Hasan Basri Çantay ve Gençler

  • Abdullah Aymaz
  • Abdullah Aymaz
    04 Eyl 2023 10:08

    Son devrin din adamlarından, öğretmen, gazeteci, milletvekili ve fikir adamı olan Hasan Basri Çantay, 1887 senesinde Balıkesir’de doğdu. 1964 yılında  Balıkesir’de vefat etti.


    Üstad Hazretleri Risale-i Nurlar’ın insana izân  (derin kalbi tasdik) ve iltizam (İslamı yaşama aşkı) da verdiğini söyler. Bu cümleden olarak Hasan Basri Çantay için, Risale-i Nur talebelerinden Ali Çakmak Bey, şunları söylüyor:

    “Hasan Basri Efendiyi vefatından az bir zaman evvel, bir bayram günü, Balıkesirli bir grup arkadaşla ziyaret etmiştik. Vardığımızda büyük bir odaya alındık. Ziyaretçiler bayağı kalabalıktı. Bizi Nur Talebeleri olarak takdim ettiklerinde, dedi ki; ‘Eğer İlk Meclis’te biz Bediüzzaman’ın cübbesinden tutmasaydık (engellemeseydik, onunla beraber davransaydık), bu işler başımıza gelmezdi.’


    “Sonra, Nur Talebelerini kastederek şöyle dedi: ‘İşte bu gençler vapurda beni de cemaatle namaz kılmaya mecbur ettiler. Bir gün İstanbul’dan vapurla Balıkesir’e geliyordum. Doğrusu, vapurda namaz kılmaya çekiniyordum. Baktım, bu gençler güvertede yer hazırlamışlar. Beni de davet ettiler. Ben de mecbur oldum, namazı cemaatle kıldık’ dedi.


    (Üç ciltlik tefsire sahip Hasan Basri Çantay, vapur yolculuklarında vaktinde namazlarını edâ etme cesaretini gösteremiyor, hep kazaya bırakıyordu. Halbuki Risale-i Nur Talebeleri iz’an ve iltizam hissi ve tahkîkî iman gücüyle, hiç kimsenin kınamasına ve alaya alma endişesine önem vermeden İslamiyet’i her şartta ve ortamda yaşama şevkiyle hareket ediyorlar… Bu durum bu âlim zâtın  dikkatini çekiyor!..) 


    Mustafa Barçın anlatıyor: “Geçmiş günlerde ben Balıkesir’de Hasan Basri Çantay’ı ziyaret etmiştim. Merhum Çantay, ‘İlk Meclis’te Bediüzzaman ne kadar haklıymış, biz hocalar Bediüzzaman’ı desteklemedik ve yalnız bıraktık. Biz hocalar, Bediüzzaman biraz fazla ileri gidiyor, diye kendisine mâni olmaya çalıştık. ‘İleri gidiyorsun’ diyerek ceketinin eteğini çektik. Bizler biraz da korkuyorduk. Bediüzzaman çok pervasızdı. Hiç kimseden çekinip korkmuyordu. Ama yıllar geçince Bediüzzaman’ın ne kadar haklı olduğunu gördük. Bizlere hakkını helâl etsin’ dedi.”


    Merhum Dr. Barçın, ağabeyi Mustafa Barçın’da duyduğu bu hatırayı Emirdağ’ında Üstad Bediüzzaman’a anlattığı zaman, Bediüzzaman, ‘Mâşâallah, mâşâallah hocalar benim otuz sene evvel söylediklerime yeni gelmişler. Madem öyledir, ben de onlara hakkımı helâl ettim’ diyor.


    (Aslında Birinci Meclis yüzde doksan âlim hocalarla papatya gibi sarıklarla, dolu iken, yüzde on organize hesaplı, planlı bir gruba mağlup oldular. Sonraki Meclislerde çoğu diskalifiye edildi. Çünkü çok sinsi bir şekilde kimileri birbirine düşürülmüş, kimisi şöhret ve makam vaatleriyle avlanmıştı. Sonraları Ali Şükrü Bey gibi kahramanlar Meclis içinde suikaste uğratılıp şehit edilince bir korku havası yayılmıştı. Günümüzde olduğu gibi ihâfe (korkutma) ve ızrar (zarar verme) suretiyle herkes artık sindirilmişti…


    Eski gazetecilerden merhum Sinan Omur Bey anlatıyor: “Hasan Basri Çantay anlatmıştı: ‘Mecliste Reisicumhur seçilirken Üstad da orada hazır bulunuyordu. Reisicumhuru kastederek:  ‘-Gideyim şuna bir şeyler söyleyeyim’  diyor. Bunun üzerine ‘Gider, bir şeyler söyler, bizi de tehlikeye atar’ diye mâni olmaya, onu durdurmaya çalıştık. Ama dinlemeyip gitti. Paşa’da ona, ‘Buyurun, bir emriniz mi var?’  diyor. O ise ‘Estağfirullah, emrim, filan yok. Sana söylüyorum: Halîm ol, selîm ol, refik ol, şefik ol!  İşte sana söyleyeceğim budur.’ diyor. Paşa:  ‘Teşekkür ederim’  diyor, kendisini kapıya kadar uğurluyor.


    Abdurrahman Cerrahoğlu anlatıyor: “Bir gün Hasan Basri Çantay hoca merhum, Mebuslar Meclisine Üstad Hazretleri’nin yazdığı mektuptan dolayı hafifçe tenkit yollu bir şeyler anlatıyordu. Sözlerine yeni başlamıştı ki, birden hemen eliyle ağzını kapayarak: ‘Ben bütün sözlerimi geri alıyorum. Söylediklerimi siz de duymamış olun. Biz rahat döşeklerimizde uyurken o, Allah yolunda, Resulullah izinde bütün işkence ve hapislere rağmen İslam’ı savunuyordu. Ne yazık ki, hiç birimiz onun gibi olamadık.” dedi. 


    Bayram Yüksel Ağabey anlatıyor: “1961’de Mustafa Polat’la merhum Hasan  Basri Çantay’ı ziyarete gitmiştik. Mustafa Polat sordu: “Neden Üstad tarzında eser yazmadınız?” Dedi ki:  “Kardeşim, sizler Üstad’ın nasıl bir insan olduğunu bilmiyorsunuz. Kimse Üstad’la mukayese edilemez. Onun kulağına üfleyen vardı. Onun fiş takacağı yeri vardı. Bizim fiş takacağımız yerimiz yok. 


    “Kardeşim, sizi tebrik ederim. Bizler Üstad’ın sayesinde müellif (yazar) olduk. Bizler korkumuzdan ne eser yazabiliyorduk ne de kimseye bir şey anlatabiliyorduk. Üstad Hazretleri Risale-i Nurları te’lif etmeye başladı. Böylece hem Türkiye’de okuma çığırı açtı, hem de hapishanelerde dayak, işkence, kelepçe, açlık, susuzluk gibi her türlü zulme tahammül etti. Fakat onun ihlası, onun şefkati, onun merhameti, onun tevazuu, onun şecaati ve kahramanlığı her şeye galip geldi. Türkiye’de her şey onun peşinde; emniyeti, polisi, bekçisi, İslamiyet’ten mahrum kalmış insanları hep aleyhinde. Onun kimsesi yoktu. Ne ordusu var, ne polisi, ne jandarması, ne bekçisi… Yalnız onun Allah’ı var. Yalnız Allah’a dayanmıştı, yalnız peygamberine…”

    (Salih Okur, Ulemanın Gözüyle Bediüzzaman) 

    04 Eyl 2023 10:08