İçinde bulunduğumuz bir sürecin benzerini 12 Mart 1971 Sıkıyönetimi sırasında da yaşamıştık. Darbeye zemin hazırlamak iktidarları yıkmak için birileri ülkemizin idealist gençlerini ikiye ayırıp birbirine kırdırıyorlardı. Sulh-i Umumînin temsilcileri olan Hizmet-i İmaniye ve Kur’aniye mensupları ise, barışçı hizmetlerine devam ediyorlardı. Fakat Anadolunun özüne-köküne bağlı bu adanmış ruhları bir türlü sevemeyen bazıları, herşeyi bırakıp onları “algı operasyonları” ile kötüleye kötüleye zihinlerde korkunç varlıklar haline getirdiler. Eskişehir Sıkıyönetim Komutanı birgün cezaevini geziyordu. Üstad Hazretlerinin talebelerinden Hüsrev Altıntaş ve arkadaşlarının bulunduğu koğuşlara gelmişlerdi. Komutanın kızı yanındaydı; “İşte bunlar da Nurcular!” deyince, kızcağız babasına tepkisi şu oldu: “Baba! Bunlar insanmış!..” Şimdi bu kızcağızın bu sözü niye söylediğini bir düşünelim. Söylenenler, uydurulanların, algı operasyonlarının tesiriyle şuuraltına işlenenlerle gördükleri arasında büyük bir tezat var. Aynı günlerde Ankara’da Üniversiteli Risale-i Nur talebelerinin evlerine de darbeciler baskın yaptırıyorlar. Bütün Risaleleri de toplamış getirmişler. Masanın üzerindeki kitapların üstünde de “Sözler” kitabı var. Bir yüzbaşı bunların yanına geliyor.” Bir de üniversiteli olacaksınız. Aklı başında gençlersiniz. Elde Kur’an gibi bir kitap varken niye böyle şeylerin peşine düşüyorsunuz?” diyor ve “Sözler”i eline alıp açıyor ve okumaya başlıyor: “Elde Kur’an gibi bir mucize-i bâkî varken…” diyor. Gerisini okuyamıyor. Kitabı kapatıp yerine bırakıyor ve hemen oradan uzaklaşıyor. Belli ki, inançlı bir Anadolu evladı ama algı operasyonlarının tesirinde…
Biz birkaç arkadaş 31 Mart 1971 gecesi İzmir-Karşıyaka’da arkadaşlarımızın kaldığı bir evde toplanıp Risale-i Nurlar üzerine müzakere ve sohbette bulunuyoruz. Şikayet olmuş… Baskın oldu… Bizi karakola götürdüler, sabahleyin de mahkemeye sevk edecekler… Halk merakla yığılmış… Bir tanesi kalabalığın arasından bize doğru insanları yararak gelmeye çalışıyor ve bir yandan da “Ne olur mani olmayın ben hiç Nurcu görmedim; nasıl şeyler bir göreyim!” diyor.
Güler misiniz, ağlar mısınız? Şu andaki zulüm ve gadirler ise, hepsine rahmet okuttu!
Bunları, “Sözler”den Yirmi Beşinci Söz’ü mütalaa ederken seneler sonra hatırladım…
“Mûcizat-ı Kur’aniye” ismindeki bu Söz’ün başında Üstad Bediüzzaman Hazretleri şu dörtliği yazmış:
“Elde Kur’an gibi bir mucize-i bâkî varken
Başka bürhan aramak aklıma zâid görünür…
Elde Kur’an gibi bir bürhan-ı hakikat varken,
Münkirleri ilzam için gönlüme sıklet mı gelir?”
Üstad Bediüzzaman Hazretleri zihin, hâfıza, anlayış, kavrayış, feraset ve fetânet açısından bir nâdire-i fıtrat… Hakâikten doksan kitabı ezberlemiş. Ezberlemekle kalmamış, ezberlerini her gün üçer saat hâfızasından tekrarlamış. Öyle kuru bir tekrar değil; ilimlerden yeni orijinal görüş ve düşünceler üretecek şekilde… Kendi ifadesiyle bu kesbî çalışmalar, basamak basamak Kur’an’ı anlamaya vesile olmuş; her bir âyetin kainatı ihata ettiğini görmüş. Cenab-ı Hak bu kesbî çalışmalara vehbî ilimlerle lütuflarda bulunmuş… Mektubat’taki ifadesiyle, Kur’an’da iki yüz çeşit mucizelik veçhi keşfetmiş. Ama Yirmi Beşinci Söz’de bunlardan sadece kırk veçhini anlatmış. Bu keşif ve buluşların patenti aslında sadece Üstad’a aittir… Evet sünuhat-ı Kur’aniye, ilhâmât-ı Kur’aniye, istihrâcât-ı Kur’aniye, istinbâtât-ı Kur’aniye ve tefeyyüzat-ı Kur’aniye olan Risale-i Nurlar Kur’an makuliyetinde İslâmî güzellikleri ortaya koymuştur. Amerikalı mühtedi Abdüllatif Beyin ifadesiyle, “Bediüzzaman, bir dalgıç gibi Kur’an deryasının derinliklerine dalmış, onun hazinelerinden pek çok cevâhiri çıkarıp bizlere sunmuş. Ne mutlu istifade edenlere…”
Şöyle bir vatan evladı, cihanı aydınlatacak eserler, ictimaî hastalıklarımıza çare ilaçlar arzediyor ama “Çağları delen…” bu güzelliklere karşı durmadan birileri de düşmanlık, şüphe ve tereddütler üretiyorlar… Ama netice itibariyle bu düşmanlığın kahramanları silinip gitti… Ama Üstad ve eserleri bütün dünyada parladıkça parladı. Üzerlerinde akademik çalışmalar yapılıyor… Doktorlar, Doçentler, Profesörler uzman olarak yetiştiriyor… Netice hakkın lehine…
Peki bu sürecin sonu ne olacak dersiniz? Görünen köy klavuz istemez… Evrensel bir merak uyandı: Bu adanmış ruhlar kim? Bu mağdur ve maznunların günahı ne? Bunlar hangi güzelliğin temsilcileri? Diye…
Sizler de sonu belli bir filmiş seyreder gibi seyrediyorsunuz? Sonunu getirmek İlahî Hikmete bağlı…
Sadece sabır gerekiyor…