Tan yeri süvarileri

  • Abdullah Aymaz
  • Abdullah Aymaz
    15 Eki 2024 00:06


             En büyük, en ehemmiyetli ve daimî vazifemizin, vücudumuzda en küçük dairede bulunan KALB DAİRESİNDE olduğunu, Üstad Bediüzzaman Hazretleri Meyve Risalesinin Dördüncü Meselesi’nde ifade buyuruyor. Kalb, hâlden hâle gelip değişen, kalb olan bir fıtrata sahip… İmanın yeri, akıl ve beyin olmayıp kalb olduğu için de işte bu tekallüb ve değişkenlikten dolayı Hadis-i Şerifte sabah Mümin, akşam kâfir; veya tam aksine sabah kâfir akşam mümin olan insanlar mevcut… İşte bu yüzden de Efendimiz (S.A.S.)  “İmanınızı devamlı “Lâ ilahe illallah’ diyerek yenileyiniz buyuruyor ve ‘Allah’ın imanımızı eskimiş bir elbise  haline getirme’  diye yalvarıp yakarmamız için ikazlarda bulunuyor.

             Muhterem M. Fethullah Gülen Hocaefendi de bu hususta “Tevhid Ufkuna Ulaşabilmek İçin” başlığı altında şu tesbitleri yapmaktadır: “Günümüzde Müslümanlar, hem TEVHİDİ  KAZANMA adına pek çok avantajlara, hem de KAYMA NOKTALARI’nın bulunduğu KAYGAN bir zeminde HİZMETLERİNİ sürdürme durumundadır. Bu dönem, diğer dönemlerde olduğundan fazla MAĞREM  (Diyet ödeme gerektiren durum) ile  MAĞNEM  (elde edilen ganimet)’in atbaşı olduğu bir dönem. İslâmî Hizmetler adına ortaya konan say ü gayretler neticesinde meydana gelen duruma baktığımızda görünen o ki, bu işler, ne fertlerin ne de cemaatin işi olabilir!..  Evet bütün işlerin arkasında hakikî tesir Sâhibi ve sebepleri de Yaratan Cenab-ı Hak vardır. O, hem fertleri, hem de cemaati bu yolda istihdam etmektedir. Ne var ki, bazen, Allah’ın  planladığı işlerin tahakkukunda sadece sebeplerden bir sebep sayılan insanlar, gaflete düşerek kendilerini fâil gibi görüp, ‘Biz yaptık, biz ettik’  diyebilirler. İşte bu nokta, insan için bir KAYMA  noktasıdır. Halbuki kendisini HİZMETE  adamış bir kimse, bir hak yolcusu, yaptığı işlerinin hepsini Allah’tan bilmeli ve O’na olan hamdini yerine getirme adına da her zaman dolu dolu, ‘Herşey Senden Allah'ım. Sen Ganîsin, Rabbim Sana döndüm yüzümü’ diyerek Hakka yürümelidir, yürümelidir ki, böyle bir insan için SARP yollar dümdüz, düzlükler pürüzsüz olur. Ayrıca tevhid ufkunu yakalamaya çalışan bir insan için haddini bilmenin ifadesi sayılan bu sözler, aynı zamanda gerçek bir arınma vesilesi de olabilir.

             “Ben inanıyorum ki, zulmet üstüne zulmetlerin yaşandığı şu içinde bulunduğumuz asırda, hem Türkiye hem de dünyanın diğer yerlerinde aydınlıklar dönemi mutlaka yaşanacaktır. Bu dönemde TAN YERİ  SÜVARİLERİ’nin elmas kalemleri, Mesih nefesleri, alın terleriyle elde edilecek herşeyin, Allah’tan bilinecek ve nefse pay çıkarma gibi firavunâne işlerden hep Allah’a sığınılacaktır. Bu mevzuda çocuklar önemli bir örnek teşkil eder. Öyle ki bir çocuğu korkuttuğu ve onun üzerine gittiği zaman o da hemen kendini bir yakınının kucağına atar ve emniyete kavuşmanın verdiği hazla âdetâ itminan soluklar. İşte bu ölçüde kul da kendini Allah’a salmalıdır ki, kendisine Allah’ın zâhir olduğu bir  insan, bütün zehirleri PANZEHİR  yapabilir. Dolayısıyla tevhidi yakalamaya çalışan bir insanın, her şeyde kendisini Allah’ın büyüklüğüne ulaşacak hakikatleri araştırması ve O’na götürecek tünelleri bulması gerekir. Kaldı ki, insan, her gün yirmi dört saatte, yirmi dört defa tevhid yolunda ayrı ayrı tüneller bulsa ve yaptığı her yeni işteki orijinitenin müşahedeleriyle dolup taşsa bile, bunu yeterli bulmamalıdır. Çünkü insan, duygu, düşünce, davranış ve sûrî hedefler itibariyle her an mevzi değiştirmektedir. Zaten ‘Ceddidû imâneküm bi lâ ilâhe illallah’  (imanınızı lâ ilâhe illallah’  ile yenileyiniz) sözü sadece kelime-i tevhide ve kelime-i şehâdeti söyleyerek iman yenilenmesi mânâsına hamledilmemelidir. İmanın yenilenmesi için  ‘âyat-ı tekviniye’  (yaratılış âyet ve prensipleri) kanunları hallaç edilmeli ve bu yolda  nihâî hedefe ulaşabilmek için sürekli tüneller aranmalı ve yollara, köprüler kurulmalıdır. Evet kendini bu yola adamış her insan, ibadet ve tâatiyle ayrı; evrâd ve ezkâriyle ayrı; his ve hülyalarıyla ayrı; mütâlâa ve müşahedeleriyle ayrı, vesileler aranmalıdır. Müşâhede, sergi ve meşherde; mütâlâa ise kitapta olur. kainat ise bu iki şeyi ile büyük bir meşher ve kitaptır.

    Evet, O’nun bize verdiği her şeyi gerçek değerine ulaştırmak, verilen  bu nimetleri yine O’nun yolunda kullanmaya bağlıdır. Çünkü dünyadaki fâni ve çürüyüp kokuşmaya müsait mal, O’nun yolunda infak edilip sarf edilince bekâya mazhar olacağı gibi, cisim itibariyle yokluğa mahkum olan insan da. Bâki-i Hakikî’nin yolunda olabildiği ölçüde fâni âlemin dar kalıplarından sıyrılıp ebediyete namzet olabilir.”

             Bu güzel tesbit ve hakikatları müzakere ve mütalâa ile en doğru yolu, en isabetli davranışı hassasiyet ve dikkatle bulmaya çalışmalıyız.

    15 Eki 2024 00:06