Arkadaşımız
İsmet Macit Bey, yüksek lisans tezi olarak Samsun 19 Mayıs Üniversitesi Hukuk
Fakültesinde “Siyasî Suç
Kapsamında İrtidat” teziyle akademik bir çalışmaya başlamıştı. Bunu
tamamlamış. Şimdi de “Dînî ve Siyasî Boyutları
İle İrtidat” (Dinden Çıkma) ismiyle bu çalışma neşredilmiştir.
Sonuç bölümünde İsmet Bey diyor ki: “İllet-malûl dengesinde Hanefî hukukçuların irtidat suçunun cezasının illetini ‘dinden çıkıp Müslümanlar ve kamu için bir tehlike haline gelmesi’ olarak tesbit etmişlerdir. Delil olarak Hz. Peygamber’in, irtidat ettiği halde muhârip olmayan bir kadının öldürülmeyeceğini söylemesini göstermişler ve irtidat fiilini savaş hukuku bölümünde incelemişlerdir.
“İtikadî açıdan meseleye bakacak olursak, Kur’an ve Hz. Peygamberin beyan ve tatbikatlarına göre fertler herhangi bir dine inanma veya inanmamada özgürdür. İstedikleri dine girebilir, istedikleri zaman da o dinden çıkabilirler.”
Kur’an, iman etmeyi de etmemeyi de kişinin hür iradesine bırakmıştır
“Kitabımızda ayrıntılı bir şekilde incelendiği üzere İslam hukukunda ortada hukuken suç unsuru olmadığı takdirde bir dine girmek veya çıkmak dünyevi bir yaptırımın konusu değildir. ‘Dileyen iman etsin dileyen etmesin.’ Ve ‘Dinde zorlama yoktur’ gibi bir çok âyette Kur’an’ı Kerim iman etmeyi veya etmemeyi kişinin hür iradesine bırakmıştır. Hz. Peygamber’in de hayatı boyunca muhataplarının iman etmeleri için herhangi bir zorlamada bulunmaması en büyük şâhididir.”
Seneler önce, M. Fethullah Gülen Hocaefendi, Bornova Camiinde Cuma akşamları soru-cevap şeklinde vaaz ve sohbetlerde bulunurdu. Bir dönem, milliyetçi bir partinin mensupları ile siyasal İslamı temsil eden bir partinin taraftarı arasında şiddetli sözler ve atışmalar oluyordu. Milliyetçiler, onlara Halk Partili solcular ile iktidara gelmek için koalisyon yaptıklarından dolayı KARPUZ diyorlardı. Yani içimiz başka, dışımız başka… Yani karpuzun dışı gibi yeşil (Müslüman) görüyorsunuz ama içiniz kırmızı yani siz kıpkızıl komünistsiniz, diyorlardı. Siyasal İslamcılar da onlara, mürted diyerek yani siz ırkçılığı esas aldığınız için dinden irtidad edip çıkmış particilersiniz, demek istiyorlardı. Caminin cemaatinin çoğu Ege Üniversitesinin öğrencileri olduğu için böyle siyasî sorular da soruyorlardı. Hatta bu öğrencilerin bazıları namaz kılmadıkları halde sırf soru sormak ve cevapları dinlemek için merakla geliyorlardı.
Hocaefendi, açıktan inkâr etmemiş hiç kimseye kâfir veya münafık denilemeyeceğini, asr-ı saadetten misaller vererek izah ediyordu. Üsame bin Zeyd’i, Efendimiz (S.A.S.) torunları Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin gibi severdi. Çünkü Üsame’nin babasını evladı yerine koymuş, kölelikten azad edip evlâdlık edinmişti. Gerçi daha sonra âyetler, evlatlık meselesine yeni bir hüküm getirmişti…
“Kalbini yarıp baktın mı? Sen onu nasıl öldürürsün?”
İşte torunu gibi sevdiği Üsame bin Zeyd gelmiş, “Yâ Resulullah harp esnasında bir düşmanı alt edip tam öldüreceğim esnada şehadet getirip iman ettiğini söyledi ama iman ettiğinden dolayı değil de sırf canını kurtarmak için böyle yaptığı için onu öldürdüm!’ demişti. Bu duruma çok kızıp üzülen Efendimiz (S.A.S.) “Kalbini yarıp baktın mı? Sen onu nasıl öldürürsün?” diyerek öyle azarladı ki, Hz. Üsame “Keşke o güne kadar böyle bir şeyle karşılaşmasaydım!” meâlinde sözler söylemek zorunda kalmıştı.
Aşağı yukarı 20 sene sonra Milliyet gazetesinde, Aydın Doğan başta bütün medya kurumunun üst yöneticileriyle bir diyalog görüşmesi olmuştu. Orada bazı gazeteciler ve yazarlar Hocaefendiye bazı İslamcı yazarların kendilerine mürted dediklerini söylediler. Hocaefendi onlara 20 sene önce Bornova Camiinde verdiği cevabı tekrarladı. Oradakiler çok dikkatle Hocaefendinin sözlerini dinleyip takdir ettiler. Böylece aslında çok güçlü diyalog köprüleri kurulmaya başlamıştı. Ama bazıları bu köprüleri paramparça ettiler.
O yıllarda Erzurum’daki bir sempozyumda Prof. Dr. Hamza Aktan Hoca, mürted ile ilgili verilmiş hükümlerin tamamen siyasî yönden olduğunu söyledi. Ve gerekçe olarak kadın mürtedlerin hakkında ölüm kararı verilmeyişinin buna delil olduğunu ifade etti.