Baba yakındaki bir şehre sığınma talebi için gidiyor.
Oradan kovuluyor, taşlanıyor.
Bu defa da doğduğu şehre almıyorlar.
Nihayet vicdanlı birisinin araya girmesi ile baba kızlarına
kavuşuyor ama zulüm daha da şiddetleniyor.
Yeni bir göç başlıyor.
Yollarda yine yolcular vardır.
O baba da hicret ediyor.
Evine son kez bakıyor.
Yirmi beş yıl mutlu bir evlilik sürdüğü, çocuklarının doğduğu, iki
kızını gelin ettiği, sadık eşinin ruhunun ufkuna yürüdüğü eve
son kez bakıyor.
Sonra “Bismillah!” deyip yola çıkıyor.
Hâkim bir tepeden yasaklı gözlerle son kez bakıyor şehre,
“Ey şehir! Vallahi seni çok seviyorum. Eğer çıkarmasalardı asla
çıkmazdım.” diyor.
O’nu göç ettikleri şehirde de rahat bırakmıyorlar.
Ordularla inananların üzerine geliyorlar.
İlk savaştan zaferle dönerken şehrin göründüğü tepede baba,
kızlarından birinin vefat haberini alıyor.
Zaferin sevincine kızının acısı karışıyor.
Zafer sancağı hüzünle dalgalanıyor.
Doğruca kızının kabrine gidiyor.
Babaların engüzeli, bir eliyle daha hicret diyarlarından yeni dönmüş olan 22
yaşındaki kızının toprağını düzeltirken diğer eliyle yanındaki
kızlarının gözyaşlarını siliyor.
Hayat en tatlı şeyleri bile acı bohçasına sararak veriyor.
Baba, yüreğinin yangınlarını geride kalan kızları ile soğutmaya
çalışıyor.
Ve bir gün gurbet diyarlarında hayata tutunmaya çalışan
inananların üzerine büyük bir ordu ile geliyorlar.
İnananlar çok kayıp veriyor. Hemen her eve yetecek acılarla
dönüyorlar savaştan.
Her evden ağıtlar, feryatlar yükseliyor.
Ve bir gün o babanın en büyük kızı da hicret esnasında aldığı
yaradan iyileşemeyerek daha otuzunu doldurmadan bu
dünyadan göçüp gidiyor.
Acılar dalga dalga geliyor.
“Kızım benim yüzümden çok acılar çekti.” diyor baba.
Arkasından gözyaşı döküyor.
“Kızım zayıftır, ey kabir onu sıkma!” diyor.
Babaların sessiz sevdiğini gösteriyor.
Birkaç sene sonra daha yirmi yedisinde iken üçüncü kızı da
vefat ediyor.
Onu da kendi elleri ile indiriyor kabre.
Hepsi, ömürlerinin en taze baharında göklerde süzülen sessiz
sülünler gibi ötelere doğru süzülüp gidiyor. Hiçbirine otuzunu
doldurmak nasip olmuyor.
Acılar ağır ağır yontuyor babanın yüreğini.
Önce oğulları, sonra sevgili eşi, sonra da kızları babaların en
güzelini, en merhametlisini bir bir yalnız bırakıyor.
Geride “Reyhanım” dediği tek bir kızıyla kalıyor.
Bir sefer dönüşü babasının üst-başını toz toprak içinde perişan
bir halde görünce reyhanı, babasının boynuna sarılıp ağlıyor;
“Babacığım, nedir senin bu çektiğin?”
“Ağlama kızcağızım!” diyor, “Bir gün babanın ışığı gecenin
olduğu her yere ulaşacak.”
Ve bir gün babaların en güzeli de bu dünyadan göçüp gidiyor.
Geride bir tek reyhanı kalıyor.
O da babasının ayrılığına sadece altı ay dayanabiliyor.
Geride bütün asırları aydınlatacak pırıl pırıl evlatlar bırakarak
daha yirmi yedisinde o da bu dünyaya veda ediyor.
Ve ilk insanla başlayan o sahne kapanıyor.
O baba, bir haziran günü Sonsuzluğun Sahibi’ne yürüyen,
babaların en güzeli, en merhametlisi yüce Peygamberimiz’dir.
Neylersin hayalleri büyük olanların bedelleri de büyük oluyor.
04 Haz 2023 11:04
Sitemizi kullanmaya devam
ederek çerezleri kullanmamıza izin vermiş oluyorsunuz.
Detaylı bilgi almak için Çerez Politikasını ve Gizlilik Politikasını inceleyebilirsiniz.