Sözüne sâdık olana mükâfât

  • Abdullah Aymaz
  • Abdullah Aymaz
    06 Eyl 2022 07:45

    Hudeybiye Anlaşması’nda üzerinde ittifak edilen altı madde vardı. Bunların içinde Müslümanlara en ağır gelen madde ise “Velisinin izni olmadan Kureyş’ten gelip de Peygamber Efendimize sığınanların, İslamı kabul etmiş olsalar bile velisine geri iade edilmesi” meselesi idi. Bilhassa Hz. Ömer gibi müteheyyiç fıtratlar bunu kabul edemiyorladı. Ama sadâkatın zirvesindeki Hz. Ebu Bekir-i Sıddık: “Yâ Ömer, şüphe yok ki, O (S.A.S.), Allah’ın peygamberi…  Allah’tan aldıklarını icrâ ediyor; Allah’a isyan edecek değil ya!” diyor. Hz. Ömer de: “O’nun Allah’ın Resulü olduğunu ben de biliyorum” deyince, Sıddık, “Hem O’nun yardımcısı Allah’tır. Ölünceye kadar sen, O’nun peşinden hiç ayrılma! Allah’a yemin olsun ki, O, her zaman hak üzeredir.” diyordu.

    Anlaşma imzalanınca, daha mürekkebi kurumadan, Kureyş’in temsilcisi Suheyl İbn-i Amr’ın oğlu Ebu Cendel çıka geldi. Sühyl, ona Müslüman olduğu için hapsedip işkence ettiği ve Hudeybiye’ye gelirken sıkıca bağladığı küçük oğlu Ebu Cendel… Süheyl, onu görünce küplere bindi, burnundan soluyordu. Ebu Cendel’in yakasından tuttuğu gibi silkelemeye başladı. Bir yandan da: “Yâ  Muhammed! Anlaşma gereği senden ilk iadesini istediğim de budur” diyordu. Efendimiz (S.A.S.) şartları zorlayıp esnetmeye çalışıyordu ama Süheyl, “Öyleyse, aramızdaki anlaşma ebedî olarak biter ve ben artık seninle hiçbir anlaşma yapmam!” diyordu. Bir hamle daha yapıp:  “Onu bana bağışla ve anlaşmanın dışında tut” buyurdu. Ama daha sonraki ısrarları da hiç dinlemedi.

    Gerçekten ortada yürek yakan bir manzara vardı. Efendimiz (S.A.S.) Ey Ebâ Cendel! Sabret ve mükâfatını da sadece Allah’tan bekle! Çünkü Allah (c.c.) hem senin, hem de seninle birlikte aynı kaderi yaşayan diğer mağdur müminler için mutlaka bir fereç ve mahreç, bir çıkış yolu ve bir genişlik ihsan edecektir. Ne var ki, şu anda biz bu kavimle, maddelerine bağlı kalma sözü vererek bir anlaşma yaptık, artık sözümüzden cayamayız.” buyurdu.

    Ebu Cendel’in arkasından koşarak yaklaşan Hz. Ömer, kılıcının kabzasını göstererek: “Yâ Ebâ Cendel! Şüphe yok ki, onlar necis müşrikler ve Allah katında onların kanı da, köpeğin kanından daha kıymetli değil” demek suretiyle aslında “Benim kılıcımı çek al işlerini bitir” demek istiyordu…

    Anlaşma tamamlanmış ve Medine’ye dönülmüştü. Çok geçmeden Ebu Cendel gibi, bu sefer de Ebu Basir gelmişti. O da çeşit çeşit zulümler ve işkenceler görmüştü. Kurtuluş ümidi ile kendini Mekke’den Medine’ye atmıştı. O da yalınayak patika yollardan koşup geldiği için ayakları şişip yara bere içinde kalmıştı. Haberini alan Mekke müşrikleri, Hudeybiye Anlaşması gereği Ebu Basir’i geri almak için, eline bir mektup verip Huneys İbn-i Câbir’i Medine’ye gönderdiler. O da kendisine rehberlik yapması için Kevser isimli kölesini yanına alıp Ebu Basir’den üç gün sonra Medine’ye geldi. Huneys’in getirdiği mektubu Efendimize (S.A.S.) Übeyy İbn-i Ka’b okudu. Efendimiz (S.A.S.) mecburen Ebu Basir’i yanına çağırarak Mekke’den gelen iki kişiyle birlikte geri dönmesini emretti. O da “Yâ Resulullah! Şimdi beni müşriklere mi gönderiyorsun?” diyordu. Çok zor bir durumdu. Efendimiz (S.A.S.)  Ebu Basir’i karşısına alarak şefkat dolu bir ses tonu ile: “Yâ Ebu Basir! Senin de bildiğin gibi biz, o kavimle bir anlaşma yapıp bazı sözler verdik; dinimize göre, bu anlaşmayı yok sayıp da gadreden biz olamayız. Ancak şu kadar var ki, Allah (c.c.) hem senin hem de senin konumundaki diğer Müslümanlar için mutlaka bir çıkış yolu ve çözüm ihsan edecektir!” buyurdu. Ebu Basir ise “Yâ Resulullah, beni gerçekten müşriklere teslim mi ediyorsun?” deyince, “Geri dön, yâ Ebâ Basir. Çünkü Allah (c.c.) senin için de bir çıkış yolu ve çözüm ihsan edecektir” buyurdu. 

    Bunun üzerine Ebu Basir kaderine boyun eğip Huneys ve Kevser ile yola çıktı. Bu  arada yanına yaklaşan sahabeler ona yol gösterircesine, “Yâ Ebâ Basîr!  Allah’ın senin için bir çıkış yolu ve çözüm ihsan edeceğinden şüphen olmasın;  Resullah’ın bu müjdesiyle şimdiden sevinmene bak! Bazen bir adam, bin adamdan daha üstün olabilir; sen şöyle şöyle yap!” diyorlardı ve bunu söylerken işaret ettikleri husus belliydi. Hz. Ömer de şöyle demişti: “Sen adam gibi adamsın ve yanında da kılıcın var.”  Bu imâlı söz de konuyu açık hale getirmiş oluyordu.

    Zü’l-Huleyfe denilen yere gelince Ebu Basir, bir yolunu bulup Huneys’i öldürdü ve tekrar Medine’ye döndü. Kevser ise kaçıp canını, kurtarmış ondan önce Medine’ye dönüp Efendimizin (S.A.S.) şefkatine sığınıp olanları anlatmıştı. Ebu Basir, Huneys’in devesine binerek Efendimizin (S.A.S.) huzuruna geldi. Efendimiz (S.A.S.) onun gelişine bir yandan sevinirken öbür taraftan onun yüzünden çıkacak krizlerden endişe ediyordu.

    Ebu Basir, bu durumu basireti ve ferasetiyle sezip hemen Medine’den ayrıldı sâhil yolunu takip ederek “Îs” denilen yere yerleşti. Bu sefer onun gibi zorda olan Müslümanlar hepsi onun yanında toplanmaya başladılar. Ebu Cendel de yanına gelmişti. Artık orada Mekke Müşrikleri için büyük bir tehlike haline gelmişlerdi. Bizzat Ebu Süfyan’ı Medine’ye göndererek âdeta yalvarırcasına Hudeybiye Anlaşması’nın o maddesini Efendimizden (S.A.S.) yok saymasını dilediler. Bu problem de hallolmuştu. Efendimiz (S.A.S.) Hz. Ebu Bekir’i göndererek bu durumu Ebu Basir’e bildirmişti. Ama Ebu Basir hasta idi ve bu mektup okunurken vefat etmişti…



    06 Eyl 2022 07:45