"Haksızlık yapıp tüm insanlarla birlikte olmaktansa, adaletli
davranıp tek başına kalmak daha iyidir."
— Mahatma
Gandhi
Geçtiğimiz Çarşamba, 25 Haziran’da Strazburg’daydık.
Avrupa'nın dört bir yanından gelen binlerce insan, bu yıl dördüncü kez Avrupa
İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) önünde buluştu. Gönüllüler, adalet arayışlarını
yalnızca kendileri için değil, sesi kısılmış tüm mazlumlar adına bir kez daha
yüksek sesle dile getirdi.
Peacefull Actions Platformu tarafından düzenlenen bu adalet
nöbeti, "herkes için adalet" çağrısını merkeze alan bir vicdan
buluşmasıydı. Kalabalığın ortak talebi; Osman
Kavala, Selahattin Demirtaş, Hidayet Karaca, Ali Ünal, İlhan İşbilen, Mehmet
Baransu, Can Atalay ve Ekrem İmamoğlu gibi muhalif figürlerin, seçilmiş
belediye başkanlarının ve on binlerce Hizmet gönüllüsünün hâlâ özgürlüklerinden
mahrum olmasıydı. AİHM’in Yalçınkaya kararına rağmen, yüz binlerce insanın hâlâ
hukuksuz biçimde mahkûm edildiğine dikkat çekiliyordu.
Strazburg’da düzenlenen
programda, Avrupa’nın farklı ülkelerinden gelen milletvekilleri, Türkiye’deki
adaletsizliklere karşı güçlü mesajlar verdiler.
Avrupa Konseyi Parlamenter
Meclisi (AKPM) üyesi Fransa milletvekilleri Emmanuel Fernandes ve Sandra
Regol’un yanı sıra, İspanya’dan Laura Castel, Belçika’dan Benjamin Dalle ve
Christophe Lacroix ile Almanya’dan Vinzenz Glaser, Türkiye’de yaşanan hukuksuzlukların
artık göz ardı edilemeyeceğini vurguladı.
Fransa milletvekili Marietta
Karamanli ise katılımını önceden bildirmesine rağmen programa son anda
katılamadı.
Etkinliğe ayrıca; Amerika’dan aktivist Enes Kanter Freedom,
Paris Barosu’na kayıtlı Fransız avukat Anaïs Lefort, Norveç Kiliseler
Birliğinden Dag Aakre, Norveçli yazar Odd Anders With ve Lyon’dan gelen Fransız
aktivist Valérie Thatcher gibi isimler de konuşmalarıyla katkı sağladı.
Ama bütün bu konuşmalar arasında öyle bir ses vardı ki, topluluğa
değil, doğrudan kalplere hitap etti.
KHK’lı Hâkim Sevda Güven, sözlerine başladığında
sadece bir konuşma yapmıyordu; o an orada bir direnişin özetini, bir vicdanın
sessiz çığlığını ve bir annenin feryadını dile getiriyordu.
Konuşmasında söylediği şu cümle, belki de o gün orada
bulunan herkesin yüreğine kazındı ve vicdanı pas tutmayan herkesde
yankılanacaktır:
“Sesi olmayanların sesi olmak, hak ve
hukuk mücadelesinde saf tutmak için buradayım.”
Sevda Hanım’ın hikâyesi, aynı zamanda bir hayat arkadaşının
acı dolu vedasının da hikâyesi… Eşi Emniyet
Müdürü Zeki Güven, 1992 yılında Polis Akademisi’ni birincilikle bitirmiş,
Ankara’da görev yaptığı yıllar boyunca vatanına sadakatle hizmet etmişti.
Şırnak Emniyet Müdür Yardımcılığı görevindeyken, ekibiyle birlikte yılın en
başarılı emniyet teşkilatı seçilmiş, dönemin Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'den
ödül almıştı.
Zeki Güven’in tek bir amacı vardı: Bu ülkenin güvenliği için
gece gündüz çalışmak. Çoğu zaman evine gitmeden emniyette sabahlar, Ankara’da
bomba patlamadığı her sabah için şükrederdi. Ama ne yazık ki 2014’ten itibaren
hakkında soruşturmalar başlatıldı, 2015 başında hakkında yakalama kararı
çıkarıldı, 2018 yılına kadar gaybubet yılları yaşadı.
Sonrası yıllarca adalet tecelli etsin diye uğraşırken
adaletsizce bir tutuklanma…Samsun Cezaevi’nde tutuklu eşine yazdığı mektupta
yemeklerini yıkamadan yemediğini yazıyor. 40 gün sonra Sincan Cezaevi'nden
çıkan soğuk bir tabut. Leviathan bir evladını daha acımasızca yiyordu.
Sigara dahi içmeyen, hayatında karıncayı bile incitmemiş bir
adam; geride gözü yaşlı bir eş ve iki evlat bıraktı: 22 yaşındaki tıp öğrencisi
Ahmet Zihni ve henüz 10 yaşındaki Zehra Reyyan…
Zeki Güven, yakalandığı günkü duruşuyla hatırlanıyor hep.
Sessiz, vakur, güler yüzlü. Namaz dışında hep tebessüm eden bir yüz, kimseye
kötülüğü dokunmamış bir insan. Yakınları anlatırken şöyle diyorlar:
“Silah taşımazdı, gülmediği tek zaman
namaz kıldığı anlardı.”
O gün Strazburg'da yüzlerce konuşma, yüzlerce slogan duyduk.
Ama benim zihnime en çok kazınan şey; Hakime
Sevda Güven’in kararlı, vakur ve mazlum duruşuydu. Her kelimesi, binlerce
insanın hissiyatına tercüman olacak bir adalet çığlığıydı.
O çığlık, sadece bir eş için değil; bir dönemin yargısız
infazlarına uğrayan herkes içindi.
Adalet yürüyüşüne gelenlerin
gözlerinde kararlılık ve cesareti gördüm. Birbirini yıllardır görmeyen
dostların yürekten kucaklaşmalarına, programa gelemeyen dostlarına,
gözyaşlarıyla canlı bağlantı yapanlara şahit oldum.
Adalet er ya da geç gelecek.
Ve bu yapılanların hesabı, önce hukuk önünde, sonra da hakikatin şaşmaz
terazisinde sorulacaktır.
Dünyada görülmeyen nice dava,
ötelerdeki şaşmaz mahkemede mutlaka görülecek.
Çünkü orada, zerre miskal bir hakkın bile isabetle
yerini bulduğu gerçek bir mahkeme var.
Ama o güne dek...
Thomas Jefferson’ın dediği gibi:
“Adaletsizlik yasa haline geldiğinde, direniş bir görev olur.”
https://x.com/paplatformu/status/1937820177992671308?s=46&t=Z2k-iSuoAMgeVrPQYlACNQ