Arabî Hutbe-i Şâmiyenin Mukaddimesinde bahdettiği “Dehşetli Hâl” ile ilgili fenden gelen dalâletler ve inadî küfürden gelen temerrüde karşı, Üstad Bediüzzaman Hazretleri diyor ki: “İşte Cenab-ı Hakka hadsiz şükürler olsun ki, bu zamanın tam yarasına bir tiryak, bir ilaç olarak, Kur’an-ı Muciz’ül-Beyân’ın mânevî bir mucizesi ve parıltıları bulunan Risale-i Nur, pek çok muvâzene ve mukayeselerle en dehşetli inatçı inkârcıları, Kur’an’ın elmas kılıcı (tatmin edici delil ve isbatlar) ile kırıyor. Ve kâinatın zerreleri adedince Allah’ın varlığına ve birliğine ve iman hakikatlerine dair, hüccet ve delilleri gösteriyor ki, yirmi beş seneden beri (artık şimdilerde yüz seneye yaklaştı) en şiddetli hücumlara karşı mağlup olmayıp galebe etti ve ediyor.”
Bu hususa dair bazı hâtıraları misâl olarak anlatmak istiyorum:
Bir profesör arkadaşım şunları anlatıyor: “Biz lisede okurken İzmir Karşıyaka’sa sadece Cuma namazlarını kılan gençlerdik. Ege Üniversitesinin Biyoloji bölümünü kazanıp derslere başlayınca, sol faaliyetleri yürüten inkârcı öğrenciler benimle meşgul olmaya başladılar. Hiçbir hazırlığım olmadığı için onlara cevap veremiyordum. Ama gittikçe direncim kırılıyordu. En son Sökeli bir öğrenci anfide sözleriyle benim inancımı bitirdi… Ben de bitmiştim. Meğer bir Cuma namazlık bir iman bile ne kadar önemli imiş. Dünyam yıkıldı gözlerim karardı, derin bir boşluğa düştüm. Her şey boş diye intiharı düşünmeye başladım. Sökeli kalkıp gitti. Arka sırada bizi dinleyen Hizmetin evlerinde kalan ve Matematik bölümünde okuyan bir öğrenci varmış. Hemen yanıma geldi ve “Arkadaşım, hiç çekinme ve korkma, onun iddialarının hepsini çürütecek deliller ve hakikatler var.” diyerek cebinden küçük bir kitap çıkardı; Risale-i Nurlardan 23. Lem’a olan Tabiat Risalesi imiş. Başladı okumaya… Zaten eczane misalini okuyup izah edince imanım daha güçlü bir şekilde yerine geldi… O arkadaş sağ olsun o kitabı okuyup izah etti…
Ben de cemaatle tanışmış oldum…
Üniversiteyi bitirip aynı Fakültede asistan oldum. Çok bilgili ama evrimi savunan bir profesörümüz var… Ara sıra sohbet ediyoruz. Bir arkadaşımız ona, Fethullah Gülen Hocaefendinin Evrim teorisini üzerindeki konferansını vermiş. Bantı evinde değil de Pazar günleri kimseler yokken Fakültedeki odasına gelip orada dinliyormuş. Sonra bana Hocaefendi hakkında sormaya, Cuma vaaz ve hutbelerinde neler konuştuğunu sormaya başladı ve düşünceleri zamanla tamamen değişmeye yüz tuttu. Bir seferinde bana boynunda bir torbanın içinde Kur’an asılı bir çocuk fotoğrafı gösterdi. ‘İşte bu çocuk benim. Ben hâfızım Kur’an Kursuna giderken ki bir resmim. Ama İzmir’de Kızılçullu’daki okulda okurken her şeyimi, bütün inançlarımı kaybetmiştim.’ dedi.”
1980 12 Eylül darbesinden sonra Hocaefendi okumamız için âyetlerden bir dua mecmuası hazırlamıştı. İsmi “Duâ’ü’n-Nasrı ve’l-Ğalebe” idi. Onları okurken Şuarâ Suresinin son âyetleri dikkatimi çekti: “Şâirler var ya, bunların peşine de sapkınlar ile çapkınlar düşer! Görmez misin onlar her vâdide sözlerin, hayallerin peşinde dolaşır ve yapmayacakları şeyleri söylerler. Ancak iman edip sâlih, güzel ve makbul ameller işleyenler, Allah’ı çok zikredip ananlar ve zulme mâruz kaldıktan sonra haklarını savunup nusret ve zafer kazananlar müstesnâ… Zâlimler de yakında nasıl bir inkılab ile devrileceklerini bilip öğrenirler.” (26/224-227)
Ayetin son cümlesinin cifri değeri 1985 tarihini gösteriyordu. Bunu Hocaefendiye söyledim. “Böyle şeyler Üstad Hazretlerinin kalbine ya namazda veya namaz tesbihatında geliyordu.” dedi. Ben “Yok… Efendim… Öyle bir durum yok mealine baktım ve hesabını yaptım, öyle çıktı.” deyince, “Gaybı ancak Allah bilir, dersin. Bir de hemen o tarihte büyük bir şey beklememek lâzım. O bir çekirdektir… Mesela en mühim gün Efendimizin (S.A.S.) doğduğu gündür. Peki o gün hemen dünya değişti, İslamiyet cihana mı yayıldı?!. Hayır ama mühim günlerin bir başlangıcı ve çekirdeğidir” dedi.
O günlerde Türkiye Öğretmenler Vakfının (TÖV) mensupları ayda bir toplanırdık. Bir gün rüyamda görüyorum ki, işte öyle bir toplantıdayız. Hocaefendi bize “Evrim teorisini halletmemiz lâzım.” diyor. Birden orada konuşan Özal oldu. Yani Hocaefendi Özal’a dönüştü… Tam Turgut Beyin iktidara gelip Başbakan olduğu günlerdi.
Sonra ben İzmir’den Konya’ya gittim. 1985 yaz tatilinde beni Ankara’dan aradılar okul kitapları yeniden yazılıyormuş… Üniversitelerden bazı öğretim üyeleriyle, liselerden kitap yazmış öğretmenler davet edilmişti. Ben de onların arasındaydım. Bana, Din ve Ahlâk Bilgisi ders kitaplarının lise son kitabını verdiler. Ama sonra Evren Paşa’nın Hasan Sağlam Paşası bizimkileri kabul etmedi…
Milli Eğitim Bakanı Vehbi Dinçerler çok hayırlı bir iş yapmış, bilhassa kesin bir kanun ve sanki dini bir hüküm gibi inkarcıların savunduğu evrim anlayışının sadece bir teoriden ibaret olduğu, yaradılış inancına uygun delillerin de bulunduğu biyoloji kitaplarında işlenmişti…
Aslında komünist anlayışa sahip olanlar evrimi, ideolojilerine bir dayanak olarak kullanıyorlardı. Yani “Nasıl biyolojide böyle bir şey varsa, sosyal hayatta da bir evrim vardır. İlkel toplum, köleci toplum vs… sosyalist toplum en mükemmel ve ideali de komünist toplumdur” diye gençlerin kafasına yerleştirip öylece onların delikanlılıklarından istifade etmek istiyorlardı. Her on senede bir ihtilal ve darbe ile askeri vesâyetlerini sürdürmek isteyen derinler de işte bu sağ-sol çatışmalarından istifade ile hatta körükleyerek sivil idarelere müdahale etmek imkânını buluyorlardı…
Yirmi Üçüncü Lem’a olan Tabiat Risalesi en başta olarak, Risale-i Nur Külliyatı ve Pırlanta Serisi bu derin yaraya en şifalı birer deva oluyorlardı ve elhamdülillah olmakta devam ediyorlar…