M. Fethullah Gülen Hocaefendi’nin baba tarafından ataları, Erzurum’a 1800’lü yıllarda Ahlat’tan gelmişler. Ahlat asırlarca Anadolu’ya geçiş yapan Türklere konaklık yapmış. Bir yönüyle Selçuklu’yu ve Osmanlıyı ilk defa Ahlat misafir etmiş. Ayrıca Emevî Abbasi dönemlerinde siyasî şartların zulüm ve zorlamasıyla Peygamber Efendimizin (S.A.S.) mübarek torunlarının sığındıkları önemli yerlerden birisi de Bitlis yöresidir.
Muhterem M. Fethullah Gülen Hocaefendi “Küçük Dünyam” kitabının başında bakınız neler diyor:
Ahlat, malumunuz Bitlis vilayetimize bağlı tarihi bir belde. Seyyitler soyunun, göç yerlerinden biri olarak Bitlis yöresini seçmeleri kaderin garip bir cilvesi. Geylanilerin ve diğer tarikat kollarının burada zuhuru, ancak Selçukluların Anadolu’ya gelip yerleşmesinden sonra olmuş. Kar-kış kalkmış, köhne Bizans hakimiyeti bertaraf edilmiş, diğer taraftan da Emevî ve Abbasî zulmünden emin olunmuş ve bu seyitler soyu, belli tarikatların içinde ve başında kar çiçekleri gibi açmaya başlamışlardır.
Bugünlere gelinceye kadar da hep saklandılar, gizlendiler. Bitlis ve yöresi, seyitler adına sanki Ashab-ı Kehfin Tarsus’taki mağarası gibi oldu. Birkaç asır, tabir yerindeyse mağara dönemi yaşadılar. Selçukluların Anadolu’ya yerleşmesiyledir ki, karanlık günler sona ermiş ve çekirdekler filiz vermeye başlamıştır.
İşte Bitlis’e bakarken böyle bakmak lazım. Bir Bediüzzaman’ın, günümüzde dahi ulaşılması zor yerlerden zuhuru, yani o şecerenin, menbaından kalkıp oralara yerleşmesi katiyen tesadüfi değildir. Hizan ve Nurs yaz aylarında bile zor varılan yerlerdir ki, bu nesil kaçabildiğince kaçmış ve saklanabildiğince saklanmış ve orada bir potansiyel meydana getirmiştir.
Meseleyi bir başka açıdan düşünecek olursanız: İslam’a yeni açılan bir millet, Hicri 5 ve 6. asırda kitleler halinde İslam’a girmiştir. Bunlar, âdâb, ahlâk, kültür ve İslamî akide hesabına takviyeye ihtiyacı olan insanlardır. Selçuklular, Saltuklular, Karamanlar ve Anadolu’ya yerleşen bütün Oğuz boyları, dediğimiz hususlarda desteklenmelidir ki, İslam adına yapacakları fetihler istenilen keyfiyeti daima koruyabilsin.
Sâdât ve onların sempatizanları, dine cibilli olarak bağlıdırlar. Adeta bu yöre “Mülteka’l Bahreyn” olmuş. Yani, esas devlet gücünü temsil eden Türk boyları ile İslami ruhu bütün hakikatiyle temsil eden mânâ ve hakikat erleri sâdât birleşerek bir derya meydana getirmişler. Ve fizikî olarak bu deryayı Van Gölü temsil etmektedir.
Bu iki deryanın birleşmesi Türk tarih yazarlarınca da çok önemli görülmektedir. Mesela Fuad Köprülü, Ortadoğu'da, Uzakdoğu'da yeni Türk tekevvünlerini anlatırken bunların arkasında hep böyle o mânâ erlerinin bulunduğundan bahseder.
Anadolu’da, Türk boyunun edâ edeceği nice fonksiyonlar vardır. Denilebilir ki, Türk boyları için tarihindeki geçmiş dirilişlerinin yanında İslam’la yeniden dirilişe erme, İslam’ın en yakını sayılan Ehl-i Beyt’le olmuştur. Buna bir manada telkih de denebilir. Sanki Bitlis ve özellikle Ahlat, o aşılmaz dağ ve vadilerini, Ehl-i Beyt düşmanlarına karşı bir silah gibi kullanmış ve zulümden kaçan veya İslam’la bütünleşen bütün mânâ erlerine de bağrını, sinesini alabildiğine açmış ve onları koruma altına almıştır. Bitlis ve yöresi, mânâ adına öyle mümbit bir toprağa sahiptir ki, Anadolu’yu ışık hüzmeleriyle yönlendirecek bütün seçkin insanlar burada yetişmiş boy atmış ve dal-budak salmıştır.
Saltuklar, Ahlat’ta uzun müddet kaldıktan sonra Hasankale’ye gelir yerleşirler. Bu da enteresandır. Bu yönüyle Bitlis, Ahlat ikinci firar yeri denebilir. Burası İslam’ın hamleleri için bir sığınaktır ve bu sığınak kendinden beklenen fonksiyonu hakkıyla edâ etmiştir.
Bitlis’i derinlemesine tetkik edip incelediğimiz zaman ne kadar antik eseri bağrında sakladığını görürsünüz. O dağların arasında sıkışmış bu küçücük şehir, ihtiva ettiği eserler itibariyle batıda payitahtlık yapmış nice büyük şehirlere denktir.
Değişik dönemlerde İslam kültür ve medeniyetine beşiklik yapması itibariyle de bu yörenin kendine göre bir ağırlığı vardır. Ve Ahlat, istihale görmüş, yani İslamlaşmış haliyle, Cenab-ı Hakk’ın O’nun mahiyetine koyduğu bir kısım esaslı nüvelere teşne bulunmaktadır.
Ahlat için söylenebilecek diğer önemli nokta da şudur:
Nasıl doğuda Malazgirt bir başlangıç ve mukaddimedir. Selçuklular, Malazgirt’i fethettikten sonradır ki, ayaklarını yere basarlar ve senelerce yine bir Türk yurdu olan Anadolu’yu istismar eden köhne Bizans’la hesaplaşırlar. Öyle de Güneydoğu’dan gelen Türk boyları için de Ahlat aynı durumdadır. Ahlat, şarktan Anadolu’ya açılan bir kapıdır ve şarktan çok Anadolu’dan sayılmalıdır. Tabii ki bütün bu söylediklerimiz, coğrafi konum itibariyledir. Yoksa şarkıyla garbıyla vatan bizim için bölünmez bir bütündür…