Dinsiz dindarlık(!)

  • Cuma Karaman
  • Cuma Karaman
    13 Haz 2022 09:44

    Bizzat Allah’ın (cc) kemale erdirdiğini beyan ettiği İslam’ın mükemmel bir din olduğuna dair hiçbir şüphemiz yoktur. Fakat, genel itıbariyle Müslümanlar öyle mi? Oysaki, kendisi mükemmel olmayanın mükemmel olanı temsil etmesi ne kadar beklenebilir? Sefil ve perişan haline bakmadan kâmil bir dini temsile yeltendiğinde ortaya pek çok soru ve sorun çıkmaz mı? Yanlış veya yetersiz temsilin doğurduğu bu sorular ve sorunlar mükemmel olan dinin mükemmelliğini bile tartışmaya açar hale gelmez mi? Aslında sorulması gereken soru basit ama bir o kadar da can alıcıdır: Madem bu din bu kadar mükemmel, o zaman neden mensupları onu temsil keyfiyetinden bu kadar uzaktır? Ne yazık ki, mensuplarını hedef alarak başlayan sorular ve sorgulamalar bir adım sonra dinin kendisine yönelir: “Acaba bu din insanların ihtiyaçlarına artık cevap veremez hale mi geldi? Yoksa orijinalliğini mi kaybetti?” 
     
    Bu sorulara ehl-î fikir ve ilmin nazari açıdan verebilecekleri mutlaka çok yerinde cevaplar vardır. Ancak, mevzu işin pratiğine gelindiğinde aynı şeyi beklememiz imkânsız. Çünkü, nazari olarak mükemmel olan İslam’ın din olarak mükemmelliğinin uygulamadaki yansımalarının en küçük bir örneğini bile bugün 57 İslam ülkesinin hiçbirinde görebilmek ve gösterebilmek mümkün değildir. Geçmişten verilen örnekler ise, bugünün dertlerine deva olmaktan çok uzaktır. Zaten geçmişe dair menkıbeler anlatmamızı da bizden kimse istemiyor. Eleştirenler bugün İslam adına şahit oldukları yanlışları eleştiriyor ve eleştirdikleri sorunlara da bugünün beklentileri doğrultusunda cevaplar ve çareler bekliyor. Bizlerse bize yapılan bu eleştirileri kabul edip üzerine düşünmek yerine bu eleştiriler sanki dine yapılmış gibi tavır alıyor, her eleştireni din karşıtı diye yaftalayarak işin kolayına kaçıyoruz. Ya da İslam coğrafyasının neden hak, hukuk, adalet, ahlak, özgürlük, bilim vesaire gibi değerler üretemediğini sorgulayanlar karşısında çocukça savunma refleksleri veriyoruz. Eleştirilere karşı çareyi tarihi hamaset destanlarını çaresizce devreye sokmakta arıyoruz. Soru ve sorgulamalara ikna edici makul cevaplar vermek yerine mazeret duvarlarının arkasına saklanmayı tercih ediyor ve üstelik bunu bir de temsil başarısı olarak görüyoruz.
     
    İşin özüne bakacak olursak, eleştirilere karşı bizler dinin kendisini değil, farkında olmadan yüzyıllar içerisinde din görünümüne bürünmüş yanlış pratikleri, adet ve gelenekleri savunmaya çalışıyoruz. Halbuki, bugün din olarak gördüğümüz söylem ve eylemlerin çoğu din aromasıyla renklendirilmiş gelenek ve göreneklerden ibarettir. Bunların çoğunun da kültürel, tarihi, etnik, siyasi ve mezhepsel etkilerle şekillendirildiğini görmekteyiz. Bir devrin muktedirlerinin iktidarlarını korumak üzere uydurdukları siyasi amaçlı bazı hükümlerin sonraki nesiller tarafından dini bir vecibe gibi algılanmasının örneklerinden bol bir şey yoktur sanırım. Bu sözde “vecibelere” dinî demek, dinin kendisine yapılabilecek en büyük bühtandır. 
     
    Bu tür siyasi maksatlı yüklemeler yüzyıllar içinde o kadar artmıştır ki, gerçek dini ancak dışındaki bu kalın çeperi kazıyıp temizleyerek bulmak mümkün olacaktır. Bu sorunun farkına varıp ciddi ve hassas bir tasfiyeye gidilmediği sürece korkarım ki bu sorun derinleşerek devam edecektir. Tabii böyle bir tasfiyeyi yapabilmek için bu vazifeye girişecek olanların akli ve mantıki melekelerinin yerli yerinde olması gerekir. Bugünkü Müslüman toplulukları gibi eleştirel düşünme, sorgulama ve araştırma yetilerini neredeyse tamamen kaybetmiş toplumlar, bir nevi beyin ve akıl malulü engelliler haline geldikleri için böyle bir görevi ne kadar gerçekleştirebilecekleri tartışmalıdır. 
     
    Müslümanların takipçisi olduklarını iddia ettikleri dinleriyle çelişen garip halleri yüzyıllar boyunca birçok düşünür ve mütefekkiri ciddi şekilde rahatsız etmiş ve birçoğu bu rahatsızlıklarını dile de getirmiştir. Bu mütefekkirlerden biri de merhum Muhammed İkbal’dir. İkbal bir şiirinde kendi durumunu “Kaçtım Müslümanlardan, sığındım İslam’a” şeklinde dile getirir. Merhum Mehmet Akif de birçok şiirinde benzer şekilde yaşadığı dönemdeki İslam dünyasında hâkim olan keşmekeşliği, derbederliği ve şahit olduğu perişan hali dile getirir. Sorunların üzerinden asırlar geçse de neredeyse hepsi durduğu yerde duruyor maalesef. Bugün de haksızlıkta, adaletsizlikte, yoksullukta, sefalette, cehalette, insana ve doğaya saygısızlıkta, zulüm ve baskıda, çatışma ve hizipçilikte İslam ülkeleri başı çekmeye devam ediyor. 
     
    Şundan emin olabilirsiniz ki, kendi sokağını temizlemeden başkalarına temizlik dersi verdiği, hayati sorunları basit ve ucuz sloganlarla, ağdalı hamasetle çözebileceğini sandığı, ciddi bir zihniyet değişimine gitmediği sürece İslam dünyasının geleceği bugünden daha iyi olamayacaktır. Çünkü, İslam coğrafyasının büyük kısmına musallat olan siyasal İslamcılık sloganlar atmaktan ve hamasetten başka bir şey üretmiyor. Hamaset ve slogancılıksa üzerine düşeni yapmaktan kaçanların, sorunların üstünü örterek gerçekleri saptıranların işidir. Slogan ve hamasetin baskın olduğu yerde akıl, mantık ve düşünce terk-i diyar eder. Aklın ve düşüncenin yerini her daim manipülasyona ve coşmaya hazır hisler alır. Tıpkı bugün hisleri manipüle edilerek sürekli coşturulduğu için kendi perişanlıklarının, derin sefaletlerinin ve acınası hallerinin bile farkında olmayan Türkiye’deki kuru kalabalıklarda olduğu gibi... 

    13 Haz 2022 09:44