Maalesef!

  • Cuma Karaman
  • Cuma Karaman
    05 Kas 2021 10:27
    Günümüz İslam toplumu büyük çelişkileri ve paradoksları iç içe yaşıyor. Mesela bir taraftan güya durağanlığa, zihni bulanıklığa yol açan kalıtımsallaşmış tabuları yıkmak için uğraşılırken diğer taraftan yeni yeni tabular inşa ediliyor. Bu durum öğlene kadar inşa edilenin öğleden sonra yıkımına veya bir engeli ortadan kaldırmak için uğraşırken birçok engelin oluşmasına sebebiyet vermeye benziyor. Öyle ki, ıslah adına yapılanlar ifsada yol açabiliyor ve inşa adına yapılanlar tahribat doğuruyor. Bunlara yol açan başlıca sebep ise bu tür uğraşlar sırasında temel insani değerlerin, insan fıtratının gerektirdiklerinin bir türlü merkeze alınmaması. 

    Çelişkiler ve paradoksların oluşturduğu bu durum, maalesef, yeni bir sorun değil. Mesela, geçmişten bugüne dine dair görüşler arasındaki çelişkilere bir örnek olarak, “dinde zorlama yoktur” ve “Allah hakınızda kolay olanı diliyor” ayetlerine rağmen dinin bazı emirlerini yerine getirmeyenlerle ilgili çok miktarda ağır ve zorlayıcı fıkhı hükümlerin varlığını görebiliyoruz. Bu çelişkileri ortadan kaldırmaları beklenen İslami hareketlerin ise bu konuda bir metod ortaya koyma ve bu metodu kısmen dahi olsa hayata geçirme gibi bir çabalarına rastlanmıyor. Hele siyasal İslamcı hareketler Batılı olan her şeye muhalefet eden bir tepki hareketi olmanın ötesine bir türlü geçemiyor. Daha beteri, bu konuda yapılan takdire şayan bazı çalışmaların siyasal İslamcı hareketlerin hışmına uğraması. Kendileri dışında kalan herkese düşman olan bir zihniyete sahip siyasal İslamcılar, paspas olarak kullandıkları istismar alanlarını ortadan kaldıracaklarını düşündükleri kim olursa olsun üzerlerine çullanmaktan imtina etmiyor. 

    Birbirinden farklı siyasi ve düşünsel geçmişleri olan İslam dünyasının öncü ülkelerinden Mısır, Pakistan, Türkiye veİran’a baktığımızda dini alanın sadece muhalefet partileri ile iktidarlar arasındaki mücadelenin bir savaş alanı olarak kullanıldığına şahitlik etmekteyiz. Ne iktidarın ne de muhalefetin bir hak, hukuk, ahlak, erdem ve adalet mücadelesi vermediklerini görmekteyiz. Hak, hukuk ve adalet çoğunun nazarında bir şeylerin destekçisi ya da muhalifi olma kıstası olmaktan çoktan çıkmış. Partizanlık ve hizipçilik herkesin gözünü kör etmiş. Zalim bile kendilerinden olsa desteklemekten geri durmazken, en kesif zulümleri meşrulaştırmak için bükülmedik milli ve manevi değer bırakmıyorlar. Gayr-i meşru işlerin üstünü hiç çekinmeden istismar ettikleri dini ve milli değerlerle gösterişli bir şal gibi örtüyorlar. İktidarlarını din belliyorlar ve güçlerinin elden gitmesini dinlerinin gitmesi şeklinde görüyorlar. İktidarlarına,dolayısıyla dinlerine, musallat olduğunu düşündükleri muhaliflerine karşı her türlü ahlaksızlığı irtikap etmeyi dini ve milli bir görev addedebiliyorlar. 

    Biraz kulak kesildiğinizde ilimin ve bilimin bunların dünyalarında ve sözlerinde hiçbir yerinin olmadığı fark ediyorsunuz. Tarihin derinliklerine atıfla dillerine türlü türlü hamaset destanlarını doladıklarını, efsunlu kerametleri, kıymeti kendinden menkul gizemli kehanetleri, alayişli hikâye ve efsaneleri dönüp dönüp anlattıklarını görüyorsunuz. Sağlam bir mantığın ve ileri bir düşüncenin emaresi olabilecek ne bir parlak fikirlerine ne de ufuk açıcı bir sözlerine rastlayamıyorsunuz. Mantığın ve düşüncenin gelişmediği bir toplumun taklit ruhuna teslim olması kaçınılmazdır gerçeğinin tüm yansımalarını kendilerinde görebiliyorsunuz. Liderleri ve takipçileri bu şekilde olan toplumlara ise çağın gerçeklerini anlatmaya çalışmak zorlardan zor bir iş haline geliyor. Çünkü bu tür toplumlar her şeyi ellerindeki köhnemiş şablonlara göre ölçüyor, biçiyor. Katı mı katı şablonlarına uymayanı asla kabul etmiyorlar. Bu yüzden de çağın şartlarına ve ihtiyaçlarına uygun yeni ve yapıcı bir ruh inşa etmek yerine sürekli allayıp pulladıkları, üzerlerine türlü hamaset söylevleri kurdukları geçmişi diriltmenin peşine düşüyorlar. 

    Örnek görmek isteyen tamı tamına 20 senedir Türkiye’de iktidarda olan siyasal İslamcıların marifetlerini şöyle bir gözlerinin önünden geçirebilir. Yaptıkları maddi ve manevi tahribatın yıllarca eleştirdikleri oligarşik Kemalistlerin yaptıkları tahribattan daha az olduğunu kim iddia edebilir. Bu konuda diğer İslam ülkelerindeki tecrübeler de inanın hiç farklı değil. Bu sebepledir ki, İslam coğrafyası bugün, maalesef, acı ve dramın, kan ve gözyaşının coğrafyası haline gelmiştir. Buna rağmen, nifakın, ihanetin, katliamın ve kıtalin her çeşidinin yaşandığı, ahlaki sefaletin zirve yaptığı bu coğrafyanın lider ve halklarına soracak olsanız, size dünyada hakkı ve hukuku, ahlak ve adaleti hakim kılma mücadelesi verdiklerini söyleyeceklerdir. İsteyen inansın!
    05 Kas 2021 10:27