Ahlak sosyal çürümeye manidir

  • Hüseyin Odabaşı
  • Hüseyin Odabaşı
    27 Kas 2024 11:09

    Türkiye ile alakalı gazetelerden son bir haftalık okuduğumuz haberleri bir gözden geçirmek bile toplumumuzun iyi durumda olmadığını anlamamız için yeter ve artar bile. Hemen her gün kadın cinayetleri, çocuk istismarları, rüşvet ve kara para aklama ve aile içi facialarla alakalı ve siyasetçilerin elleriyle işledikleri zulümleri ifade ede haberlerle güne uyanıyor muyuz, uyanmıyor muyuz?

    Bir toplum bünyesi de insan bünyesi gibidir. Tüm bu fecai ve olumsuzluklar karşısında darbelere maruz kalan sosyal bünyemiz bir de buna tepki de vermiyor veya veremiyorsa hayat emareleri tümden yok olmuş demektir. İşte biz buna sosyolojinin dilinde “sosyal çürüme veya bozulma” diyoruz.

    Kur'an-ı Kerim’in de “sosyal çürümeden” toplumların ölümü şeklinde bahsettiğini varsayabiliriz. Rivayete göre Bahtunnasır (M.Ö. 605-562) İsrailoğullarını zulümle mahvetti ve Kudüs'ü harabeye çevirdi. Milletinin yaşadığı şehrin harabelikleri arasından geçen Üzeyir (r.a) bu manzaraya çok üzüldü. Ve Hz. Üzeyir Efendimiz, çatıları çökmüş harap olmuş İsrailoğullarının yaşadığı yerleşim yerlerinden geçerken, bu çökmüş ve harabeye çevrilmiş olan millet, ne zaman ve nasıl dirilir ki diye dertlenip düşündü de Allah (c.c) da Onu (a.s) tam 100 sene uyuttu.

    (Bir toplumun hemen dirilip ayağa kalkmasını istesek de bu iş 100 seneyi gerekli kılan dört neslin değişmesine badi olabilir. Bir neslin ıslahına çalışanların göz önünde bulundurmaları gereken realite budur.)

    “Yoksa ey insanoğlu! Sen halkının terk ettiği, çatıları yıkılıp harap olmuş bir memleketten geçen ve: “Allah bütün bunları öldükten sonra nasıl diriltecektir” diyen (Hz. Üzeyir'e) mi benziyorsun? Bunun üzerine Allah o kimseyi yüzyıl süre ile ölü halde bırakmış ve sonra tekrar hayata döndürerek (Hz. Üzeyir’e) sormuştu:

     “Bu halde ne kadar kaldın?” O da: “Bu halde bir gün veya bir günün birazı kadar kaldım” diye cevap vermişti de Allah: “Hayır” dedi, “Bu halde bir yüzyıl kaldın! Yiyeceğine ve içeceğine bak, geçen yıllar onları bozmamış ve eşeğine bak, biz bütün bunları insanlara bir ibret olması için yaptık. Bir de şu kemiklere bak, onları nasıl birleştirip yeniden etle bürüdüğümüzü düşün.” Yaratılışın bu sırları kendisine apaçık belli olunca o kimse demişti ki: “Allah'ın her şeye gücü yettiğini şimdi daha iyi biliyorum.” (Bakara, 259)

    Yahudilerin İsrailoğullarının başına gelen belalar ve felaketler bir sosyal çürüme sonucu muydu? Evet, İsra Suresi, tam da böyle bir fesat içerikli çürüme içinde olduklarını ve bu çürüme sonucu Bahtunnasır gibi zalim de olsa “güçlü kulların” musallat edildiğini ifade eder. Güçlü kullarını onların başına musallat etme İsrailoğullarının büyük bir fesat yani sosyal çürümelerinden dolayıdır. (el-İsrâ 17/4-5).

    İki defa  fesat çıkardığı ifade edilen İsrail oğullarının ele alındığı İsra suresi ile bu fesat sebebi ile zalimlerin zulümleri sonucu harabeye dönen halkının arasında Hz. Üzeyir’in üzüntü ile dolaştığından bahisler açan Bakara 259. ayetler arasında bir bütünlük ve münasebet vardır.  Bahtunnasır zalimdir fakat bu zalimi Allah, İsrailoğullarının başına fesat çıkardıklarında musallat etmiştir.

    Ayrıca miraç varidatları arasındaki İsra Suresi’nde ele alınan konular, tam da sosyal çürümeye mâni ve sosyal dirilmeyi temin edici faktörleri içerir. Dolaysıyla sosyal miracımızı da temin edici düsturları ihtiva eden 22 ile 39. ayetler arasındaki konu başlıklarını dikkatlice tefekkür ederek okuyalım:

    22. ayet: Allah’tan başka ilah edinme.

    23. Anneye babaya öf bile deme.

    24. Dahası annene ve babana dua et

    25. Günahlarına tövbeyi ihmal etme.

    26. Yoksula fakire yardım et.

    27. İsraf etme.

    28. Yardım edemesen de güzel söz söyle.

    29. Elini tam da açma.

    30. Rızkı Allah verir.

    31. Fakirlik korkusuyla evlatlarını öldürme.

    32. Zinaya yaklaşma.

    33. Hazksızca bir insanı öldürme.

    34. Yetimin malını yeme.

    35.  Ölçüyü ve tartıyı bozma.

    36. Verdiğin sözü yerine getir.

    37. Kibirli yürüme.

    38. Kötü davranışlarından vazgeç.

    39. Allah'tan başka ilah edinme.

    Sosyal çürümenin öncesinde sosyal ihtiyarlama yaşanır. Yukarıda sayılan veya sayılmamış olan ahlaki düstur ve prensiplerin bir toplumda yaşanma oranının düşmesi bir ihtiyarlamadır.     

    Diğer taraftan eğer toplumda lokal bir çürüme varsa tamir edilebilir fakat, çürüme sosyal bünyeyi tamamen sardıysa tamiri, imarı zordur.  Biz bu zor durumu ifade etmek için “tuz kokmuş” deriz. Çünkü tuzun kendisi mikropların kırılmasına, virüslerin yayılmasına mâni olur. Tuzlanmış bir eti uzun süre saklayabilirsiniz mesela. Fakat tuzun kendisi koktuysa tuz kendi virüsleri karşısında mağlup olduysa durumun vahametini siz varın kıyas edin.  Örneğin Osmanlıdaki Islahatlar lokal bir bozulmayı tamir edebilirdi, fakat 31 Mart Vakası artık tuzun da koktuğu anlamına gelirdi. Belki de bu nedenle II. Abdülhamid, Hareket Ordusu’na karşı “orduyu üzerlerine salmakla darman duman edelim onları Sultanım” isteklerine müspet cevap vermedi.  Çünkü artık böyle şeylerin hiç faydası yoktu. Zira tuz, yani toplum çürümüştü.

    On üç sene irşat ve tebliğ sonucunda görüldü ki, Mekke toplumu da tuzun kokması misali sosyal olarak çürüdü. En son üç senelik boykot aslında Mekke toplumunun tamamen iflas ettiğini gösteriyordu. Artık hiçbir ikaz hiçbir uyarı onlarda işe yaramıyor bilakis her türlü haksızlık ve zulmün işlenmesine sebep oluyordu. Mekke toplumu artık iyice çürümüştü.  Peygamberimizin (sav) bir avuç inanan sahabesiyle Miraç olayından sonra hicret etmesi, oradan ayrılması tek çıkar yoldu. Çünkü çürümüş Mekke toplumu zamanla inanan az sayıdaki insanı da çürütebilir, kendine benzetebilirdi.

    Necaşi’nin karşısında Cafer’in (ra) anlattıkları, Mekke müşrik toplumunun iyiden iyiye çürüdüğünü gösteriyordu. Yani Necaşi karşısında yeni gelen dini anlatmaya çalışan Cafer Bin Ebu Tayyar, konunun daha iyi anlaşılması için Mekke müşrik toplumunun çürüdüğünü etkili bir dille anlatma yolunu seçti:

    “Ey hükümdar! Biz câhil bir millet idik. Putlara tapardık. Ölmüş hayvan leşini yer, her türlü kötülüğü işlerdik. Akrabalarımızla münâsebetlerimizi keser, komşularımıza kötülük yapardık. Kuvvetli olanlarımız zayıf olanlarımızı ezerdi.

    Doğru sözlü olmayı, emânete hıyânet etmemeyi, akrabalık haklarını gözetmeyi, komşularla güzel geçinmeyi, günâhlardan ve kan dökmekten sakınmayı bize emretti. Her türlü ahlâksızlıklardan, yalan söylemekten, yetimlerin malını yemekten, namuslu kadınlara dil uzatmaktan ve iftira etmekten bizi alıkoydu.

    Allahü teâlâya eş, ortak koşmaksızın ibâdet etmeyi, namaz kılmayı, zekât vermeyi, oruç tutmayı bize emretti. Biz de kabûl ettik ve îmân ettik. Onun Allah’tan getirip bildirdiklerine tâbi olduk. Allahü teâlâya ibâdet ettik, O'nun bize harâm kıldığını harâm, helâl kıldığını helâl olarak kabûl ettik.”
    Yani toplumu insan çürütür, insanı da kalbi

    Sosyal çürüme derken, sosyal bağların temelini esasını oluşturan ahlaki zaaf ve zayıflıkları kastediyoruz. Çünkü sosyal bünyeyi çalıştıran ve bir arada tutan bu ahlaki ve insani bağlar ve kriterlerdir.

    Aslında sosyal çürüme, insanın çürümesi ile başlar. Derken aile çürür ve bu durum zamanla sokağı ve mahalleyi de işlevsiz hale getirir.

     

    Yani toplumu insan çürütür, insanı da kalbi. Kalp çürüdü mü, çürümeyen bozulmayan uzuv kalmaz. Hadiste “Vücutta öyle bir et parçası vardır ki o iyi, doğru ve düzgün olursa bütün vücut iyi, doğru ve düzgün olur; o bozulursa bütün vücut bozulur. Dikkat edin! O, kalptir. ” (Buhârî, Îmân, 39.) denir.

    Kella bel rane ala kulubihim ma kanu yeksibun- Hayır, hayır! Bilakis, onların yapıp ettikleri şeyler kalplerini paslandırdı.” (Muttafifin, 14) Lisan bozukluğu da kalp bozukluğundan gelir.  Yani fesad-ı kalp olmazsa fesad-ı lisan olmaz.

    Bir insanın kalbi olduğu gibi, toplumların da bir kalbi vardır. Örneğin yalan ve iftira sadece bireylerin kalbini bozmaz, yayılırsa toplumun da kalbini bozar. Ve derken toptan bir millet yalancı olur.

    “Onların kalplerinde hastalık vardır. Allah da hastalıklarını arttırmıştır. Yalan söylemelerinden ötürü onlara acı bir azab vardır” (Bakara, 2/10)2

    Kalbi çürüten hastalıkları tek tek sayınca daha iyi anlarız ki, sosyal çürümeyi temin eden bütün hastalıkların ana kaynağı kalplerin fesadıdır. 1-Ucub (insanın kendi kendine kıymet vermesi, övünme ) 2- Hırs 3- Hâsed (kıskançlık) 4- Gazab 5- Şehvet 6- Mal sevgisi 7- Cem’ul Mal 8- Tokluk 9- Tamah 10- Acele 11- Cehalet 12- Fısk (emirlere uymamak, nehiylerden kaçınmak 13- Cimrilik 14- Taassub

    Bu nedenle toplumun ıslahını kalbin ıslahında bulan asrın dev imamları “Mükaşefetül kulub gibi kitap yazarak meseleyi dipten ele alma ihtiyacı duydular.

    Toplumun cehaleti veya gafleti de kalplerin gafletinden ileri gelir. “Fakat onların kalpleri bundan gaflet içindedir...” (Mü’minûn, 23/63),

    Bir müslümanın kalbini kubbeye benzetirsek, bu kubbeyi ayakta tutan en önemli kilit taşı Allah inancıdır. Bütün ahlaki umdeler bu temel inanç etrafında kalpte tasdik ve benimsenmesi gerekir. Yani toplumu milleti ayakta tutan ahlaki değerler daha birey aşamasındayken kalben benimsenmelidir. Ki toplum hep canlı kalabilsin ve çürümeye maruz kalmasın.

     

    Allah’a inandığı halde ahlaka gerek duymayıp sosyal çürümeyi körükleyenlere de şu tembihi yapabiliriz ki, imanı temsil eden kilit taşı önemlidir; fakat bir kubbenin var olmasında tek başına bir şey ifade etmez. Kilit taşı da ahlaki umde ve kuralları ifade eden kubbenin diğer taşlarına da ihtiyaç vardır.

    Sosyal çürümede en önemli etken de alimlerin veya entelektüellerin durumu, hali ve tavırlarıdır. Çünkü alimler toplumunların kalbi, bilim adamı veya entellektüeller de o toplumun beyni gibidir. Bu nedenle bir alimin ölümü, sosyal yapının da zayıflamasına sebep olur.

    “Âlimin ölümü İslam’da açılan bir gediktir.” ( Darimi, Mukaddime, 32, 1/351)

    Aslında tabi bir ölümle alimler ölmezler. “Ölen hayvan imiş aşıklar ölmez” mısraında Yunus bunu ne güzel ifade eder. Alimler dünyevi bir takım menfaat veya çıkar endişesiyle kendilerini işlevsiz bıraktıklarında ölürler. Alimler veya bilim insanları, sosyal bünyeye karşı zulüm ve fesat karşısında eğitim, tedrisat ve ikaz görevlerini yerine getirmediklerinde ölüdürler.

    Özellikle toplum ötekileştirilirken, bir kesim bir kesimi ezerken, bazı politik yapılar halkı manipüle ederken alimler ve entelektüellerin nasıl bir tavır aldığı çok önemlidir. “Adam sende!” deyip mazlumların ağlamalarını ney gibi dinleyen alim ve bilge kişiler sosyal çürümeyi daha da hızlandırırlar. Balzac gibi kendini ortaya koyan insanlar var mı toplumumuzda? Toplumda etkisi ve tesiri yüksek olan zümreler devletlerin işledikleri haksızlık ve hukuksuzluk karşısında ne yapıyorlar ne tepki veriyorlar?  Mümin Suresi’ndeki Mümin-i Ali Firavun gibi her şeye rağmen Firavun'a tepki göstererek “Allah dediği için siz bir insanı öldürmek mi istiyorsunuz” diyebiliyorlar mı? (Mümin Suresi, 28)

    Bu bakımdan alimlerin zalimlerin zulümleri karşısında susmaları toplumu çürüten kanser gibi bir hastalıktır. Her zalim, saltanatlarını  âlim, fâzıl ve entelektüellerin suskunluğu üzerine kurar. Ya plan yapar onları susturur veya onlar en küçük bir tehdit karşısında zaten boyun eğerler. Zalim Deccallardan bahsedilen pek çok hadiste, alim ve bilge kimselerin bu şerli şahısları desteğini aldığı ifade edilir. Üstadımız Beşinci Şua adlı eserinde Deccallara arka çıkan 70 bin taylasanlıdan bahseder. Taylasanlı sarıklı cübbeli alim, hoca, bilge demektir. Destek vermek de hem açıktan hem de susarak zımnen destek vermek anlamına gelir. 

    Liyakat kalktığında da sosyal çürüme artar. “İş bilmezler iş başına geldiğinde kıyameti bekleyin” diyor Peygamberimiz (sav). Buradaki kıyamet, sosyal yapıda meydana gelen harç u merçlerdir karışıklıklardır, çürümelerdir:

    Ebû Hüreyre(r.a)’den  Resûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir yerde sahabeleriyle konuşurken bir bedevî çıkageldi ve:

    “–Kıyâmet ne zaman kopacak?” diye sordu.

    Resûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz sözlerini kesmeden konuşmalarına devam ettiler. Bunun üzerine sahâbîlerden biri:

    “–Bedevînin sorusunu duydu, fakat soruyu beğenmedi.” dedi. Bir başkası da:

    “–Hayır, soruyu duymadı.” dedi.

    Resûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz konuşmalarını bitirince:

    “–Kıyâmet hakkında soru soran nerede?” buyurdular.

    Bedevî:

    “–Buradayım, yâ Resûlâllah!” dedi.

    “–Emanet zâyî edildiği zaman kıyâmeti bekle!” buyurdular.

    Bedevî:

    “–Emanet nasıl zâyî olacak?” diye sordu.

    Resûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz de:

    “–Emanet ehil olmayan kimseye verildiği zaman kıyâmeti bekle!” buyurdular. (Buhârî, İlim 2, Rikak 35)

     

    “ Sosyal çürüme sessiz bir katildir.” (Martin Luther King Jr.)

    Bu katili durdurmak ise hepimizin görevidir.

    27 Kas 2024 11:09