasarrufta bulunurken görür. Bu nazar, karıncayı ve arıyı zâlim sebeplerin hücumlarıyla yere serilmiş küçük ve fakir varlıklar olarak görmez. Bilakis bu nazar, karıncayı (Allah’ın izni ve ilhamı ile Firavunun sarayını yıkacak güçte ve azamette bildiği için) ve arıyı  dizginleri bir Kadir’in kudret elinde bulunan kara vasıtalarını ve hava tayyarelerini kullanır halde görür. Bu vasıtaları binenlerin gözünde, üzerlerine hücum eden sebepler küçüldükçe küçülür ve karınca da, arı da Hakikî Malikleri Cenab-ı Hakk’a dayanarak en büyük sebepleri bile alt edecek duruma gelir.”


    * * *

    Üstad Hazretleri meselelere bakış konusunda iki misal verir: Bunlar birisi büyük pınar, diğeri de ağaç kök ve uçları temsilidir. Birincisi: Mesela bütün çevresindeki köy ve kasabalarda suyu dağılan büyük bir pınar var. Bunun suyunun temizliği noktasında iki kişi münakaşa ediyor. Bunlardan birisi diyor ki, “Tepebaşında pınarın kaynağına gidelim. Ana kaynağın temiz ve berrak olacağını göreceğiz. Artık köylere şehirlere, evlere dağılan buna ait su kanallarına birer birer araştırmamıza gerek kalmayacak.” diyor. Öbürü  “Yok öyle olmaz… En uca varıncaya kadar suyun geçtiği her bir kanala, her bir boruya teker teker bakmamız araştırmamız gerekir diyor.”


    Şimdi birinci bakışın isabetli olduğu belli… İkinci bakışta yanılma ihtimali büyük. Çünkü o en uç noktaya ulaşıncaya kadar giden kanal ve su borularına sonradan bir şeylerin karışma ve bulaşma ihtimali olabilir. Ama bu suyun asıl kaynağındaki baş pınarın temizliğine ve duruluğuna esas itibariyle zarar vermez. İşte Kur’an tertemiz ve dupduru bir kaynak olarak ortada… Ama zamanla müctehitlerin veya bazılarının ictihad ve anlayışlarında hata ve kusur olabilir. Kur’an onlardan beridir. Gerçek iman sahipleri meseleye bu nazarla bakarlar, ama kötü niyetliler sonradan ortaya çıkan ve insanların yanlış anlayışlarından meydana gelen hata ve kusurlara takılıp kalır ve doğru yoldan sapar, başkaları da sapıtırlar. 


    Ağaç temsiline gelince bu hususta Bediüzzaman Hazretleri şöyle der: “Aziz kardeşim bil ki: Dallı budaklı ve meyveli bir ağacın canlılığını, yemişini, kuvvetini anlamak için ona iki şekilde bakılır. Birincisi:  Kök tarafından bakmaktır!  Bu nazar, kolay, basit, doğru ve sağlam bir bakıştır. İkincisi, meyvelerin ve dalların tarafından nazar etmektir. Bu bakış, sonu dalâlete varan sakat bir anlayıştır. Bunun gibi, İslamiyet de, kökleri semada, dalları kesret âfâkında yayılmış bir ağaçtır ki, onu tanımak için iki nazar ve onun dairesine girmek için iki yol vardır.


    Birinci Nazar: Aslının bulunduğu taraftan bakıştır. Köklere kadar uzanmayı başaran bir bakış, orada büyük bir havuz görür ki, sâfi kaynağı tamamen vahiydir. O vahiy mesajından âfâkî (dış âlemden) ve enfüsî (iç âlemimizden bahseden) âyetler sağıldıkça havuz da büyür. Meyvelerin can suyu ve gıdası vahiy ve içtihatlardan mezcolmuş havuzdan gelmektedir. Bu durumda meyvelerden bir tanesinin bile canlılığı, bütün ağacın canlılığına delalet eder. Onun için, bir meyvenin canlılığını ispat pek kolaydır; sadece onun ağaçla irtibatlı olduğunu görmekle pek çabuk bu netice varılabilir.”  (Katre) 


    Şimdi her ağacın meyvelerinden  bir kaç tanesinin kuru ve cansız görüntü vermesi ağacın kendisinden şüphe duymayı gerektirmez. Ama ikinci bakış olan dalâlet saplantısı ise hep o birkaç kurumuş meyveye takılıp kalır. Neticede sapasağlam ağacın cansız kupkuru bir ağaç olduğuna dair yanlış, sapık ve sapkın bir karara varır dayanır. 

    16 May 2023 12:30