Beşinci Asır İstikbalimizdir

  • Hüseyin Odabaşı
  • Hüseyin Odabaşı
    01 Kas 2023 10:00

    Peygamber Efendimiz (sav) döneminde atılan tohumlar yapılan gayretler hicri 5. asra kadar meyvelerini yükselen bir trendle vermeye devam etti. Zirveye ulaştı. Endülüs Emevi Devleti (756-1031) özellikle ilmin, irfanın, bilginin ve icatların merkezi haline geldi. Endülüs Emevîleri'nin en parlak dönemi III. Abdurrahman (912-961) ve II. Hakem (961-976) zamanlarıdır. 


    Peygamberimize (sav) “Oku” diye vahiy eden Cebrail’den sonra ilme açılan Müslümanlar, 450 (1058) yılında İran’ın Horasan bölgesinde doğan ve yetişen İmam u Gazali ile kolay kolay yakalanması mümkün olmayan bir zirve yakaladılar. Dini ilimlerde mücedditlik zirvesiydi bu. 


    Devlet siyasetinde “adaletin” zirvesini ise Müslümanlar iki Ömer zamanında yaşadı. Hz. Ömer ve Ömer bin Abdülaziz... Hangi sahaya bakarsak bakalım zirveleri, ulaşılamaz üstatları bu 5. asır içindeki zamanda bulmak mümkündür. 200’den fazla eser vererek tıbbın babası unvanını fazlasıyla hak etmiş olan ve “El Kanun Fıttip” kitabı Avrupa’da 9 asır üniversitelerde ders kitabı olarak okutulan İbn-i Sina dahi bu asırda doğdu, yaşadı. Çünkü İbn-i Sina Buhara yakınlarındaki Efşene köyünde 980 civarında dünyaya geldi ve 1037 İran’da bulunan Hamedan’da vefat etti.


    Bediüzzaman Hazretlerine göre Müslümanların rönesansını ifade eden bu 5. asra kadar devam eden altın çağ, bizim mazimiz değil, istikbalimizdir, geleceğimizdir. Tabi bu gelecek tarihi tekerrürler devri daimi mantığı içinde bir gelecektir. Biz bugün Batı’nın ardında, altında ve gerisinde kalmadık. Evet doğru şu an batının arkasındayız, gerisindeyiz. Fakat asıl biz, hicri 5. asırda Müslümanların yakaladığı zirvenin arkasında kaldık, gerisine düştük. Doğrusu budur. Bu bakımdan bizim Batıyı yakalamak gibi bir derdimiz olmamalıdır. Bizim 5. asrı geçmek gibi bir sancımız olmalıdır. Mesela tıp alanında öyle kitaplar yazalım ki Avrupa’da 9 asır ders kitabı olarak okutulsun. Harezmi (d.780) gibi matematik sahasında öyle bir buluşa imza atalım ki bu zamana kadar matematik dünyası bilinen her şeyini değiştirmek yeniden ele almak zorunda kalsın. Gaye ve hedef bu olmalıdır. Bu bakımdan önümüzde bizim hedefimiz Batı değil Müslümanların 5. asırda yakaladıkları altın çağdır. Batı rönesansında Yunan Helen’ine döner gibi biz de bir rönesansımızı yakalamak için hicri 5. asra dönmeliyiz. Hızımızı, mayamızı oradan almalıyız.


    Tekrar konumuza dönecek olursak; Peygamberimize (sav) vahiy gelmesi ile Ali Efendimizin vefatına kadar olan yılları da bu 5. asır içinde ayrı bir yere koymak ve değerlendirmek gerekir. Peygamberimizden (sav) sonra ilk Müslüman olan Hz. Ali (r.a) son halife olarak halifelik makamına çıktığında 661 yılında 61 yaşında (hicri 63 yapabilir) Kufe’de vefat etti. 656, 661 yılları arasında 5 yıla yakın idarecilik yaptı. Ali Efendimizin iktidar yılları fitne, karışıklık ve iç kargaşalarla geçti. Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer harici düşmanlarla Hz. Osman ve özellikle Hz. Ali iç kargaşa, dahili fitneyle uğraştı. Şeyheyndan (Ebu Bekir ve Ömer) hariçteki devlet çapındaki düşmanlarla nasıl mücadele edilmesi gerektiğini ve diplomasiyi, Hz. Ali Efendimiz de özellikle “dahili fitnelerle” nasıl mücadele edilmesi gerektiğini gösterdi. Hz. Ali Efendimiz olmasaydı dahili fitnelere karşı Müslümanca hakça, hukukça ve insanca tutum ve davranışın nasıl olması gerektiğini tam öğrenemez, idrak edemezdik.  


    1. Fitne dönemlerinde idareciliğe pek de talip olmamak gerekir. Hz. Ali efendimiz kendisi idareci olmak istemedi. Kendini ısrarla halife seçmek isteyenlere “benim size halife olmamdansa vezir olmam daha iyidir” tavsiyesinde bulundu. Ancak Hz. Osman’ın şehit edilmesinden sonra meydana gelen kargaşayı ve kaosu ancak Hz. Ali Efendimiz düzeltir kanaatinden dolayı halife seçtiler.


    2. Ali Efendimiz zan, tahmin ve makul şüphe ile değil açık delil üzerinden mazlum veya masumları ayırt etme yolunu takip etti. Hâkim veya kadı, deliller yetersiz kaldığında “galip zan” üzerinden hüküm verme yetkisine sahip olsa da özellikle fitne dönemlerinde şüphe üzerinden karar vermek masumların canını yakma ihtimalinden ötürü hukuki meselelere karşı siyasi bir yaklaşım sergilemekten sakındı. 


    Muaviye gibi idareciler Osman’ın katillerini bulma ve cezalarını verme hususunda Ali Efendimize dayatmada bulunsalar da açık delile dayanmayan bir suçlamada ve cezalandırmada bulunmak istemedi. Diğer taraftan Haruri’lerin isyan söylentileri kendine ulaştığında değil; açıkça isyan ettikleri belli olduğunda onlarla savaşmayı tercih etti. 


    Tüm bu tutumuyla Ali Efendimiz bize fitne, karanlık ve sisin her tarafa yayıldığı dönemlerde zan, tahmin ve şüphe ile değil karar vereceksek delillere ve alametlerine dayanarak karar vermemiz gerektiğini öğrenmiş bulunuyoruz. Bugün siyasal İslamcıların iddia ettikleri gibi “Kurunun yanında yaş da yanar” kesinlikle adalete uygun bir tutum değildir. Evet, kuruların yanında yaşların da yanma ihtimali vardır ancak sapla samanı delillerine bakarak iyice ayırt edip masum insanların canının yanmaması gerekir. Çünkü dinimize göre masum bir insanı öldüren bütün insanları öldürmüş gibidir. (Maide,42) Hz. Ali Efendimizin karşısında mücadele eden Emeviler’e göre “toplumun selameti için fert feda edilebilirdi.” Bu bakımdan dahili fitneleri ortadan kaldırmak için cinayet işlemekten çekinmeyen Emeviler, tarihten günümüze kadar Alem-i İslam’da iktidarlarını elinde tutmak isteyen idarecilere kötü örnek oldular, zalimliğin gerekçesini teşkil ettiler. Bu bakımdan Hayrettin Karaman’ın günümüzün zalimlerinin elini kuvvetlendiren fetvasına bir göz atalım isterseniz:

    “Mecellemizin 26. Maddesi şöyle der: ‘Zarar-ı âmmı def’ içün zarar-ı hâss ihtiyar olunur’. Gençler de anlasın diye günün diline çevirelim: Kamuya (ve bu arada ümmete) ait zararı önlemek için bir şahıs, bölge veya gruba ait zarar göze alınır, sineye çekilir. Siyasette olan selim akıl ve kalb sahiplerine de bu kuralı hatırlatıyor ve örnek olarak merhum şehid Muhsin Yazıcıoğlu’nu dua ile anıyorum.” Aslında Karaman Hocanın bu fetvası ile her grup, meşrep, cemiyet ve devlet bir başka grup, cemiyet veya cemaati veya yol almaya mani görülen şahısları ortadan kaldırabilir. Hayrettin hocanın verdiği bu fetvanın Makyavalizmden ne farkı vardır.  


    Özellikle adalet harmanının yakıldığı günümüzde Şeyheyn döneminde yargıçlık yapan Ali Efendimizi, karar veren hakimlerin örnek alması gerekir. Yine İbn-i Mülcem onu öldürmek için hançerlediğinde çocuklarını yanına çağırdı ve öldüğü takdirde kısas olarak İbn-ı Mülcem’in öldürülmesini emretti. Ona göre ölmediği takdirde canına kasteden İbn Mülcem’in hayatta kalması gerekirdi. Tam bir hakperestti. Hz. Ali bu darbeyle vefat ettiğinden Taberi'ye göre önce öldürülen İbn-ı Mülcem’in cesedi sonra yakıldı. 


    Hicri beşinci asır bizim geleceğimiz, istikbalimizdir. O asırlar içinde yakalanana aynı pozisyonu bugün de elde etmeye çalışmalıyız. Peygamberlik bu asırda yaşandı. Ömer’in adaletine insanlık bu asırda şahit oldu. Adalet terazisini bozmadan dahili fitnelere karşı nasıl mücadele edilmesi gerektiğini Ali Efendimizden o asırda öğrendik. Yine bu asırda Benu Musa, gök cisimlerini teleskopuyla inceliyor, takvim ve vakitleri doğru olarak hesaplıyordu. Alimlerin kendi alanında yazdıkları eserler Batı’da asırlarca ders kitabı olarak okutuldu. Yani bugün dünya bizi arkadan takip etmeye başladığında hicri beşinci asrı yakalamış oluruz. 

    01 Kas 2023 10:00