Onun ahlakı ve yaşantısı, vazifeli olduğunun en önemli deliliydi. Nebiler, sıddıklar, salihler, alimler ve veliler çizgisinde seksen yılı aşkın bir hayat sürmek başka nasıl, hangi açıklamayla izah edilebilir? Her anı, derin bir maneviyatla yoğrulmuş, her tavsiyesi insanlık adına bir ışık olmuştur. O, kendi iç yolculuğunda her türlü dünyevi arzu ve hevesi geride bırakmış, yalnızca ilahi emanetlere sadakatle bağlı kalmıştır.
Çağın bilgin ve alimlerinin birkaç adım önünde olduğu gibi, hizmetiyle de çağları aşmıştır. Onun izlediği yol, sadece ilimle değil, insanlığa yönelik derin bir sevgi, samimiyet ve adaletle de taçlanmıştır. Muhterem Hocaefendi’yi anlatırken insan mübalağa yapamaz; çünkü mübalağa bile onun ulaştığı zirvenin gerisinde kalır. İnsan olarak bir müceddid, müctehid ve mütefekkir sıfatlarını taşıyan Hocaefendi, gerçekten zirve bir insandır. Her insan gibi o da bir beşerdir ve peygamber değildir. Ancak o, o yolda bir kervanbaşıdır; insanlığın aydınlık geleceğine doğru giden o yolda, bir yıldız gibi parlamıştır.
Yaşadığı çağda, emanete en emin insandı. Onun rehberliği, bu güvenin en açık ve yanıltmaz kanıtıdır. Hayatı, başlı başına bir örnek teşkil eder. Ne maddi dünyaya meyil etti, ne de sahip olduğu ilmiyle kibir ve gösteriş yoluna saptı. Muktesit, mütevazı ve sade bir hayat sürdü. Kendisine bahşedilen ilahi nimetleri, son zerresine kadar insanlık için harcadı. Aç ve susuz kaldı, sabretti. Çilelere, dertlere ve ızdıraplara göğüs gerdi; bu yolda Nebileri rehber edinerek davasına sadakatle devam etti.
Kendinden önce gelenleri, hakikatin zirvesine diktiği bayraklarla hayranlık ve hayrete düşürdüğü gibi, kendisinden sonra gelenleri de aynı şekilde etkileyecektir. Hocaefendi’nin hayatı, sadece yaşadığı dönemi değil, onu takip eden nesilleri de şekillendirecek bir rehberlik sunmaktadır. Onun fikirleri, yıllar geçtikçe daha da derinleşerek, insanlığın ortak değerlerine ışık tutmaya devam edecektir.
Onun hayatı, hakikate adanmış bir ömrün nasıl yaşanması gerektiğine dair eşsiz bir örnek sunar. Dünyaya dair hiçbir şeyin kalbine yerleşmesine izin vermemiş, makam, servet ya da şöhret gibi aldatıcı heveslerin pençesine asla düşmemiştir. Yaşantısıyla, inançlarıyla ve insanlığa adadığı hizmetlerle gönüllerde taht kurmuş örnek bir önder olmuştur. O, gerçek manada bir hürriyet ve adalet mücadelesinin simgesi olmuştur. Herkesin eşit değer gördüğü, vicdanların ve hakların en üst düzeyde korunması gerektiği bir dünyayı hayal etmiş ve bunun için hayatını adamıştır.
Çilelerle yoğrulmuş hayatında, nefsinin değil, hakikatin sesini dinlemiş; dünyaya Rabbinin bir emaneti nazarıyla bakmıştır. O, dünya nimetlerine sırtını dönmemiş, ama onları asla kalbine koymamıştır. Her şeyin gelip geçici olduğunu, asıl değerli olanın insanın Allah’a olan yakınlığı ve hizmeti olduğunu her fırsatta vurgulamıştır. Sözleri ve yaşantısı birbiriyle uyum içindeydi. Samimiyeti ve sadakati, hem dostları hem de düşmanları tarafından tasdik edilmiştir. O, bir dava adamıydı ve bu dava yalnızca bir topluluğun değil, tüm insanlığın huzur ve saadetini hedefliyordu.
Hocaefendi, ilmiyle çağları aştı, kalemiyle insanlığa yön verdi. Yazdığı eserler, verdiği vaazlarla, konferanslarla ve ömrünü adadığı eğitim hizmetleriyle insanlığın zihnine ve gönlüne ışık saçtı. O, sadece akademik bir lider değil; aynı zamanda bir manevi rehberdi. Onun dersleri, insanın iç dünyasına hitap eden derinlikli birer ilahiyat ve felsefe dersiydi. Bugün dünyanın dört bir yanında, onun fikirleri ve rehberliğiyle hareket eden nesiller yetişiyor; okullar, kültür merkezleri ve yardım faaliyetleri onun izini takip ediyor.
İnsana bakışı, yaradılıştan gelen bir hürmet ve muhabbeti barındırıyordu. İnsanlara yalnızca kimlikleri, inançları ya da statüleriyle değil, birer emaneti ilahi olarak bakıyor; her birine ayrı bir değer biçiyordu. “İnsanı yaşat ki devlet yaşasın” düsturunu hayatının temel ilkesi haline getirmiş ve bu ilkeyle hizmet etmişti. O, insanları sevmekle kalmadı, insanlık onuru ve haysiyetini koruma noktasında her zaman ön saflarda yer aldı.
Hocaefendi yalnızca bir alim değil, aynı zamanda bir gönül insanıydı. Mütevazı yaşantısıyla herkese örnek olurken, bilgeliğiyle insanların gönlünde iz bırakıyordu. Onun kalbindeki sevgi, yalnızca bir topluluğa değil, tüm insanlığa yönelikti. Adaletin ve barışın dünyaya egemen olması için çalışırken, bütün insanları kucaklayan bir anlayışa sahipti. İnsanlık için umudu, sevgiyi ve adaleti var kılmaya devam etti.
Bugün, onun öğretileri ve hizmetleri dünyanın dört bir köşesinde yankılanmaya devam ediyor. Onun yetiştirdiği nesiller, insanlığa hizmet etme idealini taşıyarak yollarına devam ediyor. Gelecek kuşaklar da onun açtığı yolda ilerleyecek, insanlığa umut ve ışık olmaya devam edecekler. Onun izlediği yol, evrensel bir doğruyu temsil etmektedir ve bu doğrular zamanla daha da güçlenerek hayatımıza yön vermeye devam edecektir.
O, tarih boyunca nadiren görülen insanlardan biriydi. Hayatı, insanlığın hafızasında silinmez bir iz bırakacak; fikirleri ve hizmetleri, çağlar boyunca konuşulacaktır. Ve onun adı, adaletin, barışın ve insanlığa adanmışlığın bir simgesi olarak yaşayacaktır. İnsanların ruhunda derin bir iz bırakan bu nadir örnek şahsiyet, birer meşale gibi, karanlıkları aydınlatmaya devam edecektir.