İran Genelkurmay Başkanı'nın Ankara'da ne işi var?

  • Faruk Mercan
  • Faruk Mercan
    28 Ağu 2017 14:21

    Hikayeyi yıllar önce Ali Bayramoğlu'dan dinledim.



    Saraydaki şahıs o sırada başbakan ve Katar'da... Ali Bayramoğlu'nun da aralarında bulunduğu gazetecilere şöyle diyor:



    Katar'da, herşey Emir'in bir imzasına bakar. Türkiye'de işler zaman alıyor. Bizde de böyle olması lazım...”



    Nihayet. Olağanüstü Hal (OHAL) kararnameleriyle bu hayaline kavuştu. Türkiye'yi tek imzayla istediği herşeyi yapabildiği bir Katar Emirliği haline getirdi.



    Varsın Türkiye'nin laikleri, solcuları ve milliyetçileri hala Cemaat takıntılarına devam etsinler.



    Saraydaki şahıs ailesinin özel işlerini bile artık OHAL kararnameleriyle hallediyor.



    Eşinin akrabasını Ankara Ticaret Odası Başkanı yaptırmıştı Saraydaki şahıs... Ankara belediye başkanı da oğlunu Ankara Ticaret Odası başkanı yaptırmak istiyordu. Ama seçimde Saraydaki şahsa karşı kaybetti. Şimdi Ankara belediye başkanı, yeni üyelerle Ankara Ticaret Odası yönetimini ele geçiremesin diye Saraydaki şahıs, yeni üyelerin oy kullanmasını engelleyen bir maddeyi OHAL kararnamesine koydurdu.



    En yakın mutemedi başbakan, ama istihbaratı tamamen kendisine bağladı. Sarayda ayrı bir özel istihbarat teşkilatı kurdurduğu da ifşa oldu. Muhtemelen, istihbaratın başındakini kontrol altında tutmak için...



    Despotlar böyledir. Bir süre sonra en yakın adamlarına bile güvenmez hale gelirler.



    Bütün sırlarını bilen yakın adamlarının bir gün kendisine ihanet edeceği korkusu Despot'u yer bitirir. Çünkü Despot'un ihtirasları ve kaprisleri, yakın adamlarını bunaltır ve Despot'a kulluk bir süre sonra onlar için çekilmez hale gelir. Kaçmasınlar diye Despot'un yapacağı tek şey, onları sıkı kontrol altında tutmaktır. Çünkü kaçtıklarında Despot'un bütün sırları ortaya dökülecektir.



    Despot, kitleleri de bu psikoloji ile kontrol etmek zorundadır.



    Malazgirt'te meydandaki kalabalığa, “Kefenleri giymeye hazır mıyız?” diye bağırıyor.



    Güya kendisi Alparslan, arkasındaki hipnoz olmuş kitle askerleri... Peki düşman kim?.. Batakçı ve hortumcu Saray rejimine itiraz eden herkes düşmanı...



    Bundan kısa bir süre önce, yine meydanda şöyle bağırıyordu: “Yeni 15 Temmuzlara var mıyız?”



    Çanakkale'de aynı şeyi yaptı. 15 Temmuz gecesi çevirdiği kirli dolapları Çanakkale savaşına benzetti.



    15 Temmuz gecesi istihbarat teşkilatı karargahında olan Suriyeli adamı Muaz El Hatip gibilerine, SADAT milislerine yaptırdığı kirli eylemleri Malazgirt'le, Çanakkale'yle temize çıkaracağını hayal ediyor.



    Batakçı ve hortumcu saray rejimini ayakta tutmak için çevirdiği bütün dolapları Kurtuluş savaşı'na benzetiyor.



    Çünkü batakçı ve hortumcu saray rejimini, ancak kitleleri bu yalancı hamaset hikayeleriyle hipnotize ederek sürdürebilir.



    Türkiye'de idare hukuku denilince akla gelen isim olan Prof. Metin Günday, çok net bir tesbit yapıyor: “Son OHAL kararnameleriyle Meclis fiilen lağvedildi” diyor Prof. Günday...


    Anayasa, suç ve ceza ihdas etme yetkisini Meclis'e vermiş. Ama Saraydaki şahıs, artık Meclis'in de yetkilerini kullanıyor.



    Yıllar önceydi...



    Prof. Yasin Aktay, Ankara'da Stratejik Düşünce Enstitüsü'nün başındaydı. Kendisiyle Abant toplantılarından tanışıyorduk.



    Bir gün Ankara'da beni başında olduğu enstitüye davet etti. Şu sözünü hiç unutmuyorum: “Tayyip Erdoğan bizin için sadece genel başkan, başbakan değil, aynı zamanda Emirel Müminin'dir...”



    Hayrettin Karaman, boşuna hilafet yazıları yazmıyor.



    Burada Hayrettin Karaman'a bir çağrı yaptım. Saraydaki şahsa, bir törenle halifelik biatı yapıp yapmadığını sordum. Hala cevap yok...



    Hayrettin Karaman, “Gülen fırkası, Halifeye biat etmediği için cezalandırılıyor” diyerek aslında bir şeyi ifşa etti: Türkiye'de anayasa fiilen lağvedilmiş durumda... Anayasanın yerini, uyduruk hilafet rejimi almış.



    Bir sonraki aşamayı size söyleyeyim: Uyduruk halifenin, bir OHAL kararnamesiyle seçimleri kaldırması...



    İstanbul Barosu'nun eski Başkanı Turgut Kazan, “Bundan sonra seçimlere girmeye gerek yok... Bir talimatla gece seçimin sonucunu değiştirir” diyor.



    Maalesef başkanlık referandumunda böyle oldu. Türkiye'nin bütün büyük şehirlerinde seçimi kaybeden Saraydaki şahıs, gece yarısı oyunuyla referandumu kazandı! Sosyolojik olarak bu ihtimal dışıydı. Ama uyduruk hilafet rejiminde, kaybedilmiş seçimi sahtecilikle kazanmanın ismi cihad...



    Evet batakçılığın, hortumculuğun, yalancılığın, sahteciliğin kılıfı hilafet oldu, cihad oldu!



    Başından beri burada yazıyorum. Türkiye'de şu anda uygulanan proje, aşama aşama İran devriminin bir kopyası...



    İran Genelkurmay Başkanı 38 yıl aradan sonra Türkiye'ye geldi. Ne zaman geliyor? Saraydaki şahsın, TSK'yı OHAL kararnameleriyle sıfırlayıp fiilen lağvetmesinden sonra...



    Saraydaki şahıs boşuna, İran'a ikinci evimiz, Ayetullah Hamaney'e rehberimiz demiyordu. “Ben ne sünniyim, ne şiiyim” ifadesi de boşuna değildi.



    Türkiye'de Bediüzzaman Said Nursi ve Fethullah Gülen Hocaefendi ile temsil edilen en büyük sünni birikimi yok etmenin şifresiydi bu ifadeler...



    Saraydaki çakma halifenin hesapları bunlar... Ama bir de Allah'ın hesabı var.



    Saddam Hüseyin, kendisini Babil kralı, Arap aleminin lideri görüyordu. Gün geldi, devrildi. Yargılandığında mahkemeye itiraz edince hakim, “Bunlar senin çıkardığın kanunlar” demişti.



    Batakçı ve hortumcudan bir Alparslan çıkar mı? Çıkmaz...



    Hırsızdan ve yalancıdan halife olur mu? Olmaz...



    Bir şey daha var: Tarihi dinamikler, Türkiye'nin ikinci bir İran olmasına izin vermez.



    Türkiye, belki de tarihinin en ağır fetret devrini yaşıyor, ama göreceksiniz bir gün bu fetret devri sona erecek ve bu uyduruk hilafet projesi, tarihin çöp sepetindeki yerini alacak...


    Faruk Mercan

    28 Ağu 2017 14:21