Korona virüsü hadisesi sebebiyle uzun zamandır ziyaret edemediğim Fethullah Gülen Hocaefendi’yi dün çok kıymetli bir dostumuzla birlikte ziyaret ettik.
Her ziyarette, Hizmet insanlarının maruz kaldığı büyük sıkıntılar sebebiyle Hocaefendi’nin yaşadığı hüzne şahitlik etmenin yanında, burası benim için bir inşirah mekanıdır.
Ruhumun ve kalbimin, “Doğru yerdesin ve doğru taraftasın” inşirahını yaşadığı mekan…
Dün de öyle oldu. Hocaefendi ile geçirdiğimiz yaklaşık üç saatte, karşımızda yüzbinlerce insanın acısını yüreğinde yaşayan bir hüzün abidesi vardı, ama içinde yaşadığı o büyük yangınla beraber, gündemi “Hizmet”ti.
Hizmet Hareketi'nin yetiştirdiği nadide değerlerden biri olan Ahmet Kurucan, yıllar önce Hocaefendi’nin mekanından yazdığı yazıları kapsayan kitabına “Huzurdan Esintiler” adını vermişti.
Evet burası hem bir ilim ve Irfan; hem de “huzur” mekanı… Ve galiba en başta, inşiraha erdiğiniz, ölçüler yakaladığınız Hizmet mekanı…
Bu yazıda sizlere Hocaefendi’nin mekanından bazı notlar paylaşacağım.
Zindana atılan çok kıymetli bir insandan bahsettiğimde Hocaefendi, “Hapishaneyi değerlendirdi, oradaki sıkıntıyı giderecek şeyler yaptı..” dedi.
Zindandaki Hizmet insanları, o zulüm altında, o sıkıntılı mekanları değerlendirecek şeyler yapıyorsa, herhalde dışarıdaki Hizmet kadrolarının mesuliyeti çok büyük… Dışarıdakilerin, Türkiye’de ateşin içinde kavrulan arkadaşlarına, kardeşlerine bir borcu var.
Ölçü, kimin elinde ne imkan varsa veya kimin elinde ne imkan kalmışsa onunla Hizmet’e devam etmesi: “Elimizdeki imkanlar ne ise, bugün onları değerlendirmek lazım…”
Bir yerde Hizmet’e ait bir güzel hadiseyi 40 yerde anlatma, “Bütün dünya duymalı bunu…” deme, bunu hem bugün hem yarınlar adına yapma… Çünkü Hizmet sadece bugünün meselesi değil…
Hizmet insanlarının dertleri ile dertlenmek, Türkiye’deki ateşi bir nebze azaltmak için yapılan gayretlere iştirak etmek, dışarıdakiler olarak bizim insanlık vazifemiz… Günümüzde sosyal medyanın bu açıdan önemli bir fonksiyonu var.
Ama bir de sosyal medyanın aktüalite, münakaşa, münazara ve polemik boyutları var. Ben şahsen bu sosyal medyadan uzak durmaya gayret ediyorum, bu münakaşalara girmeyi enerji kaybı kabul ediyorum.
Bu meseleyi, son zamanlardaki bazı sosyal medya münakaşalarıyla beraber Hocaefendi’ye sorma lüzumunu hissettim. Şu cevabı verdi:
“Aktüel meselelere, Hizmet’in dertleri ile dertlenme adına bize bir şey kazandırıyorsa alaka göstermeli, öteki türlü aktüalite bize sadece yorgunluk getirir, dağınıklığa düşeriz.”
Geçmişin hata ve kusurlarını görmezden mi geleceğiz? Elbette hayır. Ölçü şöyle: “Bundan sonra daha hassas, daha duyarlı olmalıyız. Ders aldık, aynı hataları bir daha yapmayacağız demeli…”
Bir başka konuda bir başka ölçü… Ortaya bir eser koyarken, “ifade, üslup, muhteva, cazibeye çok önem vermek lazım. Okunur olanları bizim hazırlamamız lazım…”
Bu sözleri şöyle değerlendirmek de mümkün: Hizmet insanı hayatın her alanında gözünü ufuklara dikmeli… Bir sporcu olarak Enes Kanter’in yaptığı gibi… Dışarıdaki Hizmet kadroları bilim, sanat, edebiyat, müzik, sinema; kısacası hayatın her alanında “binlere mukabil birler” yetiştirmeli...
Yazacağımız hususlara dair bir ölçü: ”Saglam kaynaklara dayalı, delillere istinad ederse, o zaman bir şey ifade eder.”
Böyle olunca lüzumsuz münakaşa ve münazara zeminine sebebiyet vermezsiniz.
Hocaefendi, içinden geçtigimiz zaman diliminin bir “Fetret devri” olduğunu teyit ediyor.
Yerinden yurdundan çıkarılan, göç etmek mecburiyetinde kalan ilk insanlar bizler değiliz.
Hocaefendi’nin gençlere yaptığı son sohbetinde ve dün bizlere vurguladığı gibi Hizmet sadece bugünün meselesi değil. Bizler Hizmet’e gönül verirken gözümüzü yarınlara diktik. Bugünün bir de yarını olduğuna inandık.
“Başımıza bunlar geldi, kaybettik” düşüncesi sadece bugüne inanmanın aceleci bir ifadesi olur.
Bugünün bir de yarını var.
Kaybetmek veya kazanmak çok izafi kavramlardır ve hadiseye hangi taraftan baktığınıza bağlıdır. Bu hükmü tarih ve gelecek nesiller verecek.
Bugün kazanmış gibi gözüken insanları bir de beş-on sene sonra göreceğiz.
Mühim olan durduğumuz yer… Mühim olan kalbimizin ve ruhumuzun bize söylediği… Kalbinizin sıkıştığı, ruhunuzun sizi boğduğu bir mekandaysanız doğru yerde, doğru tarafta değilsiniz demektir. Tam tersi oluyorsa doğru yerde ve doğru taraftasınız.
Dün Hocaefendi’nin mekanında biz inşirah yaşadık ve inşirahla ayrıldık.
Ziyaretimizde Hocaefendi bizlere iki kitap hediye etti. Biri Faslı alim Ferid El Ensari’nin “Süvarinin Dönüşü” isimli eseriydi.
Hocaefendi Ensari için, “Yüz yüze görüşmedik, vefatı beni ağlattı” dedi.
Ferid El Ensari hakikatin yanında yer aldı ve hakikate şahitlik yaptı.
Mühim olan bu kervana dahil olmak.
Dün Hocaefendi’nin “huzurundan” işte bu “esintilerle” ayrıldık.
Biraz da aktüel hadiselerden uzaklaşmak niyetiyle Samanyolu haber yazılarına ara vermiştim. Niyet iyi olsa bile bu bir kusurdu. Bu kusuru telafi etmek ve Hizmet’in sesini, soluğunu dünyaya duyuranlar kervanında yer almak gayesiyle inşallah burada olacağız.
Faruk Mercan