Bilimin ve maneviyatın örnek şahsiyeti: Lübnâ İ’câz Râziye

  • Abdullah Aymaz
  • Abdullah Aymaz
    18 Eki 2022 09:28

    Virjinya gezisinde 1995’te bir sohbette karşılaşmıştım. Fizikçi ve eğitimci bir akademisyen olan Lübnâ İ’câz Râzıye Hanımefendi hatıralarını anlatıyordu: “Çocukların eğitiminde öğretmenlerin de eğitilmesi gerekiyor. Onlara önce öğrencilere yaklaşma metodu öğretilmeli… Virjinya’da okulda ağzından salya akan bir öğrenci vardı. Ben ilgilendim. Kendisiyle ilgilenilsin diye sümüğünü de akıtıyordu. Evlerine gittim. Dokuz kardeşler. Bu da en küçükleri… Pedegojik bir mesele…” 


    “Sınıfına gittim… ‘Ne çeşit cikolata sever, yazsın…. Kim yanına gelip otursun? Onu da yazsın’ dedim . Dediklerini yaptım. Bir hafta sonra sümük, balgam vs. kalmadı. Şimdi 12. Sınıfta…  Annesine dedim ki: ‘Yetiştirmek istiyorsanız, devamlı ilgilenmeniz lazım. Bana göre bu ilgi 24 saat olmalı. Bu benim modelim. Bu modele, ‘Yapışkan Teyp’  diyorum. Kitap yok ama yazabilirim. Öğretmenlere seminerler verdim. Hatta gece yarısı bir şey sormak için arasalar cevap veririm. Üç defa sorsalar bile bıkmam. Mühim olan icraat. Kitap gelse bile eğer Peygamber açıklayıp yaşamazsa yeter mi? Bu modeli kendi çocuklarımı yetiştirirken öğrenip geliştirdim. Hepsi de MİT’te master yaptı.


    “Biz Babürlerdeniz. Biz altı kız kardeş idik. Babam bize Peygamberimizi rüyada görmek için okumamız gereken âyetleri söylerdi. Kendisi okuyunca görüyormuş. Bir akşam dua olarak söylenenleri  okudum. Uyumuşum rüyada büyük bir gemi gördüm. Doğmamış torunumu gördüm, yaşlı ablamı gördüm, kızımı gördüm. Cennet gibi bir yer… Ama Efendimizi  (S.A.S.) göremediğim için ağladım. ‘Ben burada olduğum halde O’nun nur yüzünü göremedim’ diyordum. Sonra iki metre boyunda bir zenci geldi: ‘Lübna Râzıye kim?’ diye sordu. Kalktım. Elimi tutmak istedi. ‘Haramsın’ dedim. Beni Peygamberimizin (S.A.S.)  yanına götürdü. Milyonlarca insan vardı. İhram giymiş şekilde yatıyordu. Sakalı ve gözleri yıldız gibi parlıyordu. Yanına gidip oturdum. Başladım ağlamaya ‘Niçin ağlıyorsun?’  dedi. ‘Sizi göreyim diye’ dedim. Bana üç şeyi söyledi: Cenab-ı Hakkı çok zikret. Salatü selamı çok oku. O sureleri okuyarak Allah’a dua et.’ dedi. İhramdan elini çıkardı, elini öptüm  başımı okşadı ve ‘Allah seni muhafaza buyursun.” dedi. 


    “Benim bir çok patentlerim var… Beş defa hacca gittim. Bir buluş üzerinde çalışırken, belli bir noktaya geldikten sonra hacca veya umreye gidiyorum. Bazen son nokta o mübarek yerde içime doğuyor. Dönüşte evime gitmeden doğruca laboratuvara gidip noktayı koyuyor, sonra haneme gidiyorum. En son olarak güneş enerjisi ile ilgili bir patent aldım.” dedi. Bu hanımefendinin daha sonra ülkesine döndüğünü ve kansere yakalandığını duydum ama sonra ne oldu bilmiyorum. Bu hatırayı nakletmemin sebebi, buluş, keşif ve  projeler üzerinde çalışanlara bir misal olması için… 


    M. Fethullah  Gülen Hocaefendi: “Niçin Itrî ve Şeyh Galiplerin ortaya koydukları salavat ve ilahilerin besteleri hiç tazeliğini ve güzelliğini kaybetmiyor ve değerli klasikler olarak kalıyor?  Çünkü onlar o muhteşem eserlerini zikir ve riyazatlar içinde ortaya koyarken sanki cennetin kapılarının gıcırtılarını hissediyor ve notalara döküyorlar.  Proje yarışmalarına, olimpiyatlara katılacak olan öğrencilere ve gençlere bu hususta mânevî bir hazırlık yapmaları, evrad ve ezkar ile riyazat yapmaları tavsiye edilse” demişti.


    Tabiî bunların da ehillerinin kontrolları altında olması gerekir. İnsan ruhundaki bu potansiyeller ortaya çıkıp maneviyata  gözleri açılınca, maalesef o kapıdan ulvî- süflî her varlık girip çıkmaya başlar. Şeytanları ruhânî tayyibattan ayırmak kolay değildir. O  habîsatın tesiri altına girmekten koruyabilmek için işin ehli olan ve onları birbirinden tefrik edenlere ve onların kontrollerine ihtiyaç vardır.  Yoksa bunlarla meşgul olan bazılarının ne durumlara düştüklerine de şahit olduk. Bir tanıdığı, işte NASA’dan sana haber getiriyoruz diye kandıran habisler çıktı. Sonra bunların aslında onu böyle şeylerle meşgul edip ‘Sen farklısın…  Sen kimsenin bilmediklerine muttalisin. –Sen kendi cemaatini kur…  Senden âlâsı mı var?’ diye vesveseler vererek cemaati bölmek ve fitne çıkarmak için üzerine vardıkları ortaya çıktı. Yani bizzat kendilerine itiraf ettirildi. O arkadaş da gerçeği fark edip onların tuzaklarından kurtarıldı. Bu hususların infiradilikle hareket etmek isteyenlere bir ders olması lâzımdır. Tamamen, meşveret ve istişare usulü ile tehlikelerin üstesinden gelmek icap ediyor. 

    18 Eki 2022 09:28