İbn-i Berrecan ve Salahaddin Eyyubî

  • Abdullah Aymaz
  • Abdullah Aymaz
    12 Tem 2022 08:43
    Kur’an-ı Kerim daha Mekke döneminde Rum Süresi’nde, olay meydana gelmeden dokuz sene önce Hıristiyan Romalıların Putperest Sâsânîlere (İranlılara) gâlip geleceklerini haber veriyor. “Rumlar yakın bir yerde mağlûb oldular. Bu yenilgilerinden sonra (bız’ı sînînde, 3-9 sene içinde ) onlar galip gelecekler. (30/1-3) Gerçekten dokuz sene sonra Müslümanların Bedir Savaşı galibiyet gününde, Romalılar Sasanilere galip gelmişlerdir.


    Cin Süresi’nde buyuruluyor ki: “Hakikî mânâda gaybı bilen Allah’tır. Ne var ki Allah, kimi gayba muttali kılarsa, o da bildirildiği ölçüde bilir.” (72/ 26-27) Rum Süresi’nden, Endülüslü tasavvufî yönü olan müfessir İbn-i Berrecan mezkûr âyetlerden, Kudüs’ün işgalden kurtulacağını, hem de zaman ve gününü de tayin ederek yazıyor. İnsana hayret veren tarafı Salâhaddin Eyyûbî Kudüs’ü hürriyete kavuşturmadan önce İbn-i Berrecan vefat ediyor!


    M. Fethullah Gülen Hocaefendi diyor ki, “Alûsî’nin tefsirinde kaydedildiğine göre onun (İbn-i Berrecan’ın) Allah’ın kitabından gayba dair bazı hâdiselere vâkıf olduğuna inanılıyordu. Bunu da bir kısım hesap kâideleri ve ebced değerlerinden hareketle yapıyordu. Nureddin Zengi de Kudüs’ün Fethini bildiren bu tefsire hürmeten, fethedildiğinde mescide koymak üzere bir minber yaptırmıştı. Ama ömrü Kudüs’ün fethine yetmedi. Kudüs Salâhaddin Eyyûbî tarafından hürriyetine kavuşturuldu ve minber oraya yerleştirildi.” (Makdisî-el-Âlûsî Rûhu’l-meânî 1/102)


    Bir önceki yazımda belirttiğim gibi, Salâhaddin Eyyûbî, fetihten sonra bir eve misafir oluyor. Onlar, Bâzinciniyye, isimli Patlıcan yemeklerini, sininin üzerine ters çevirerek döküyorlar. Salâhaddin Eyyûbî “Bu maklûb edip üstünü altına getirerek ortaya koyduğunuz şey de nedir?” meâlinde bir soru sorunca artık bu yemeğin adı Maklûbe oluyor. Bir nevi Hizmet’in alâkası da Koca Serdar ile böylece kurulmuş oluyor! 


     “Bir başka misal de, hurûfu mukattaadan (yani, Elif, Lâm, Mim, Yâ Sîn gibi kesik kesik okunan Sürelerin başlarındaki harflerden) ‘Hâ, Mîm, Ayn, Sîn, Kâf harfleri gösterilebilir. Gerçi bu harfleri çoğu müfessir mânâ vermemiş ve müteşâbih’ demişlerdir. Ancak bazı Allah dostları bundan farklı bir mânâ çıkarmış ve bunu hiziplerine (evrad ve ezkâr parçalarına) almışlardır. (Mesela:) “Hâ, Mîm Ayn, Sîn, Kâf’ humiynâ. Yani, Hâ, Mîm, Ayn, Sîn, Kâf hürmetine himayeye mazhar kılındık. Ve ‘Ke’f He’ Yâ Ayn Sâ’d’ küfiynâ. Yani Ke’f He’ Yâ Ayn Sâd hürmetine de Hakk’ın kifayetiyle serfiraz olduk.’ diye dua etmişlerdir. 


    “Biz, huruf-u mukattaadan bir şey anlamazken, ehlullah değişik şeyler anlamış, dahası bunları vesile yapıp Cenab-ı Hakk’ın cenâh-ı himayesine girme adına onları dualarına mukaddime yapmışlardır. Hemen pek çok hizibte bu çeşit bir üslubla karşılaşırız. Evet Şâzilî, Gavs-ı Âzam Abdülkadir Geylânî, Ahmed er-Rufâî, Ahmed Bedevî… gibi zatların hepsinin hiziplerinde bunları görmek mümkündür. İmam Bahauddin Nakşibendî Hazretleri yedi defa ‘Hâ Mîm’ dedikten sonra ‘Hâ Mîm Ayn SînKâf’ diyor ve bununla dua ediyor. Demek bundan bir mânâ anlıyor ki, onu vesile yapıyor. (…) 


    Taberî, Şûrâ Süresi’nin başındaki huruf-u mukataayla alâkalı bir rivayet aktarır. Efendimizden (S.A.S.) sonra bir mescidde sahabeler İbn-i Abbas’a Hâ Mîm Ayn Sîn Kâf’ın mânasını sorarlar. İbn-i Abbas bu sorudan rahatsız olunca, sahabelerden Huzeyfe (R.A.) der ki, “Bu sonra kurulacak ve içinden bir nehir akacak bir şehre ve orada peygamber torunlarından adı Abdullah veya Abdülilah olan önemli bir kişinin / kişilerin bâğiler tarafından öldürülmesine işarettir. Kasım, Abdülilah ve merhum Faysal’a karşı ihtilal yapınca, Faysal taraftarları, (Taberi tefsirinde anlatılan bu meseleyi) kaleme alıp dağıttılar.


    Üstad Hazretleri Felak Süresi’ndeki ‘Gâsikın izâ vekab’ ifadesinden bâtınî bir işaret çıkarıyor ve siyasetin âdeta efsun edici mâhiyette hüküm ferma olacağını söyleyip rakamlardan 1971 tarihindeki hâdiselere işarette bulunma sadedinde, ‘Eğer ifsad edilen gençler ıslah edilmezse, o tarihte gelen tokadın şiddetli olacağını ifade ediyor. Yani altmış sene önce yazılmış tefsirde 12 Mart 1971 muhtırasından haber veriyor. 


    “Evet ekilen tohumlar ıslah edilmemiş, anarşi doruk noktasına ulaşmıştır. Ve ardından şiddetli bir tokat gelmiştir. Bu âyetten bu işareti her müfessir çıkaramaz. Ama mehbit-i ilham-ı İlahî olan gönle, ‘Gâsikın izâ vekab’ derken böyle bir esinti gelebilir. Ebced ile belli bir zamana tevafuk ettiyse, vakit geldiğinde de denenler olduysa, tenkide yeltenenlere İbn-i Hacer’in cevabını vermek gerekir. Her havlayana bir taş atsan, yerde taş kalmaz!” (H.E.) Bize düşen ise, Kur’an’ın inceliklerini, öğrenip yaşamak ve yaşatılmasına çalışmaktır. 

    12 Tem 2022 08:43