Fıtrî donanımı, kesbî ve vehbî ilimleri fevkalâde bir zât, Ankara’da siyasetin boğucu atmosferinde hizmet-i İmâniye ve Kur’aniye imkânı bulamayınca, daha önce 18 küsur sene hizmet ettiği Van şehrimize geliyor. Bir câmide kalıyor. Sonra dört –beş talebesiyle Erek Dağına gidiyor. Kur’ani sohbetler ilmî-fikrî görüşmeler yapıyor. Arapça veya Kürtçe olarak konuşulan bu meseleleri not alan, yazıp saklayan yok. Seneler sonra bunların kırıntılarını ya Vanlı Hamid Ağabeyimizden bire bir veya Çoranivisli Ali Çavuş’tan kulaktan kulağa duyabiliyoruz… Eğer Üstad Hazretlerinin ömrü öyle geçseydi 1925’ten -1960’a kadar, dünyayı aydınlatacak o zâttan bize neler miras kalacaktı, bir düşünelim. Ama kader bu ya, birileri ona musallat oldu. Hem Ramazan günü ve hem de karlı bir kış mevsiminde yayan olarak tâ oradan Erzurum’a, oradanda deniz yoluyla Trabzon, İstanbul, İzmir ve Antalya’ya… Oradan da Burdar’a getirilip bir câmiye yerleştirildi. Orada “Nur’un İlk Kapısı” ismindeki kitabını yazdı. Oradan Isparta’ya, oradan da Isparta tarafından yolu olmayan, ancak Eğirdir tarafından kayıkla geçilebilen Barla’ya sürdüler… Kader bu ya, orada Şamlı Hafız Tevfik Efendiyi buldu. Babası Şam’da görev yaptığı için o münasebetle Şam’da daha sonra Üsküdar’da bulunan Hafız Tevfik’in annesi Barlalıdır. Babası seneler önce yani daha çocukken, keşfen kerâmeten “Evladım sen bu zâtla birgün beraber hizmet edeceksin” dediği Üstad ile, İstanbul’daki evlerinin yanması ve kalacak yerleri olmadığı için Barla’ya dede ocağına geldiğinde buluşurlar. O güzel yazısıyla, “Kader bana hat (yazı) kabiliyeti vermemiş, bir sayfayı bir saatte zor yazıyorum. Onun için her şeyi ezberleyip kalbime yazardım” diyen Bediüzzaman Hazretlerine muhatap ve kâtip olmuş ve beraberce pek çok Risaleyi yazmışlar… Risale-i Nurların şaheserlerinden Sözler, Mektubat ve Lem’alar orada telif edilmiştir. Daha sonraki her sürgün yerinde de bazı eserler yazılmıştı. Meyve Risalesi gibi hapisanelerde de yazılanlar vardır…
Ya zâlimler musallat olmasaydı da Erek Dağında birkaç talebesiyle kalakalsaydı, en başta bizler ve bütün dünya insanlığının muhtac oldugu eserler, Amerikalı kardeşimiz Abdüllâtif Beyin “Bediüzzaman o teleskop gibi derin bakışlı anlayışı ile Kur’an’ın enginliklerine dalıp bir gavvas gibi çıkardığı Kur’an hazineleri dedigi Risale-i Nurlar”ı nasıl yazılacaktı? Eğer Eskişehir, Denizli ve Afyon hapisaneleri ve mahkemeleri olmasaydı, bu İlhamât-ı Kur’aniye, Sünuhât-ı Kur’aniye, İstihrâcât-ı Kur’aniye ve İstinbâtât-ı Kur’aniye olan Risale-i Nurların ilânatı ve tanıtılması hem de Cumhuriyet gazetesi gibi gazetelerle nasıl yapılacaktı? Ayrıca, sömürgecilerin İslam ülkelerini Türkiye’den koparmak için “Türkiye lâik oldu. İslamiyeti terketti” şeklindeki propagandalarına karşı, “İslamiyet için dimdik ayakta duran, mahkemeden mahkemeye hapisaneden hapisaneye girip çıkan İslamî bir cemaat var, İslamiyet bitmemiş, İslamiyet canlı olarak Türkiye’de yaşıyor.” dedirtecek imaj nasıl oluşacaktı?..
Şimdi benzer ve zorlu bir süreç yaşıyoruz, ama bütün dünyada Hizmet hareketi nedir, bunların düşünceleri nedir, yazılan kitaplarında neler vardır, binlerle problemlerle ve krizlerle boğuşan dünyaya ne mesajı vardır ve nasıl bir çözüm getiriyor, diye müthiş bir merak uyandı. Merak ilmin hocasıdır. Bu merak dünyaya çok şey öğretecek inşallah… Bizim yapamadığımız ve anlatamadığımız pek çok gerçeği hem de en önemli insanlara yani biri bin yapanlara anlatacak. Yanlarına varamadıklarımız şimdi bizim yanımıza geliyorlar. Türkiye’de algı operasyonları ortalığı tozu dumana karıştırırken dünya bu hizmeti kaynağından hem de dosdoğru öğrenme merakı ile derin gafletinden uyanıyor. Dünyanın pek çok güzelliklere gebe olduğunu görüyoruz Elhamdülillah…