Kur’an’da her şey var mıdır?

  • Abdullah Aymaz
  • Abdullah Aymaz
    05 Tem 2022 10:17
    Âlimlerden birisine, ‘Siz Kur’an’da her şeyin var olduğunu söylüyorsunuz. Bir kilo undan kaç ekmek çıkacağı da var mıdır?’ diye sorulur. Alimin cevabı çok güzeldir. ‘Evet vardır’ der ve ekler: ‘Kur’an buyurur ki, bir şeyi bilmediğiniz zaman zikir ehline (o işin uzmanına) sorun… Yani, sorunuza cevap olarak Kur’an der ki, Bu meseleyi gidin fırıncıdan sorun!’


    Kur’an, Cenab-ı Hakk’ın isimlerini, sıfatlarını anlattığı gibi Zâtı hakkında da bilmemiz gereken sınırları çizer. Hz. Âdem’in iki oğluna ait gerçeği, Nuh Tufanı’nı, Hz. İbrahim ve diğer peygamberlerin başlarından geçen önemli olayları, veciz bir şekilde, meseleleri değişmez kanunlar halinde bel kemiğinden yakalayarak Kur’an’ın dört ana maksadına uygun şekilde ele alarak derin dersler verir…


    Gelişecek ilim-teknik konularına ilham kaynağı olacak biçimde ele alarak âyetlerde ip uçları veriliyor. Geleceğe dair net haberler var: Rum Süresi’nde İranlılara karşı Rumların mağlup olduğunu ama bid’a (3 veya 5 yahut 7 veyahut 9) sene içinde Rumlar İranlılara gâlip geleceklerini haber veriyor. Gerçekten üç sene sonra aralarında savaş başlıyor. Beşinci sene ve yedinci senelerde galibiyet-mağlubiyet şeklinde devam ederken dokuzuncu senede tam galibiyet sağlanıyor. Yani haber verdiği gibi zafer gerçekleşiyor… 


    Mukattaat-ı Huruf denilen sürelerin başındaki tek tek okunan Elif, Lâm, Mim gibi harfler birer şifredir… Büyük alim İbn Cerîr et-Taberî, tefsirinde Şûrâ Süresi’nin beş harfinden meydana gelen ilk iki âyeti olan Hâ, Mîm, Ayn, Sîn, Kaaf hakkında şunları yazıyor: Bir zât Hz. İbn Abbas’a gelerek bu harflerin mânasını sorar. İbn Abbas, o kişi sorusunu üç defa tekrar etmesine rağmen sorudan hoşlanmaz ve cevap vermez. O sırada İbn Abbas’ın yanında bulunan Huzeyfe İbn Yeman, soru sahibine şöyle der: “İbn Abbas, sorundan hoşlanmadı ve cevap vermedi. Çünkü o harflerin bir manası şudur: Bir zaman gelecek, Doğu’da bir nehrin iki yanında bir şehir kurulacak ve bir dönem burada İbn Abbas’ın soyundan Abdülilâh veya Abdullah adlı biri hükmedecek. Sonra, Allah, adaletiyle onun devletinin ve süresinin bitmesine izin verdiğinde şehrin bir tarafında bir gece büyük bir ateş çıkacak ve insanlar karanlık bir sabaha uyanacaklar. Nihayet o şehirde Allah’a karşı her inatçı zorba bir araya gelir ve sonunda (sırayla) Allah, hepsini yerin dibine geçirir.”


    Gerçekten bu konuşmanın üzerinden bir asır kadar vakit geçtikten sonra 766 yılında Dicle Nehri’nin iki yakasında Bağdat şehri kuruldu. Aradan yaklaşık 12 asır geçti. Abdulilah 1939 senesinde başa geçti. Ona karşı 1958 yılında General Abdülkerim ihtilal yaptı ve çok kan döküldü. 1963 senesinde Baas Particilerin ihtilali geldi. General Arif başa geçti. Bağdat’ta, Irak’ta daha da kan dökmeler arttı. İnatçı zorbalar art arda geldi… Saddam da aynı yolda yürüdü… Neticesi malum… Bu çalkantı ne kadar sürer Allah bilir…


    Üstad Hazretlerinin belki bin tane mektubunu İslam dünyasına kendisiyle gönderdiği merhum Ahmet Ramazan Ağabey anlatmıştı: “Irak ihtilali olduğunda ben de Bağdat’ta bulunuyordum. Halk çılgınca ihtilalcileri alkışlıyordu. Saraydan bir hanımı getirdiler… Ellerini ayaklarını arabalara bağlayıp ters istikametlere hareket ettirerek paramparça ettiler. Erkek kadın câhil halk da bu işkence ve zulmü oynayarak el çırparak seyrediyordu. ‘Allah’ım, dedim Habibinin torunlarından bir kızcağıza yapılan bu canı hareketin cezası nasıl olur acaba?’ Başkaları büyük güçlerle gelip Bağdatı virana çevirip halkı perişan ettiklerini Saddam’ı astırdıklarını görünce, o ihtilal günlerini hatırladım.”


    On sene önce bir televizyon kanalında bir kadın yazar Irak ihtilalini anlatıyordu: “Babam Bağdat’ta Büyükelçi idi… Saray’da çok yakışıklı bir prens vardı. Biz kızlar hep ona aşıktık. İhtilal olunca onu yakalayıp boynuna bir tasma geçirerek halkın içine sürüklediler. ‘Sen imzalarını bu elinin bu parmakları ile atıyordun değil mi? diyerek önce parmaklarını kestiler sonra da vahşice onu öldürdüler. O sahneler gözümün önünden hiç gitmiyor!” dedi.


    Zulümle âbâd olunmaz. Zulümle âbâd olmaya kalkışanın da sonu berbat olur. Bu dünyada olmasa da âhirette mutlaka cezasını bulur. Unutmayalım, kaderin değirmeni çok yavaş döner… Yavaş döner ama ince öğütür… Bir de bakmışsınız ne Nemrut kalır, ne Firavun… Yani Hz. Huzeyfe’nin dediği ve rivayet ettiği gibi “Küllü Cebbarin Anîd” Bütün inatçı zorbaları o müthiş değirmen birer birer öğütüp un ufra eylemiş…


    Mazlum ve mağdurlara, ellerinden geleni yaptıktan sonra Cenab-ı Hakk’ın takdirine boyun eğip sabırla neticeyi beklemek düşer. Çünkü Cenab-ı Hak, kimseye gücü yetmeyecek tekliflerde bulunmaz. “Lâ yükellifüllahü nefsen illâ vüs’ahâ.” Onun için olmayacak muhalleri talep etmekle, kendimize zarar vermeyelim. İşimize bakalım. Eğer bildiğimiz İman ve Kur’an Hizmetinden daha güzel bir iş varsa yapalım… Olmadığına göre, kendi hizmetinize sımsıkı sarılıp yolumuza devam edelim. 

    05 Tem 2022 10:17