Batı dünyasında, bireysellik düşüncesiyle insanlara; “Sen hiçbir kimseye muhtaç değilsin, sen kendi kendine yetersin; sadece içindeki devi, o müthiş gücü uyandır yeter.” diye diye insanları yalnızlaştırdılar. Halbuki insan en başta Allah’a muhtaç, anneye babaya, eşe dosta, yakın uzak bütün insanlara muhtaç…
Üstad Bediüzzaman Hazretleri diyor ki: İnsan, kainatın ekser envaına muhtaç ve alâkadardır. İhtiyaçları, âlemin her tarafına dağılmış; arzuları ebede kadar uzanmış. Bir çiçeği istediği gibi, koca bir baharı da ister. Bir bahçeyi arzu ettiği gibi, ebedî Cenneti de arzu eder. Bir dostunu görmeye müştak olduğu gibi Cemîl-i Zücelâl olan Cenab-ı Hakkı da görmeye iştiyak duyar. Başka bir menzilde duran bir sevdiğini ziyaret etmek için o menzilin kapısını açmaya muhtaç olduğu gibi kabre göçmüş yüzde doksan dokuz ahbabını ziyaret etmek ve ebedî ayrılıktan kurtulmak için koca dünyanın kapısını kapayacak ve bir mahşer-i acâib olan Âhiret kapısını açacak; dünyayı kaldırıp Âhireti yerine kuracak ve koyacak bir Kadir-i Mutlak’ın dergâhına sığınıp iltica etmeye muhtaçtır.
(Yirmi Üçüncü Söz, İkinci Mebhas, Birinci Nükte’in başı)
Evet ekonomi ilmi, insanın ihtiyaçları sınırsızdır, diyor. Psikoloji de, insanın arzu ve emelleri sonsuzdur, diyor.
İşte bu gerçeğe karşı siz, “Ey insan sen hiçbir şeye muhtaç değilsin; kendi kendine yetersin” dersen, gülünç duruma düşersin. İşte bu yüzden gönüller parçalanmış, geniş aileler ve dostluklar küçülüp azalmış. İş, erkek ve kadın iki kişiye kalmış… Onlar da bireyselliğin rüzgarıyla en ufak bir olayda ayrılmış ve tek tek kalmaya mecbur olmuşlar. Bilhassa yaşlılık zamanında eşe-dosta en çok muhtaç oldukları dönemde kimsesiz ve yapayalnız kala kalmışlar.
Şimdi siz sokaklarda tek başına azıcık bir yiyecek almak için alış-veriş merkezlerine giden zavallı yaşlıları görüyor ve çok üzülüyorsunuz. Çünkü bayramlarda bile kapılarını çalacak bir oğul ve kızları veya torunları yok. Belki var ama gelen gidenleri yok… Yapayalnızlar.
Onun için İngiltere gibi ülkeler de devlet, “YALNIZLIK BAKANLIĞI” kurup bunlara destek olmak ve yalnızlıklarını gidermek çareler arıyor. Evet, tek tek sinekleri yok etmek yerine bataklığı kurutmak gerektiği gibi, aslında bu yalnızlığa sebep olan ana kaynak olan bataklığı kurutmak lâzım… Onun için de insanın Allah ile münasebetlerini yeniden kurmak, yakın-uzak akrabalar ve dostlarla dindeki sıla-i rahim anlayışın geliştirmek gerekiyor.
Bir de ülkemize bakalım:
Türk Dil Kurumu (TDK) ve Ankara Üniversitesinin işbirliğiyle "2024 yılının kelimesi" için başlattığı oylama sonucunda "kalabalık yalnızlık" seçildi. Türk Dil Kurumunun, gerçekleştirdiği oylamaya yaklaşık 1 milyon kişi katıldı.
Değerlendirme Kurulu, "kalabalık yalnızlık" kavramına ilişkin "2024 yılında, insanların kalabalıklar içinde yalnız hissettiklerini gösteren araştırmaların sayısında artış olduğu görülmektedir. Birbirlerinin zıddı gibi duran, teklik ifade eden 'yalnızlık' ile çokluk ifade eden 'kalabalık' aynı anda var olabilmektedir. Sosyolojik, psikolojik, iletişimsel gerekçelerle açıklanabilen bu durum, bireylerin gündelik yaşamlarında, kurdukları ilişki biçimlerinde kendisini göstermektedir." değerlendirmesinde bulundu.
Araştırmaların sosyal medya ve dijital teknolojilerin kullanımının artmasıyla insanların kendilerini daha yalnız hissetmeye başladıklarını gösterdiği belirtilen açıklamada, şunlar kaydedildi:
"Sosyal medya ortamında takipçi, beğeni sayılarının önem kazanması, sözde 'kalabalık' bir ortam oluşturulması yalnızlık hissine çözüm gibi algılansa da yalnızlık hissini artıran bir sonuç ortaya çıkarmaktadır. Dijital dünyanın gelip geçici ilişkiler önermesi, yalnızlık hissini derinleştirmektedir. Diğer yandan hayatın giderek artan hızı, artan insan hareketliliğiyle birlikte toplumsal bağların zayıflamasıyla bağ kurmakta zorlanan bireyler, kendilerini kalabalıklar içinde yalnız hissetmektedirler. Bireyin çevresinde insan sayısının fazla olması, kendisini yalnız hissetmediği anlamına gelmemektedir. Aynı ev içinde aile bireylerinin olması, aynı yemek masasında yalnız hissetmeyi engellememektedir."