Hak ve hürriyeti arayan adam, devrin zalim ve zorbalarının yüzüne karşı haykırıyor ve şöyle diyordu: “En ziyade muhtaç olduğum, hayatımda en esaslı düstur olan hürriyetimdir. Asılsız evham yüzünden emsalsiz tarzda hürriyetimin kayıt ve istibdatlar altına alınması beni hayattan usandırıyor. Değil zindanı, kabri bu hale tercih ederim. Ekmeksiz yaşarım, hürriyetsiz yaşayamam.”
Hak ve hürriyeti arayan adam, Şark vilayetlerini gezerek halkı istibdada karşı haklarına ve özgürlüklerine sahip çıkmaları gerektiği hususunda bilinçlendirmeye çalışıyor, medeni ve insanca bir yaşam için mücadele etmeye davet ediyordu. Gün be gün insanlığın hayatına daha fazla etki eden fenni gelişmelere kalp ve kafa kapılarını açık tutmalarını, dört elle ilim, bilim ve sanata sarılmalarını salık veriyordu. Kendi değerlerine sıkı sıkıya sarılmakla birlikte fen ve teknolojide Batı’nın yakaladığı seviyeye ulaşan Doğulu milletlerden örnekler veriyor, onların bu konudaki uyanışını Kürtlere model olarak sunuyordu.
Hak ve hürriyeti arayan adam, samimiyetle inanılan dinin insanları özgürleştireceğine ve başkalarının haklarına daha saygılı hale getireceğine inanıyordu. Dini hakikatlerin akla, gönüle ve vicdana mal edilip hakkıyla yaşanması halinde insanların kendilerini bulacağını, kendileri olacağını, kendi kendilerine yeter hale gelerek istismarcı din adamları zümresinin sultasından kurtulacaklarını ve böylece Allah’a hakiki bir kul olurken gerçek özgürlüğe ulaşacaklarını düşünüyordu. Bu düşüncelerini etrafındakilere anlatıyor, yazıyor, çiziyor ve “Ubudiyet noktasında hiç kimse senden büyük değildir ki, sen ona ibadet edesin,” diyerek kula kulluğun önüne aşılmaz duvarlar çekiyordu.
Hak ve hürriyeti arayan adam, din adamlarının sultasına ve devletin dayatmalarına karşı çıkarak dini hakikatleri topluma anlatmayı bir alim, aydın ve entelektüel olma sorumluluğu olarak görüyordu. Bu sorumluluğu yerine getirmek amacıyla çağın tüm meşru yöntemlerini kullanıyordu. Bir insanın ancak kendisi olabildiği, kendisi kalabildiği, özgür iradesini tecelli ettirebildiği ve özgürce düşünebildiği ölçüde önüne çıkan engelleri aşabileceğini, kendisine dayatılanlara boyun eğmeyerek gerçek özgürlüğe kavuşacağını anlatıyordu.
Hak ve hürriyeti arayan adam, toplumun ayağında prangalara, bileğinde kelepçelere, gözünde perdelere dönüşen Batıl inançları terk etmenin, her türlü gelişmenin önüne töre, örf, adet ve gelenek görüntüsünde çıkan köhnemiş duvarları yıkıp aşmanın yolunun da kendimiz olmayı başarmaktan geçtiğini öğütlüyordu. Ona göre, ancak bunu başarmış bir insan hak ve hakikati bulabilir, hakiki inancı en doğru şekliyle yaşayabilirdi. Çünkü, ona göre, ancak bunu başarmış olanlar dünyaya, çevrelerindeki olgu ve hadiselere başkalarının gözüyle bakmaya artık ihtiyaç duymaz ve kendi gözleriyle görmek, kendi akıllarıyla düşünerek olayları ve olguları değerlendirmek bahtiyarlığına ve özgürlüğüne kavuşabilirlerdi.
Hak ve hürriyeti arayan adamın bu düşünceleri, şüphesiz ki, abartılı bir bireyselleşmeyle her kafadan bir sesin çıkması, bireylerin kolektif şuurdan ve toplumdan tamamen soyutlanması anlamına gelmiyordu. Buradaki murat şunu ya da bunu taklidi terk etmekten, gerçeklere en azından ilmel yakin ve hakkel yakin seviyesinde nüfuz etmekten ibaretti. Yani yolunu bulma konusunda başkalarına tabi olmayı bırakıp kendi ayakları üzerinde durmayı, kendi yolunu bulmayı ve kendi olmayı başarabilmeyi salık vermekteydi.
Hak ve hürriyeti arayan adamın tüm fikirleri, idealleri ve hayalleri insanların barış, huzur ve mutluluk içerisinde özgürce yaşayabilecekleri bir vasatın oluşturulması üzerineydi. Bu vasatın oluşturulabilmesi için prensipler vaazediyordu. Bu prensiplerin en başına da fikir hürriyetini ve farklı inançlara saygıyı yerleştiriyordu. İnsanların ve diğer canlıların hakkına, hukukuna hürmeti salık veriyor, “mazlumun, mağdurun kimliğine bakılmaz” diyordu.
Hak ve hürriyeti arayan adam, sistemleştirdiği dünya görüşünün merkezine tüm insanlara, doğaya ve canlılara karşı sevgi, muhabbet, şefkat ve merhamet göstermeyi almıştı.Yaratılmış olanlar konusunda hiçbir ayrımcılığa gitmiyor, tüm canlılar için hayat hakkının kutsallığına vurgu yapıyordu.
Hak ve hürriyeti arayan adam, hep müspet hareket ediyor ve “Bizim vazifemiz imar ve tamirdir, ifsat ve tahrip değildir,” diyordu. Sevginin sevmeye, nefretin de nefret edilmeye layık olduğunun altını çiziyor ve tüm hayatını bu ilkeye göre yaşıyordu. Hak ve hürriyeti arayan adam, durmadan, bir lahza duraksamadan herkes ama herkes için hak ve hürriyeti arıyordu.