Tasalanma Dostum

  • Harun Tokak
  • Harun Tokak
    05 Kas 2023 11:20



    Bir gün batımında taş döşeli eski sokakta yürüyorum. Sonbahar güneşi ıslak taşlarda parlıyor. Rüzgâr dallarından kopmuş kızıl sarı yaprakları yetim çocuklar gibi önüne katmış savuruyor.
    Kendince onlarla eğleniyor.
    Birkaç gün önce görüştüğüm bir dostun o sözü düşüyor hatırıma;
    “Yüreklerimiz çok yorgun.”
    Yüreğimdeki kor yeniden harlanıyor.
    Çığlıklar, bombalar geliyor gözlerimin önüne.
    “Bizi niye öldürüyorsunuz? Ben doktor olmak istiyordum.” diyen, harabelerin üzerinde ağlayan Filistinli kız geliyor.
    Gazze milli eğitim bakanının sözleri son bahar rüzgarlarında uğulduyor;
    “Öğrencilerin çoğu şehit olmasından dolayı bu seneki eğitim dönemi resmi olarak bitmiştir.”
    Yakın tarihten bir sayfa açılıyor önüme;
    “Sakarya Savaşı için cepheye gidip hepsi cephede şehit düştüğünden Kayseri Lisesi 1920-1921 öğretim yılında mezun verememiştir. Öğrencilerimizi rahmetle anıyoruz.”
    Zor coğrafyanın çocuklarıyız biz.
    Coğrafyamızda yaşananlar yoruyor yüreğimizi.
    Filistin’de yaşananlar ayrıca yoruyor.
    Yedi yıldır ardı arkası kesilmeyen ülkemizdeki acılar yoruyor.
    Sarılmasına izin verilmeyen yaralarımız yoruyor.
    Mantı yaparak, kermesler düzenleyerek burs bulmaya çalışan bacılarımızın o bereketli bileklerine takılan kelepçeler yoruyor.
    Son anlarında beni başucunda görünce, “Ah oğlum! Keşke benim için kendini yakmasaydın.” diyen anamın sözleri yoruyor.
    Nice evlatlar bir daha yaşlı analarını, babalarını göremediler. Son anlarında yanlarında olamadılar. Akrabalar birbirlerine hasret kaldılar.
    Delik botlar, azgın sular, Survivor yarışmacıları gibi çamurların içinde bata çıka yürümeler, yırtık ayakkabılar, tel örgüler, dikenli teller, silah sesleri, kirli yataklar, kırık dolaplar, ağlayan çocuklar, çocuklarının ağlayışına dayanamayıp ağlayan anneler… 
    Doğumdan hemen sonra alınıp, hücrede pusetin içindeki yavrusu ile daracık hücrede kalanlar…
     “İncecikten yağan karın üzerindeki ilk izler polis postallarına aitti. O polisler eşimi alıp götürdüler karlı bir günde.” diyenler…
    Üç çocuğu ile Meriç’in azgın sularından geçen Yusuf eşleri...
    Gecenin karanlığında, çocuklar duymasın, diyerek yüzüne yastık bastırarak ağlayanlar…
    Ülkesinden bir cani gibi kaçarken ilk kez babasını ağlarken görenler…
    Bütün bunlar yoruyor yüreğimizi.
    Dostun dediği gibi;
    “Yüreklerimiz yorgun.”
    Kuyudaki Yusuf kadar yorgun.
    “Yusuf, Yusuf!” diye inleyen Yakub kadar yorgun.
    Yemen türküleri, Çanakkale türküleri kadar yorgun.
    Cezayir’in Harmanları, Balkan türküleri kadar yorgun.
    “Edirne düşer hangi yana?” diyen bacılarımızın, analarımızın yüreği kadar yorgun.
    “Bu ıssız, insansız, kimsesiz çöllerde bizi kime bırakıp gidiyorsun?’’ diyen Hacer Ana’mızın yüreği gibi yorgun. 
    Kur’an, en korkunç hadiseler karşısında yüreği yorgun yüce nebilerin duruşlarını anlatıyor;
    Suların ölüm fısıldadığı, Tufan peygamberi Hazreti Nuh’u anlatıyor...
    “Bütün hilelerinizi, komplolarınızı toplayıp üzerime gelin. İçinizde bir ukde kalmasın. ‘Şunu da yapsaydık!’ demeyecek şekilde, neyiniz varsa, bütün imkanlarınızla gelin… Ben Rabbime dayandım, ona güvendim.” diyen Hazreti Nuh’u, Hazreti İbrahimi anlatıyor…
    Büyük imtihanları başarı ile vermiş olan Hazreti İbrahim’i...
    Ateşlerin arasından yürüyüp çıkan, hanımını ve kundaktaki oğlunu, ıssız bir yere bırakan Hazreti İbrahimi…
    "Yâ İbrahim! Bunu Rabbin mi emretti?" etti diyen hanımına;
    "Evet, Rabbim emretti!" diyen Hazreti İbrahim’i…
    "İyi o zaman git! Rabbim beni zayi etmez," diyen Hazreti Hacer’i anlatıyor.
    Hazreti Musa’yı anlatıyor…
    Suların dağlar gibi dalga dalga açılarak önünde ilahi bir yol olduğu Hazreti Musa’yı…
    “Derken Firavun ve ordusu güneş doğup ortalığı aydınlatırken onlara yetişti. İki topluluk birbirini görecek kadar yaklaşınca, Mûsâ’nın yanındakiler: “Eyvâh! Yakalandık!” dediler.
    “Rabbim benimledir ve O muhakkak ki bana kurtuluş yolunu gösterecektir.” dedi Hazreti Musa.
    ‘Biz de Mûsâ’ya, ‘Asânı denize vur!’ diye vahyettik.’
    Mûsâ’yı ve beraberinde bulunan herkesi kurtardık.
    Ardından diğerlerini suda boğduk.”
    Peygamberimizi anlatıyor…
    “Hani o ikisi mağaradayken, o arkadaşına ‘Tasalanma, Allah bizimle beraberdir!’ demişti de, bunun üzerine Allah ona katından bir sükunet indirmiş ve ona sizin göremediğiniz ordularla yardım etmişti…”
    O gün Peygamberimize bir şey olacak diye Hazreti Ebu Bekir’in ödü kopuyordu.
    Telaşlanıyordu.
    “Niye bu telaş ya Ebu Bekir?”
    “Sana bir şey olmasından korkuyorum.”
    “Sen de can taşıyorsun?”
    “Ya Resulallah! Bana bir şey olursa bizim ev halkı ağlar. Sana bir şey olursa bütün cihan ağlar.”
    Yeni doğuşlar yüce insanların yüreklerini yoruyor.
    Yaşadıkları, on üçüncü asrın minaresinin başından seslenen Üstad Bediüzzaman'ı da yoruyor;
    “Seksen küsur senelik hayatımda dünya zevki namına bir şey bilmiyorum. Ömrüm hep, harp meydanlarında, esaret zindanlarında ve çeşitli çilehanelerde geçti. Çekmediğim eza, görmediğim cefa kalmadı. Divan-ı harplerde bir câni gibi muamele gördüm; bir serseri gibi memleket memleket sürgüne yollandım. Memleket zindanlarında aylarca insanlarla görüşmekten menedildim. Defalarca zehirlendim. Türlü türlü hakaretlere mâruz kaldım. Zaman oldu ki, hayattan bin defa ziyade ölümü tercih ettim. Eğer dinim intihardan beni menetmeseydi, belki bugün Said topraklar altında çürümüş gitmişti.”
    Cami pencerelerinde, tahta kulübelerde, dağ başlarında yeni bir dünyanın diriliş bestesini yazan Fethullah Gülen Hocaefendi’yi de yoruyor.
    Musibet meteorları önce onun yüreğine düşüyor. Öyle olunca da o yürek bazan kürsülerde tekliyor, bazan sahibini ambulansla hastane odalarına taşıyor.
     ‘‘12 Mart’ta zindanlar gördüm, tehditler gördüm.” Diyor Hocaefendi, “12 Eylül’de tam altı sene,  Sefiller’de kaçan şaki gibi kovalandım. Cenâb-ı Hakk onlara yakalatmadı. Arkadaşlarımdan birisi -makamı cennet olsun- ordudan ayrılmış olan Cahit Erdoğan dedi ki;
    ‘Hocam iyi ki ele geçmedin! Öyle işkence, eza ve cefa ki, hastasınız, şekeriniz var, kalbiniz var, dayanmanız mümkün değildi. İyi ki Allah yakalatmadı.’ 
    Fakat, babayiğitler, Muhsin başkan gibi kahramanlar -makamı cennet olsun- altı sene hücrede kaldılar. Görmedikleri işkence, çekmedikleri eza  kalmadı.
    28 Şubat’ta da aynı şey oldu. Sonra Haziran Fırtınası koptu. Akabinde musibet musibeti takip etti. 
    Hasılı; biz hep çektik, çektirenler de hep çektirdiler, bundan sonra da çektirecekler. Allah’a ahd ü peymanımız var; dönmeme kararındayız. Allah döndürecekse, canımızı alsın. Sıkılıp bunaldığımızda, başkasına değil Rabbimize sığınmalı ve Hz. Yakub gibi: 
    ‘Ben sıkıntımı, keder ve hüznümü sadece Allah'a arz ediyorum.’ demeliyiz. 
    Başınıza gelip musallat olan bu şeyler, ne kadar devam ederse etsin, bir gün mutlaka geldiği gibi gider. 
    Şair-i şehrimiz Necip Fazıl ‘Surda bir gedik açtık mukaddes mi mukaddes / Ey kahpe rüzgâr artık ne yandan esersen es!..’ diyor. Evet, her şeye rağmen surda bir delik değil bir tünel açılmıştır. O tünelin ucu aydınlıktır.
    Size durmak yakışmaz! Bir yerde önünüz kesilirse başka on yerde bayrağınızı dalgalandırmalısınız!..
    Bir gün, dünyanın her yerinden sizin yetiştirdiğiniz her renkten her ırktan çocuklar bir araya gelecekler, kardeşçe kucaklaşacaklar.
    Dünya barışını konuşacaklar.
    İnsanları öldürmek üzere icat ettikleri atom bombaları, hidrojen bombaları, bilmem daha neler neler, ne Allah’ın belaları; bunların hepsi bir yerde çürümeye terk edilecek Allah’ın izni ve inayetiyle.” 
    Yorgun bir gurbet akşamında taş döşeli eski sokakta yürüyorum.
    O söz düşüyor akşamın yorgun yüreğine;
    “Yüreklerimiz çok yorgun.”
    Yüreğimdeki kor yeniden harlanıyor.
    Çığlıklar, bombalar geliyor gözlerimin önüne.
    Hücrelerinde güneşe hasret Yusuflar geliyor.
    Kucağında çocuğu ile Meriç’i geçen, “Atina düşer ne yana?” diyen bacılar geliyor.
    “Bizi niye öldürüyorsunuz? Ben doktor olmak istiyordum.” diyen, harabelerin üzerinde ağlayan Filistinli kız geliyor.
    Gazze milli eğitim bakanının sözleri son bahar rüzgarlarında uğulduyor;
    “Öğrencilerin çoğu şehit olmasından dolayı bu seneki eğitim dönemi resmi olarak bitmiştir.”
    Yakın tarihten bir sayfa açılıyor önüme;
    “Sakarya Savaşı için cepheye gidip hepsi cephede şehit düştüğünden Kayseri Lisesi bu öğretim yılında mezun verememiştir. Öğrencilerimizi rahmetle anıyoruz.”
    Yorgun bir saatin tik takları gibi akşamın sessizliğine yorgun yüreğimin sesleri düşüyor.
    Ağlamaklı yüreğimden kırık dökük sözcükler düşüyor ansızın.
    “Ne zor bir coğrafyanın çocuklarıymışız!”
    Sonra Sevr sultanlığından yankılanan o ses, nefes oluyor yorgun yüreğime:
    “Tasalanma dostum! Allah bizimle beraberdir.”

    05 Kas 2023 11:20