Vah hainler! Siz nasıl olur da...

  • Abdullah Aymaz
  • Abdullah Aymaz
    10 Eyl 2024 00:26


             Merhum Muharrem Kalyoncu Ağabey hatıralarından bahsederken,  babasıyla Eyüp  Sultan’a gidişini anlatmış, yaşadığı gerginliğe işaret etmişti… Şimdi oradan devam edelim. Ağabey devamla:

             “Otobüs yolculuğumuzda bir-kaç gerginlik-sıkıntı yaşadıktan sonra Eyüp Sultana geldik. Fakat meşhur bir Sahabe mekânının kudsî alanına, mukaddes serasına lâyık ve âdâbına uygun hürmet ve saygıyı babam orada göremeyip, açık-saçıkların işgali altında kalmış bir hava hissedince, hemen ‘Vah hâinler!  Peygamberimizin mübarek sahabesinin yanında siz  nasıl böyle dolaşabilirsiniz?  Allah’tan  korkmuyor musunuz?’ demeye ve önüne geleni tartaklamaya başladı…

             “Bir anda ortalık toz duman oldu. Bağırış-çağırışla açık-saçık kadınlar kaçışıyordu. Biraz sonra polis düdükleri ötmeye başladı.

             “Ben babamı o hengamede kaybetmiştim… Acaba nerede diye arıyordum. Sanki yer yarılmış da babam içine girmişti.

             “Ortalık yatıştıktan sonra  Eyüp Sultan  Camii müezzinlerinden birisi beni çağırdı. Babamı polisler alır götürürler diye onu caminin bir hücresine çekip saklamıştı. Kazasız belasız atlattık diye sevindim.”

             Aslında Muharrem Kalyoncu Ağabeyin, babasından kalır tarafı yoktu. Çünkü merhum Osman Kara Hocamızdan duymuştum. 1962 yılında olsa gerek, meşhur Tahir Büyükkörükçü Hocaefendi, Hisar Camiinde vaaz ediyor. Tam heyecanlı bir noktada, bir genç caminin içinde ayağa kalkıyor ve bütün heyecanı ile yukarılara veryansın ediyor. Bir komiser de kalkıp yanına varıyor ve kolundan tutup caminin dışına doğru ite-kaka götürüyor… Oradan karakola götürecek. Osman Kara merhum da yedek subay olarak resmi elbiseleriyle orada vaaz dinlemekte… Bu durumu görünce bu gence bir şeyler yaparlar diye Osman Kara hemen koşup komiserin elinden genci alıyor ve  “Komiser bey, sizi tebrik ederim, siz vazifenizi yaptınız. Şimdi ben onu doğruca askeriyeye götüreceğim ve gerekli muameleye maruz bırakacağım!”  diyerek dışarıda bekleyen askeri Jeepe bindirip götürmeye başlıyor. Yolda kendisine nasihat ediyor ve bir sokakta salıveriyor. Seneler sonra o gencin Muharrem Kalyoncu olduğunu öğreniyor…  Ben bunu bizzat Osman Kara Hocamdan dinlemiştim. Hepsine Allah rahmet eylesin.

             Muharrem Kalyoncu Ağabeyin hatıralarını aktarmaya devam edelim:

             “Diyanet İşlerine tayini çıkınca Yaşar Tunagür Hocamız bir vaazında veda konuşması da yaptı. Biz onu garajdan uğurladık. Son olarak ‘İnşaallah, beni aratmayacak, hatta benden daha iyi birisini göndereceğim’ dedi. Ama kim gelecek bilmiyorduk. O zaman Şevket Eygi’nin çıkardığı gazetede benim, Yaşar Tunagür Hoca’nın elini öperken çekilmiş fotoğrafım uğurlama töreni haberiyle beraber çıktı. O gazeteyi hâlâ saklarım. Artık o günden itibaren her Cuma yeni gelecek hocayı beklemeye başladık. Bir gün,  ‘Tamam gelmiş yarın vaaz edecekmiş’ dediler. O zaman iki kişinin taşıdığı büyük teypler vardı. Onlardan bir tane de benim vardı. Aldık camiye götürdük. İmamların siyah cübbelerinin  asıldığı yere bakıyoruz. Oradan her geçeni vaiz zannediyoruz. Artık boynumuz ağrıdı. Bir ara bir uğultu koptu. Kapıya baktım Beyaz sarık, upuzun ve beyaz bir cübbe ile genç bir zat geliyor. Şoke olmuş bir havada ben oraya bakarken  arkadaşım  ‘Teybi açalım mı?’ diye soruyor.  ‘Sus be!’  dedim. Neredeyse bir tane vuracaktım. Biz hayran hayran bakarken o da vaaz etmek için kürsüye çıktı.

             “İlk vaazlarından birisiydi ve zekâtı anlatıyordu. Ben içimden, ‘Hocam, zekâtı biz çok dinledik, sen bize başka şeyler anlatsan’ diyorum. Tam bu sırada, Hocaefendi, zekâtın üç çeşit olduğunu söyledi. Sonra da:  ‘Birincisi, cimrilerin zekatı. Bu ise, malın 40’ta birini, tarladan kalkanın 10’da birini vermektir.  İkincisi:  Orta hallerin zekatı. Bu da malın hepsini vermek.  Üçüncüsüne gelince, malı da, canı da, paketleyip hepsini Allah yolunda vermektir.’  dedi. Şaşırıp kalmıştım, o zamana kadar hiç böyle bir zekat vaazı dinlememiştim.

             “Bazan da zevkle, hatta gözyaşı ile verilen vaazları dinliyor ama biz  ‘Ne anladık?’ diye birbirimize soruyorduk. Hatta bunu sezen Hocaefendi bir seferinde: ‘Ne dediğimi anlamayan ve ben ağladığım  için ağlamalarıma ağlayan cemaat!.’  demişti. 
    10 Eyl 2024 00:26