Profesör Mehmet Altan, Silivri’de tutuklu iken, Necip Fazıl Kısakürek’in “Müdafaalarım” (Savunmalarım) kitabına rastlıyor.
Yıllarca yargılanan ve öldüğü tarihte hakkında 100 yıl kadar (evet yüz yıl) hapis cezası bulunan Kısakürek, 1953’te “Malatya davası” olarak bilinen davada hakkındaki iddialar için şöyle diyor:
“Hem yalancılık, hem akılsızlık, hem peşin kin ve acemilik, hem tahrif ve hem hezeyan bu dünyada hangi savcıya nasip olmuştur? Bilmiyorlar ki tarihte ve en korkunç zulüm devirlerinde fevkalade (olağanüstü) mahkemelerin fevkalade üstü fevkalade savcıları icabında vesika (belge) uyduracak kadar iffetsiz; fakat hukuk ve mantık uydurmaya kalkışmayacak kadar mahcupturlar…”
Mehmet Altan, Necip Fazıl Kısakürek’in bu savunmayı yaptığı 1953 yılında doğdu. Tam 64 yıl sonra, yine yalanlarla dolu bir iddianame ile Silivri’ye konuldu, üniversiteden atıldı, üç kez müebbetle yargılandı, 19 ay tutuklu kaldı. Evinde bulunan 10 sene öncesine ait yırtık “bir dolar”, polisler tarafından yırtık köşesi kapatılarak kameraya kaydedildi ve bu yırtık-eski bir dolar yeniymiş gibi dava dosyasına belge olarak girdi.
Merhum Necip Fazıl Kısakürek’in yargılandığı 1953 Türkiye’sinde bu yalanları uydurabilecek savcılar herhalde çok azdı ki Kısakürek bu ifadeleri kullanıyor. Ama ne yazik ki, bugünün Türkiye’sinde bu savcılardan belki yüzlerce var.
Bir kaç gün önce nihayet tahliye edilen Ahmet Altan’ın Silivri’de yaptığı savunmaları baştan sona okuyun, Türkiye’de bugün yargının içinde bulunduğu korkunç durumu nasıl Necip Fazıl gibi ustalıkla anlattığını görün…
Savunmasına şöyle başlıyordu Ahmet Altan:
“İddianame olduğu ileri sürülen, zekadan ve hukuktan yoksun, ağırlaştırılmış müebbet gibi heybetli bir cezayı taşımaya mecali yetmeyen bu cılız metin ciddi bir savunmayı asla haketmiyor. Ama benim hakkımda söylenen yalanları gördüğümde 15 Temmuz’dan sonra hapse atılan binlerce insanın nasıl bir hukuk katliamının kurbanı olduklarını daha iyi anladım. Hakkında yalan söylenen tek kişi ben olamayacağıma göre bu tür yalan dolu iddianamelerin zehirli bir sarmaşık gibi yargıya dolanıp onu boğduğunu kabul etmemiz gerekiyor.”
“Adliye sarayları insanların boğazlandığı mezbahaya dönmüş, hukuk sistemi cüzzama yakalanmış” diyen Ahmet Altan, daha sonra hakkındaki yalanları tek tek çürütüyordu.
Necip Fazıl Kısakürek, avukatına, “Sokrates’in savunmasını okudun mu, Sokrates’in savunmasını okumadan avukat olamazsın” demişti.
Muhtemelen gelecekte entellektüel insanlar avukatlarına, “Ahmet Altan’ın savunmalarını okudun mu, bunları okumadan iyi avukat olamazsın” diyecekler…
Ahmet Altan, sadece kendisi icin savunma yapmadı, bu dönemin bütün mağdurları adına tarihe ve gelecek nesillere seslendi. Zaten bu yüzden serbest bırakıldıktan sonra bir daha tutuklanıp Silivri’ye atıldı.
Biri bir yemek ortamında olmak üzere iki kez karşılaştım Ahmet Altan’la…
Konu İslam'a ve Müslümanlara gelince söylediği şu sözleri hiç unutmuyorum:
“Benim din ile ilişkim belli, ama ben İslamiyeti seviyorum. Çünkü Islam, Müslümanlara yalan söylemeyin, sahtekarlık yapmayın, hırsızlık yapmayın diyor, rüşvet yemeyin diyor.İslam başkalarına haksızlik yapmayın, adaletli olun diyor…”
Ve sözü günümüz Müslümanların getirip, bu prensiplere ne kadar riayet ettiklerine bakalım demişti.
Ahmet Altan’ın Islam’a dair bu sözlerini duyunca şaşırmadım. Çünkü ezan yazısını, zaman zaman ziyaret ettigi caminin kubbesi altında yaşadığı huzuru biliyordum.
Ahmet Altan, Turkiye’de kitapları bir milyon satan, bu kitaplarının geliri ile çok rahat bir hayat yaşayacak bir insandı. Ondan önce kitapları bu kadar çok satan ikinci bir romancı var mı bilmiyorum.
Taraf gazetesi genel yayın yönetmeni olması, babası Çetin Altan ve Necip Fazıl gibi insanları yargılayan, 12 Eylül’de ve 28 Şubat’ta insanları ezen sistemin demokratikleşmesi çabalarına katkı içindi.
Ahmet Altan’ı Silivri’ye kapatanlar, onun Taraf gazetesi yayın yönetmeni kimliğini cezalandırdılar. Hakkında uydurdukları yalanlar bu yüzden…
Ahmet Altan’ın, “Ekonomik sıkıntılar olmasa Taraf gazetesini 250-300 bin satan bir Milliyet gazetesine dönüştürürüz” sözlerini hatırlıyorum.
Taraf gazetesinin ekonomik sıkıntıları hiç bitmedi, gazetenin sahipleri bir ara ayaklarına gelen çok onemli bir fırsatı, gazetenin çoğunluk hissesini ellerinde bulundurmak kaygısı ile kaçırdılar.
Eğer gazete o zaman el değiştirseydi, muhtemelen kısa sürede 250-300 bin satan bir büyük gazeteye dönüşecek ve yeni sahibinin imkanları, kimliği sebebiyle muhtemelen 15 Temmuz’dan sonra kapatılmayacaktı.
“Eğer şöyle olsaydı, böyle olmazdı” diyeceğimiz daha pek cok hadise var ama, ne ver ki geçmişin olaylarını değiştirmeye imkan yok…
Sonuçta Taraf, Ahmet Altan’a da ekonomik sıkıntı yaşattı, bunu da biliyorum.
Ergenekon ve Balyoz davalarında Ahmet Altan’ı taraflı gazetecilik yapmakla suçlayıp, ikince kez tutuklanmasına sevinen ve şimdi tahliye edilmesine kızanlar, acaba emekli amirallere yapılan muameleden sonra biraz olsun uyanırlar mı diye düşündüm.
Hala aynı tavrını sürdürenler var. Halbuki kalp hastası yaşlı amiralleri nezarete atan, 80 yaşındaki emekli koramiral Atilla Kiyat’a elektronik kelepçe takan irade ile, Ahmet Altan’ı Silivri’ye kapatan irade aynı…
Ahmet Altan, “Benim için bu yalanları uyduranlar, bana bunları yapanlar diğer insanlara hayli hayli yapar” diyerek bu dönemin bütün iddianamelerini usta bir yazarın dili ile, hapsedilmekten korkmayan bir aydın cesareti ile mahkum etti.
Karşısındaki hakim cuppesi giymiş kişilere söyle seslendi:
“Sizden korkmuyorum, beni hapiste tutabilirsiniz. Gerekirse ömrümün sonuna kadara hapiste yatarım, ama şunu unutmayın bu davada aslında yargılanan sizlersiniz, bir gün hukuk bu topraklara geri döndüğünde bu yaptıklarınızın hesabı mutlaka sorulur. Hukukun muhteşem bir gücü vardır, askıya alınabilir ama ölmez, bir gün mutlaka geri döner.”
Ahmet Altan’nin birinci büyük suçu, Tayyip Erdogan’ı eleştirmesi ve bu dönemin bütün hukuksuzluklarına karşı çıkması… Evet cüzzama yakalanmış, mezbahaya dönüşmüş mahkemelerde sadece kendini savunmadı.
Ahmet Altan’ın ikinci büyük suçu ise, Taraf gazetesinin genel yayın yönetmeni olması…
Keşke onu yargılayanlar da kendisi gibi mert olsalar ve “Senin suçların bunlar, bunlardan dolayı seni cezalandırdık” diyebilseler…
Bunu diyemedikleri için, savcıları ve mahkemeleri yalanlarına alet ettiler.
Halen Türkiye’de bu tezgah devam ediyor ve 15 Temmuz’un üzerinden beş yıl geçtiği halde hala her hafta insanlar gözaltına alınıyor, nezarethanelerde işkence görüyor.
Emekli amirallerin konulduğu nezarethanelerde bile o hafta bu insanlar vardı.
Ahmet Altan’ın farkı, gördüğü her haksızlığa isyan etmesi, her hukuksuzluğa itiraz etmesi…
Allah ona böyle bir meziyet ve cesaret vermiş.
Bu cesareti herkesten beklemeye hakkımız yok, ama hiç olmasa insan bizzat şahit olduğu bir hadiseden sonra mevcut fikirlerini ve kanaatlerini gözden geçirmeli degil mi?
Hiç olmazsa bunu beklemeye hakkımız yok mu?
Daha önce ifade etmiştim. Despot yönetimler, mağdurları kimlikleri ve fikirleri uzerinden ayrıştırarak, gerekirse onları birbirlerine kırdırarak ömürlerini uzatırlar.
Senin ve benim hakkımda bu yalanları uyduranlar aynı ise, sana ve bana bu baskıyı yapanlar aynı ise, birbirimizle uğraşmanın bir mantığı var mı?
Memleket bu baskı ve tedhiş altında iken yaşananlara bakın, daha önce hiçbir hükümet döneminde görülmemiş şekilde Merkez Bankası’nın 128 milyar doları kayboluyor. Merkez Bankası’nın göz önündeki, gayet açık bu meblağı böyle buharlaşıyorsa, varın örtülü ödeneği ve diğer hazine varlıklarını düşünün…
Sonuç gayet açık değil mi? Rejim tek adama teslim edilince ortada ne yargı, ne Merkez Bankası ne de devlet kalıyor.
“Şahsımın” yargısı, “Şahsımın” Devleti, “Şahsımın” Merkaz Bankası…
Eminim ki “Stratejik Ortak” Katar Emiri bile gıpta ediyordur bu Türkiye’ye…
Dünyanın tanınmış yazarlarının girişimleri ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kararı olmasa Ahmet Altan hapisten çıkamazdı.
Alman vatandaşı gazeteci Deniz Yücel ve ABD vatandaşı Rahip Brunson gibi…
Ahmet Altan Silivri’de esirdi. Halen oradaki binlercesi gibi…
Hala ABD’nin yeni Başkanı Biden’den gelmeyen telefonun yolunu açmak ve Avrupa’ya şirinlik için belki Osman Kavala ve Selahattin Demirtaş da bırakılacak. Onlar da esir çünkü…
Yazıyı Ahmet Altan’ın sözüyle bitirelim: “Hukukun muhteşem bir gücü vardır. Hukuk ölmez ve bir gün mutlaka geri gelir.”
Buna “masumiyetin gücü” de diyebilirsiniz…
İşte o gün, bütün masumlara zindan kapıları açılır.