Tarihe adı “Suçişleri Bakanı” olarak geçen Süleyman Soylu, son 1 buçuk yıldır hayatının en zor dönemini yaşıyor. Kudretli ve haşin görünmeye çalışıyor, esiyor gürlüyor ancak çabaları malum hakikati gizlemeye yetmiyor.
Hemen her uyuşturucu baronu ve mafya lideri ile yakın irtibatı olan Soylu, tahmin edilenin çok ötesinde zor durumda. Suçluları, baronları, mafya liderlerini koruyup kolladığı için değil elbette zor durumda olmasının sebebi. Onun sıkıntısı bizzat Tayyip Erdoğan’dan kaynaklanıyor.
Süleyman Soylu, Demokrat Parti genel başkanlığından ayrıldıktan sonra Ergenekon’la mesafeli bir profil çizdi. 2009 yerel seçimleri döneminde sert muhalefet ettiği, hırsızlıkla ve yolsuzlukla suçladığı Erdoğan’a ve AKP’ye yaklaştı. Erdoğan, Numan Kurtulmuş’la birlikte onu da aldı AKP’ye. Bu sayede biri İslamcı kanattan, diğeri de merkez sağdan iki eski parti liderini peşine takmış oldu.
Soylu, AKP’ye katıldıktan sonra, her kompleksli eklenti gibi, rüştünü ispat çabasına girdi, kraldan çok kralcı oldu. Troll orduları kurdu Erdoğan için. Dalkavuklukta ve komitacılıkta hayli maharetli olduğunu kanıtlayınca, Erdoğan ona İçişleri Bakanlığı koltuğunu verdi.
İçişleri bakanı olunca, sosyal medyada kendi troll ağını oluşturmaya çalıştığı gibi, mafyada da örgütlenmeye başladı. Ayhan Bora Kaplan, onun mafyadaki prensi idi. Valilikleri ve emniyet müdürlüklerini Devlet Bahçeli ve Mehmet Ağar’ı gözeterek şekillendirdi.
Mafya ve uyuşturucu baronları ile “Al takke ver külah” gününü gün ederken, aniden kara bulutlar toplandı başının üstünde. Erdoğan’ın damadı Serhat Albayrak’la çatışmasını, sırtını Mehmet Ağar ve Devlet Bahçeli’nin temsil ettiği kliklere dayayarak idare edebiliyordu. Ancak bu kez hiç de kolay lokma olmayan bir isimle karşı karşıya kaldı. Veli Küçük ve ekibinin yetiştirdiği Sedat Peker çıktı Soylu’nun karşısına. Üstelik Peker, Soylu’ya göre devletin derinlikleri konusunda 30 yıllık mazisiyle çok daha tecrübeliydi. Peker, “Süslü Sülü” lakabını taktığı Soylu’nun kirli çamaşırlarını döktü ortaya. Peker’i Soylu’ya karşı bu denli hiddetlendiren husus, eşinin özel eşyalarının teşhir edilmesiydi.
Soylu, çaylak olması nedeniyle Peker’in saldırısına karşı kontrollü karşılık veremedi. Mehmet Ağar’ın tepkilerine bakıp ders çıkarabilirdi. Fakat Soylu, güç sarhoşluğu içinde Peker’le aşık atmaya kalktı. TRT’ye canlı yayına çıkıp Peker’e hakaret etti.
Akabinde Haber Türk’teki servis elemanı Veyis Ateş’in de bulunduğu bir programa çıkıp Peker’e hakaretlerini sürdürdü. Soylu’yu kontrolden çıkaran husus aslında Peker’in iddialarından çok, Erdoğan’dan beklediği desteği bulamamasıydı.
İktidarını tehdit eden, kendisine hesap soran, muhalefet eden kim olursa, “Eyy” nidalarıyla hakaret ve tehdit yağdıran Erdoğan, Peker’e ağzını açıp iki laf edemiyor, Soylu’ya da sahip çıkmıyordu. Çünkü Peker’in neler yapabileceğini, neleri ifşa edebileceğini biliyordu Erdoğan. Onun da gücü diğer diktatörler gibi sadece zayıflara yetiyordu.
Peker’e karşı ortada bırakıldığını düşünen ve Erdoğan’ı sahaya çekmeye çalışan Soylu, şantaj mahiyetinde bir ifşaatta bulundu. AKP’nin Merkez Yönetim Kurulu üyesi eski milletvekili ve Erdoğan’ın çocukluğundan beri arkadaşı olan Metin Külünk’ün Sedat Peker’den her ay 10 bin dolar aldığını açıkladı.
Soylu kamuoyuna açıktan isim vermedi, yoğun baskılardan sonra ismi TBMM Başkanı Mustafa Şentop’a açıkladı. Ancak herkes Peker’in maaşa bağladığı bu kişinin Metin Külünk olduğunu anladı. Nitekim kısa süre sonra Peker, rakamın 10 bin dolardan çok daha fazla olduğunu ve çanta çanta para verdiği kişinin de Metin Külünk olduğunu itiraf etti.
Süleyman Soylu, kendisine arka çıkmaya mecbur etmek için, Metin Külünk’ün adını vererek Erdoğan’ı da Peker’in hedef tahtasına soktu. Çünkü Metin Külünk, Erdoğan’ın sadık kasalarından biriydi. Külünk’ü Peker’den ve benzeri isimlerden aldığı paraları tek başına yemiyordu elbette.
İşte Erdoğan’ın Soylu’nun kalemini kırdığı an o andı. “Kucağa oturtma” operasyonlarının deşifre edilmesi konusunda son derece hassas olan Erdoğan, Soylu’yu defterden sildi. O günden sonra, Soylu’ya ne güçlü bir şekilde sahip çıktı ne de yakın bir görüntü verdi.
Devlet Bahçeli ve Mehmet Ağar’ın onayını alamadığı için Soylu’yu bakanlıktan alamadı ancak “ihaneti” de unutmadı ve asla affetmedi. En hassas olduğu nokta olan para ilişkilerinin ifşa edilmesine tahammülü yoktu. Nitekim Sedat Peker’i Birleşik Arap Emirlikleri aracılığıyla susturması da yine ibrenin kendisine dönmesinden sonra oldu.
Peker, “Deyyusu ekber” diye nitelendirdiği Hasan Yeşildağ’ın ipliğini pazara çıkarana kadar Erdoğan, Peker’in susturulması için esaslı bir girişimde bulunmamıştı. Peker, Hasan Yeşildağ ve akabinde Zehra Taşkesenlioğlu ile Serkan Taranoğlu dosyalarını açınca harekete geçti Erdoğan. Devlet Bahçeli gibi en ağır hakaretleri etsen de sineye çeker, afiyetle yutardı. Ancak mevzu kasalarını patlatmak, yani kucağa oturtma operasyonlarını deşifre etmek olunca iş değişiyordu onun için. Soylu da hayati bir hata yaptı, Erdoğan’ın kasası Metin Külünk’ü deşifre etti. O gün bugündür de iki yakası bir araya gelmiyor Soylu’nun.
Erdoğan, İstiklal Caddesi’ndeki patlamadan sonra, Soylu’dan değil, İstanbul Valisi’nden bilgi aldığını açıklıyordu. Soylu, Erdoğan’ın Biden’la yapacağı görüşmeyi sabote edercesine saldırıyı ABD’nin yaptırdığını iddia ediyor ve “ABD’nin taziyesini kabul etmiyoruz” diyordu; lâkin Erdoğan ABD’ye teşekkür ediyordu.
Erdoğan, Soylu’nun “görevden affı”nı kabul etmedi ve “Sen istifa edemezsin, ben seni görevden alırım” dedi. Bahçeli’den çekindiği için bakanlıktan da alamıyordu Soylu’yu. İpleri Bahçeli ve Perinçek ve arkalarındaki güç odaklarına kaptırdığı için, bir bakanı dahi görevden alamaz hale geldi.
Hasılı, Erdoğan da Soylu da epey bir zamandır azapta. Kamuoyuna istedikleri kadar rahat ve güçlü fotoğraf versinler, hakikat değişmiyor. Erdoğan, Soylu’nun kalemini kırdı, fakat görevden alamayacak kadar da eli kolu bağlı.