Müşrikler kadar olsun, insaflı birkaç insan yok mu? – 2

  • Dr. Selim Koç
  • Dr. Selim Koç
    19 Mar 2022 09:20
    Şartlar o kadar ağırlaşmıştı ki açlıktan ağlayan çocukların seslerinin vadide yankılanması hiç eksik olmuyordu.[2] Müşriklerin sağır kulakları muavenetin sesini duyuyor fakat toplama kampındaki masum bebeklerin ağlamalarını/çığlıklarını duymuyordu. Bazı çocuklar, yaşlılar yeterli beslenemediği bazı hastalar da tedavi edilemediği için ölüyor fakat müşriklerin kör gözleri hasta ve yaşlıların içler acısı hallerinden etkilenmiyor; tefessüh etmiş vicdanları hiç mi hiç sızlamıyordu. Bunlar şirkte ve zulümde en azılı zalimleri geçmeyi başarmış şeddeli müşriklerdi. 
     

    O günlerde yaşanan gıda sıkıntısıyla ilgili bir kareyi, Sa'd İbn Ebi Vakkas şöyle özetler: "Bir gece vakti  ihtiyacım için dışarı çıkmıştım. Küçük abdestimi yaparken yerde bir şey olduğunu hissettim. Eğilip elimle yokladım, baktım bir deve derisi parçası! Onu hemen aldım ve yıkadım. Daha sonra iki taş arasında biraz ezdim. Güzelce pişirdikten sonra da yedim. Bu bana üç gün yetti."[3]
     
     
    Vicdanı ölmemiş müşrik yakınlar da var!

    Zulüm bu boyuta ulaşmış olmasına rağmen azılı müşrikler bunu yeterli görmüyorlardı. "Bunlara değil yiyecek, bir yudum su bile verilmemeli!" diye çevrelerini kışkırtıyor; zulmün durmaması için yeni argümanlar/söylemler üretiyor, çığırtkanlık yapıyorlardı: "Müslümanlara zulmedenler, Ka'be'nin Rabbi'nin en yakın dostlarıdır!" diye düşünüyor onlara yapılacak zulmün sevabını (!) Hac ve umreye, tavafa eşdeğer tutuyorlardı. Düşmanlık etrafında tavaf yapmaktan başları da gözleri de döndüğünden ne dediklerinin farkında değillerdi. Tarihte haccı, umreyi ve tavafı da politikaya ve düşmanlığa alet etmekte ilk çığır açan onlar olmuşlardı.
     

    Ancak her şeye rağmen bunca şenaat ve denaete razı olmayan müşrikler de vardı. Onlardan bazıları sadece üzülmekle yetinmiyor; yakınlarına ve muhtaçlara sahip çıkma adına ambargoyu deliyor; içeriye gizlice yardım ulaştırmaya çalışıyordu. Mesela Hz. Hadice validemizin yeğeni Hakim İbn Hizam, bunlardan birisiydi. Kölesinin sırtına yiyecek dolu heybeyi koyup onu halasına gönderirken bir defasında Ebu Cehil'e yakalanmıştı. Düşmanlığın babası, "Benî Haşim'e yiyecek götüren sen misin? Allah'a yemin olsun seni teröristlere/hainlere yardım ve yataklık yapmaktan tutuklatacak ve Mekke sokaklarında teşhir etmeden bırakmayacağım!" diye tehdit etmiş ve bırakmak istememişti. Olup bitene şahit olan müşrik Ebu'l-Bahteri ise hakperestçe davranıp duruma müdahale etmiş: "Sana ne oluyor? Halasına yiyecek götüren bir kimseyi alıkoyacak kadar da vicdansız mısın? Karışma ona, serbest bırak gitsin." demiş ve onu insafa davet etmişti.
     

    Zulme, "Hayır!" diyen babayiğit bir müşrik: Hişam İbn Amr

    Hişam İbn Amr el-Haris de bu zulme razı olmayıp gizlice yardım etmeye çalışanlardan birisiydi. O, develerin sırtına yiyecek yükleyip gece karanlığında Ebû Talip mahallesinin yakınlarına kadar gelir ve kimsenin kendisini görmediğinden emin olunca develerin yularlarını çözüp vadiye doğru salıverirdi. Mahalleye kaçıp gelmiş gibi görülen develer de yükleri alındıktan sonra tekrar dışarı bırakılırdı.[4]  Hişam, müşrik olmasına rağmen akrabalarına yapılan bu soykırımı tasvip etmez ve insanları işsizlikle/açlıkla ölüme mahkum eden bu vicdansız zihniyete gücü yettiği oranda karşı çıkar. Kendisine verilecek cezayı ve karşılacağı bütün tepkileri göğüslemeyi göze alır ve akrabalık/komşuluk haklarını ihmal etmez. Hatta bununla da yetinmez ve bu zulmün bitirilmesi için medeni cesaret gösterir ve başı çeker.
     
     
     
    Masum ve mazlumları adım adım takip!


    Allah Resulü ve Müslümanlar haram aylarda ve Hac mevsiminde, soykırıma tabi tutuldukları dar kamp alanından çıksa bile müşrikler onları yine rahat bırakmıyor; birer şakî birer terörist gibi takip ediyorlardı. Bilhassa Efendimizin çevreden gelenlerle konuşmasına ve onlara tebliğde bulunmasına mani olmak için O'nu daha da kontrol altında tutuyorlardı. Mazlumların kendilerini ve haklılıklarını anlatmasından rahatsızlık duyuyor, bir taraftan onlar aleyhinde "Bunlar, atalarının dininden dönen sapıklar! Bunlara asla inanmayın, acımayın! Bunlar toplum düzenini bozan sefihler! Bunlar bizim gençlerimizi baştan çıkaran fitneciler. Aman ha! Siz de uzak durun, bozuk fikirleri size de bulaşmasın. Yoksa sizin de kafanızı çelerler! Bunlar sadece bizim için değil sizin hatta bütün insanlık için de çok tehlikeli!" diye aleyhlerinde propaganda yapıyor, "Bunlar suçlu! Bunlar vatan haini!" algısını daima canlı tutmaya çalışıyorlardı.
     

    Zulme ve soykırıma isyan eden müşrikler!


    Soykırım başlayalı tam üç yıl olmuştu. Müşrikler, müminlerin bu kadar kuşatmaya ve ağır şartlara dayanabileceklerini düşünmemişlerdi. İş uzayıp gidiyordu. Ancak işin uzaması müşriklerin lehine değil aleyhine olmuştu. Zira başlangıçta bu kararları onaylayanlar arasından; "Bu kadar yeter; bunca zulme artık seyirci kalmamalıyız!" diye düşünmeye başlayanlar vardı. Gözlerinin önünde olup biten bu zulüm ve apaçık cinayetler müşrik de olsalar vicdanlarına dokunmaya başlamıştı. 
     

    Başından beri böyle gaddarca bir uygulamaya yüreği "Evet!" demeyen Hişam İbn Amr el-Hârisî, bir gün durumu konuşup değerlendirmek için Züheyr İbn Ümeyye'nin yanına gider. Kendisiyle bir müddet sohbet ettikten sonra Haşimoğullarını kastederek şöyle der: "Ey Züheyr! Sen hanımlarınla rahat oturup kalktığın, arzu ettiğin her şeyi alıp yediğin, istediğin gibi serbestçe ticaret yaptığın halde, dayılarının bütün bunlardan mahrum bırakılarak soykırıma tabi tutulmaları, seni hiç üzmüyor mu? Allah'a yemin ederim ki sen onların yerinde olsaydın, onlar bu zulüm karşısında susmaz ve böyle davranmazlardı." Hişam İbn Amr, yerden göğe kadar haklıydı. Onun için Zuheyr, bu yaklaşım karşısında bir şey diyemez. Fakat anlaşılan o da yapılan bunca zulüm ve haksızlıklardan rahatsızdı. Biraz suskunluktan sonra şunu der: "Asıl sana yazıklar olsun, Ey Hişam! Ben yapayalnız bir adamım. Tek başıma ne yapabilirim ki? Allah'a yemin ederim ki benimle birlikte insaflı/vicdanlı bir kişi daha bulunsaydı bu ambargo kararlarını bozmak için başkaldırırdım!" Onun bu cevabı, Hişam'a yeter: "İşte bir adam buldun. Ben varım!" der. İnsaflı müşrik Züheyr, bu cümleyi işitince sevinir ve zulme karşı daha güçlü bir çıkış ve direniş için "O zaman git ve bir üçüncü kişi daha bul, gel!" der.[5]   
     

    Hişam İbn Amr, ondaki bu hakperestliği görünce kendisine daha da cesaret gelir ve başka taraftarlar bulmak ümidiyle hemen harekete geçer. İlk önce Mut'ım İbn Adıyy'e daha sonra Ebu'l-Bahteri'ye sonra da Zem'a İbn Esved'e gider. Müşrik de olsalar onlar da bu soykırımdan; insanlık, ahlak ve hukuk dışı bu uygulamadan ciddi rahatsızdırlar. Hepsiyle bu konuda tek tek görüşerek onların da bakışını ve onayını alır. Bu vicdanlı/insaflı müşrikler vakit kaybetmeden de bir gece vakti "Hacûn" da toplanır ve kendi aralarında bir yol haritası belirlerler. Üstelik ayrılmadan önce bu soykırım kararlarını kaldırıncaya  kadar mücadele edeceklerine dair de yemin ederler. 


    Biz nasıl yemek yer ve güzel elbiseler giyeriz!


    Sabah olunca Züheyr İbn Ümeyye ve arkadaşları Kabe'ye gelirler. Birlikte Beytullah'ı tavaftan sonra orada bulunanlara grup adına Züheyr şöyle hitap eder: "Ey Mekke halkı! Haşimoğulları ve Muttaliboğulları açlıktan helak olmak üzereyken biz nasıl yemek yer ve güzel elbiseler giyeriz! Siz de hiç insaf ve vicdan yok mu? Allah'a yemin ederim ki akrabalık bağlarını hiçe sayan ve sadece zulümden/soykırımdan ibaret olan bu ambargo kararları yürürlükten kaldırılmadan oturmayacağım."
     

    Bu konuşmayı metâfın bir köşesinden işiten Ebu Cehil, hemen onu susturmak ister ve şöyle bağırır: "Yalan söylüyorsun! Allah'a yemin ederim ki o kaldırılmayacak; onu kaldırmaya da kimsenin gücü yetmeyecek!" Ebu Cehil'in bu müdahalesi üzerine Zem'a İbn Esved devreye girer ve "Allah'a yemin olsun ki yalancı sensin! Biz o karara daha yazılırken bile razı değildik." der. Bu ifadeden öyle anlaşılıyor ki soykırım kararı alınırken de itiraz edenler olmuş fakat mahalle baskısıyla susturulmuşlardı. Zem'a'nın ardından hemen Ebu'l-Bahteri de sesini yükselttir ve onun haklılığını tasdik için şöyle haykırır: "Artık bu kadar zulüm yeter! Biz bu uygulamadan razı değiliz ve böyle bir soykırımı asla onaylamıyoruz! Sonuna kadar da bu zulme karşı durmaya kararlıyız!" Bu arada konuşmaları dinleyen Mut'im İbn Adiyy de bu yiğitçe çıkışa destek verir ve "Aslında ikiniz de doğru söylüyorsunuz. Bu söylenenlerden başkasını söyleyenler yalan söyler. Biz bu insanlık dışı kararın kendisinden de muhtevasından da Allah'a sığınırız." Hişam İbn Amr da aynı sözleri sarf edince Ebu Cehil ve taraftarları "Anlaşılan bu iş geceden bir yerde kararlaştırılıp buraya getirilmiş!" deyip susmak zorunda kalır. Zira asrın Firavununun yapabileceği bir şey kalmamıştır. Daha da üzerlerine gitmekten korkar ve geriye bile bakmadan kaçar gider.
     

    Bu gelişme üzerine hiç vakit kaybetmeyen Mut'im İbn Adiyy Kabe'nin içine asılı bulunan soykırım metnini indirmek için harekete geçer. Mut'ım, sahifeyi eline aldığında "Bismike Allahumme!" yani "Ey Allah'ım, Senin adınla." kısmı hariç bütün yazıların da güve tarafından yendiğini görür.[6]  
     

    Zulme ve soykırıma başkaldıran bu insaflı, vicdanlı müşrikler bu çıkışla yetinmezler ve işi tamamen sonlandırmak ve mazlumları hürriyetlerine kavuşturmak için silahlarını kuşanıp Ebû Talib mahallesine giderler. Yeni gelişmeden henüz haberi olmayan masumlar, "Ey Haşimoğulları! Ey Muttaliboğulları! Sizler suçsuzsunuz. Artık hepiniz evlerinize dönebilirsiniz. Ambargo ve soykırım kararları bugünden itibaren geçersizdir. Bundan sonra size zarar vermek isteyen kimse karşısında bizi bulur."[7]  nidalarıyla açık hava hapishanesinden çıkar ve büyük bir sevinç yaşarlar. Meğer bir güvelik saltanatları olan zalimlerin karşısına çıkabilecek birkaç babayiğit ve birkaç hakperest gerekiyormuş. Bunun için de sadece güve kadar cesaret ve bazı insaflı müşrikler kadar vicdanlı ve dirayetli olmak yetiyormuş. Ne diyelim? Darısı, günümüzün soykırımcı bizim zalimlerin başına!  


    Büyük bir sabırla ve ümitle göğüslenen bu üç yıl içerisinde çok ciddi yokluklar ve sıkıntılar yaşanmıştı. Bu ağır şartlara dayanamayan bir çok kimsede yeterli beslenememekten veya hastalıktan dolayı vefat etmişti. Fakat bu zaman zarfında kabile fertlerinden ne müşrik ne de Müslüman hiçbir kimse "Ey Muhammed! Bu yaşadığımız sıkıntılar, Senin yüzünden başımıza geldi." diye Peygamber Efendimizi tenkit etmemiş; aralarında hiçbir kimse bu konuda dava arkadaşlarını ve yakınlarını suçlamaya kalkışmamıştı. Yine inanan-inanmayan hiçbir kimse "Bunca şeyleri yaşıyorsak demek ki davamız/yolumuz hak değil!" diye yürüdüğü yolun haklılığını sorgulamamıştı. Ve yine ne müşrik ne de Müslüman hiçbir kimse "Artık vazgeçelim, yoksa bu iş bizim ve ailemizin hayatına mal olacak!" diye korkup elini gevşetmemiş, yürüdüğü yoldan dönmeye ve Allah Resûlünü yalnız bırakmaya kalkışmamıştı. Soykırımın bütün ağır şartlarına birlikte katlanmış ve bu uğurda gerekirse fert fert can vermeye azimli ve kararlı olduklarını göstererek boykotu iman ve teslimiyetle yarmış; haklılıklarını aleme duyurmuşlardı.
     

    Tabii bu süreçte işin önemli bir diğer tarafı da Müslümanların dengeli tepkileri ve daima müspet hareket edişleri olmuştu. Zira her türlü şiddete, soykırıma, hakarete ve yokluğa rağmen bu dönemde Müslümanlar asla şiddete başvurmamış bütün yaşadıkları acıları ve yoklukları sabır ve mülayemetle göğüslemişler; böylece hem kendilerine zulmeden müşriklere hem de bütün çevre kabilelere insanlık dersi vermişlerdi. Arap Yarımadası, zalimlerin bu zulmünün yanında asıl Müslümanların adeta melekler gibi davranışını/duruşunu konuşmaya başlamıştı. Zahiren abluka altına alınmışlardı ama Yarımadada onların namı yürüyordu. Bu yönüyle kuşatma onlar için büyük ve çok etkili bir tanıtım olmuştu. Artık dikkatler Resûlüllah'ın ve İslam toplumunun üzerine daha da yoğunlaşmıştı.
     

    ________________________________________
    [1] Bkz. İbn Hişam, 2/6; İbn Sa'd, Tabakat, 1/152; Beyhaki, Delailu'n-Nubüvve, 2/310
    [2] İbn Sa'd, Tabakat, 1/152
    [3] Ebu Nuaym, Hilyetü'l-Evliya ve Tabakatü'l-Asfiya, I/93
    [4]  İbn Hişam, II/19
    [5] İbn Hişam, II/19-20
    [6] İbn Hişam, II/20-21
    [7] İbn Sa'd, Tabakat, I/153

    19 Mar 2022 09:20