Kastamonu Lâhikasında bir mektupta deniliyor ki:
“Bugünlerde mânevî bir muhâverede bir suâl ve cevabı dinledim. Size bir hülâsasını beyan edeyim:
Biri dedi: Risale-i Nur’un iman ve tevhid için büyük tahşidatları (yaptığı yığınaklar) ve küllî teçhizatları gittikçe çoğalıyor. En muannit (inatçı) bir dinsizi susturmak için yüzde birisi kâfi iken, neden bu derece hararetle daha yeni tahşidat yapıyor?
(Soruyu anlamak cevabın yarısı olduğuna göre önce bu soruyu açalım: Aslı 1922’de ilk Meclis açıldığında orada bazı materyalislere karşı Arapça yazılan daha sonra Yirmi Üçüncü Lem’a olarak Türkçe yazılan Tabiat Risalesi yaratılış ile ileri sürülen bütün inkarcı görüşleri birer birer çürütüp Allah’ın varlığını ve birliğini ilim ve fen yönünden ispatlıyor. Bu yeterli olduğu halde niçin Yirmi İkinci Söz yazıldı? Ayrı bir formatta tevhidi anlatıyor. Sonra neden Otuz İkinci Söz yazıldı? Üç harika bölümle yine tevhid hakikatleri üzerinde duruyor. Peşinden niçin Otuz Üçüncü Söz yazıldı? Otuz üç pencereden meydana geliyor ve her bir pencerede, iki-üç hatta dört tane tevhid delili bulunuyor? Bütün bunlar niçin peki bir de Kastamonu’da Âyetü’l-Kübra Risalesi yazıldı? Denilmek isteniyor!..)
“Ona cevaben dediler: ‘Risale-i Nur, yalnız bir cüz’î tahribatı ve bir küçük haneyi tamir etmiyor. Belki küllî bir tahribatı ve İslâmiyeti içine alan ve dağlar büyüklüğünde taşları bulunan bir muhit (geniş bir çevreyi kuşatan) kaleyi tamir ediyor. Ve yalnız hususî bir kalbi ve has bir vicdanı islaha çalışmıyor, belki bin seneden beri tedârik edilip teraküm edilen (üst üste yığılan) müfsit âletlerin tesiriyle dehşetli şekilde yaralanan kalb-i umumîyi ve efkâr-ı âmmeyi, umumun, bilhassa mümin avam halkın dayanakları olan İslâmî esasların, cereyanların ve şeâirlerin kırılması ile bozulmaya yüz tutan vicdan-ı umumiyi Kur’an’ın İ’cazı (mucizeliği) ile, geniş yaralarını Kur’an’ın ve imanın ilaçları işe tedavi etmeye çalışıyor.
(Her bir dağ değil dağlar büyüklüğünde taşlardan meydana gelen ve içinde İslâmiyetin de bulunduğu bir kale ifadesinden bu kalenin İNSANLIK KALESİ olduğunu anlıyoruz. Bin senedir ifsat edici, bozguncu vesileler ile sağından solundan darbe yemiş, rahnelenip yaralanmış bir kalenin tamiriyle meşgul olduğumuza göre, cevabın nirengi noktası olarak bu tahşidat ve yığınakların sırrı ve hikmeti şöyle izah ediliyor:
“Elbette böyle küllî ve dehşetli tahribata, rahnelere ve yaralara, hakkalyakîn derecesinde, DAĞLAR KUVVETİNDE HÜCCETLER (delil ve burhanlar), cihazlar, bin tiryaklar (şifâ çareleri) hâsiyet ve özelliğinde mücerreb (tecrübe edilmiş) ilaçlar ve hadsiz devâlar bulunmak gerektir ki; bu zamanda Kur’an-ı Mucizü’l-Beyan’ın mânevî i’cazından (mucizelik cihetlerinden) çıkan Risale-i Nur o vazifeyi görmekle beraber, imanın hadsiz mertebelerinde terakkî ve inkişaflara vesiledir.’ diye uzun bir mükâleme cereyan etti. Ben de tamamen işittim, hadsiz şükrettim. Kısa kesiyorum…” Said Nursi.
Birkaç gündür ısrarla üzerinde durduğumuz İhlas bahsinin bir tetimmesi olarak bu mânevî muhaveredeki sual-cevabı buraya aldık. Yani alevleri göklere yükselen inkar-ı ulûhiyet yangınının söndürülmesi ve yaralanmış insanlık kalesinin tamiri için bütün insanlığının imanına destek olacak ve kuvvet verecek aklı, mantığı, kalbi ve vicdanı iknâ ve tadmin edecek eserlerin yazılması gerekiyor. Kur’an’da “tasrif” olarak geçen yani aynı konuda ama farklı farklı formatlarla anlatma usulüne benzer şekilde Risale-i Nurlar’da da anlatım tarzları tercih edilmiştir.
Yani materyalist bir anlayışla yaradılışı evrim teorileriyle anlatmaya ve anlamaya çalışanlara, her halde Tabiat Risalesini vermek veya o usulde anlatmak gerekir. Delil olarak işeri sürdükleri, sebeplerin yaratıcı olamayacağını, maddenin kendi tercihine bu kadar harika sanatlara var edemeyeceği, tabiatın ve geçerli kanunların da böyle güzellikleri ortaya koyamayacağı, üçer delilden dokuz delil veya muhal ile iddialarının temelleri kökten sarsılıp çürütülerek gösteriliyor…