Selâhaddin Eyyubî’den ismini alan yemek: Maklûbe

  • Abdullah Aymaz
  • Abdullah Aymaz
    11 Tem 2022 07:45
    Bir sohbet sırasında bir Avrupa ülkesinin özel şirketlere verilmiş bizim kredi yurtlar kurumuna benzer bir yurdunda dünyanın çeşitli ülkelerinden gelip bu yurtta kalan öğrencilerin kendi aralarında ortak bir yemek yapma konusunda hepsinin de Maklûbe’de birleştikleri anlatıldı.  Buna bağlı olarak herkes maklubenin küçük-büyük tencerelerde yapılmasından hatta ananastan yapılan maklubeden bile bahsedildi. Bu arada Pakistanlıların bir camiinde imamlık yapan Sâmi Hocamız dedi ki: “Araplar arasında bu isim verilmeden önce bu yemeğe Bâzinciniyye yani patlıcan yemeği denilirmiş. Salahaddin Eyyubî Kudusü fethedince kendisini bir eve davet etmişler. Bu yemeği de yapıp sininin ortasına tencereyi getirip ters çevirerek dökmüşler. Salâhaddin Eyyûbî Hazretleri bunu görünce, “Tencerenin üstünü altına getirip (maklûb ettiğiniz)  bu şey nedir?” diye sormuş.  Adı o andan itibaren ‘maklûbe’ olarak kalmış!” 


    Geçenlerde beni bir sohbete çağırmışlardı. Önümüze maklûbe yemeği koydular. Baktım herşeyi tamam ama hiç patlıcanı yok: “Olmadı!” dedim. Çünkü maklûbenin aslı Patlıcan yemeği olsun da siz içine hiç patlıcan koymayınız elbette olmaz!”  diye lâtife yaptım. Öyle ya içine ananas bile koysunlar da siz patlıcan koymayınız elbette olmaz. Bundan sonra artık aslını öğrendiğimize göre bir daha maklûbenin patlıcanını hiç eksik etmeyelim vesselam… 


    Allah Resulü (S.A.S.),   Halid bin Velid, Müslüman olduğunda ona iltifatlarda bulunmuş ve Hz. Ömer’e söylediği benzer şeyleri söylemişti: ‘Şaşırıyordum; nasıl olur da Halid gibi bir insan şirkte bu kadar ısrar eder?’ Bu sözlerle Allah Resulü (S.A.S.)  onun çarçabuk  Müslüman olmasını ve küçük bir ameliye ile tasaffî edip som altın haline geldiğini ifade eder. ‘İnsanlar, aynen altın ve gümüş madenlerine benzerler. Câhiliyede hayırlı olanları, İslam’a girip, onda derinleşip (onu hazmettiklerinde) yine en hayırlıdırlar.’ (Buharî, Menakıb) Sözü de Söz Sultanı’na (S.A.S.) ait, Aradaki fark şudur: Câhiliyede bu altın, taş-toprak içindedir. Müslüman olunca tasaffî eder, yirmi dört ayar som altın haline gelir. 


    “İşte Ömer, işte Hâlid! Neticede ikisi de birbirinden yiğit! Hep pozitif kutupta bulunup, daima pozitifliği temsil eden bu iki zât, yer yer Câhiliye devrinde birbirlerine karşı olmuşlardır; ama sarrafı bulunca birer meleğe dönmüşlerdir. Bunlar Efendimizin (S.A.S.)  huzuruna çıktıklarında Efendimizin (S.A.S.)  ikisine de benzer şeyler söylemiştir. Mesela, Hz. Ömer’e şu mealdeki sözler. ‘Daha ne zamana kadar yâ Ömer?’  Yani senin gibi bir insan nasıl  oluyor da bu yamuk yumuk yolda yürüyor?  Senden evvel niceleri geldi ki, bunlar senin topuğuna çıkamazlar. Sen niye hâlâ bu yanlış yolda yürüyorsun?  Hz. Halid, Efendimizin (S.A.S.)  huzuruna gelip aynı atmosferi paylaştığında da ona söylediği şeyler benzer şeylerdi. (…)


    “Günümüzde de böyle dimağlar vardır. Fakir öylelerine de şahit oldum ve öylelerini gördüm ki, -Allah’ın izniyle- bir iki söz, bir iki görüntüyle buzdağı sanılan bu insanlar bir anda eriyip ‘Lâ ilahe illallah Muhammedün Resulullah’ deyiverdiler. Bu gün bu insanlar Allah adına yapılan çalışmalarda en önde bulunuyorlar. Bunlar arasında ilhaddan (inkârdan) gelmiş, imanı en ulvî mânâda temsil eden nice kıymetli kimseler vardır ki, insanın bazen ‘Bizim de geçmiş hayatımız öyle olsaydı da biz de onlar gibi Allah için koştursaydık!’  diyesi geliyor. Allah dedirtmesin, zira küfür (kâfirlik) çok çirkin bir şeydir. Ama meyhaneden gelip füze hızıyla mabede oradan da Kâbe’ye, koşan insanlar, insanın aklına bunları getirebiliyor. Mesela Hz. Hamza’da bu ışığı yakan hadise, o zamandaki masum Müslümanların mağdur edilmelerine onun şahit olmasıydı. Bu bakışlar onun yüreğini yakmış ve süratle  yer değiştirmesine vesile olmuştu.


    “Bunlardan bazıları da vardır ki, imana müteallik mesleleri uzun uzun anlatmakla, bunlarda bir değişim görülmeye başlar. Aslında bizim elimizde (Risale-i Nur gibi) dini kitaplar, -kanaat-i âcizanemce –serâpâ orijinal ifadelerle dolu. Evet başta Kur’an olmak üzere bu kitaplar, profesörleri de, filozofları da hayrette bırakacak kadar orijinal meselelerden bahsediyor. Mühim olan husus, bunlardaki meseleleri yerli yerince değerlendirip takdim etmektedir. Evet takdim tekniği ve meselelerin seçilmesi çok önemli olduğu gibi seçilen konularda ferdin seviyesinin gözetilmesi de önemlidir. Zira bir çocuğa bile her türlü yiyeceği hemen vermeyiz. Onun yaşına göre yediği şeyler değişir ve ona öyle sunarız.”  (Çizgimizi Hecelerken) 


    11 Tem 2022 07:45