Duruş

  • Hüseyin Odabaşı
  • Hüseyin Odabaşı
    22 Eyl 2024 23:14


    Hayatta ne yaptığımız önemlidir fakat, nerede durduğumuz ne yaptığımızdan daha önemlidir. Zalimlerin yanından, ortamında, safında durup Kur'an-ı Kerim okumaktansa, mazlumlar veya salih insanlarla beraber olup roman okuman daha iyidir.

    Kuran sayfalarının mızraklar eşliğinde havaya kaldıran şaşkınların safında olmaktan ise Hz. Ali’nin ordusunun içinde yatıp uzanmak daha iyidir.

    Yanlış bir hedefe doğru ilerleyen transatlantikle seyahat yapmaktansa sahil-i selamete doğru yol alan bir gemide minder olmak daha hayırlıdır. Şeyhi Abdulhakim Arvasi Hazretlerine; “Ben de kurtulur muyum Üstadım” sorusuna “Sahil-i selamete doğru yol almakta olan bir gemide olmaya bak Necip” der. Uçurumdan baş aşağı felakete giden bir geminin içinde mücevherat yığını olmaktansa sahil-i selamete doğru giden bir geminin içinde paspas olmak daha iyidir. Biri kurtulur diğeri paramparça olur.

    Duruşun hakkını da elbette ki vermek gerekir. Fakat duruşun hakkını vermek duruşumuzu ayarlamaktan sonra gelir.  “Allah’ım senin davanın hakkını veremesek de alnımız senden başkasına secde etmedi” diyebiliyorsak doğru yerde duruyoruz demektir.

    Duruş pireyi deve; deveyi de pire yapar. Zülüm üreten bir mekanizma içinde dağlar cesametindeki sevaplarımız erir de erir. Pire olarak gördüğümüz yanlışlar ise dağlar gibi büyür de büyür. İnsan sadece kendi sevap ve günahlarıyla servet ve sıklet sahibi olmaz. “Essebebu kel fail” sırrı ile kimlerle beraber olduğumuza göre bu durum ya bizi abat ya da sonumuzu berbat eder. Senin okuduğun Kuran, zalimlerin işini kolaylaştırıyor ve mazlumların sesini kesiyorsa sus daha iyi, okuma daha iyi.

    Duruşunu ayarlayamayanların okuduğu Kuran gırtlakların aşağıya inmez. Vela yeziduzzalimine illa hasara- Biz Kur’an’dan öyle bir şey indiriyoruz ki, o müminler için bir şifa, bir rahmettir; zalimlerin ise sadece ziyanını arttırır.” (Bakara, 82) Bundan dolayıdır ki en çok namaz kılan ve en çok Kuran okuyan Haricilerle Hz. Ali Efendimiz savaş etmek zorunda kaldı.

     

    Terazin bu günahı çekemez ve kırılır

    Evet okuduğun Kuran’ın sevabı bir kefeye, Kuran okuyarak destek verdiğin zalimlerin bütün günahları da terazinin öbür kefesine konur. Minnacık sevapların yanına zalimlerin dağlarvari günahları oturunca kaybeden sen olursun. Terazin bu günahı çekemez ve kırılır.

    Kuran okuyarak veya cami yaparak da olsa zalimlere yanaşmak ateşe yanaşmaktır: “Ve la terkenu ilellezine zalemu fe temessekumun naru ve ma lekum min dunillahi min evliyae summe la tunsarun- Zalimlere yanaşmayın. Sonra size de ateş dokunur. Allah'ın yanı sıra başka evliyanız da yoktur. Sonra yardım da göremezsiniz.” (Hud, 11)

    Akif'ten ta Mısır’a gitmeden Kur'an meali yaparak Ankara hükümetine göndermesini istediler. O da Türkçenin edebi imkanlarını da kullanarak yaptığı Kuran tercümelerini yazıp yazıp gönderdi. Fakat sonra öyle bir şey duydu ki kanı dondu meal yazmayı kestiği gibi mealleri gönderdiği İstanbul'daki arkadaşından o ana kadar yazdıklarını da behemehâl yakmasını istedi. Çünkü Ankara Hükümeti (Diyanet İşleri) Akif’in yazdığı meali Kuran yerine namazlarda okutmayı planlıyordu. Kuran-ı Kerim’in edebi lisanla mealinin yazılması güzeldi fakat bu Türkçe meallerle cebren namaz kılınmasını sağlamak o nispette kötüydü ve vebaldi. Namazda okunacak Türkçe Kuran mealleri Akif’e ait olduğundan, istiklal şairimiz de sanki bu mealle namaz kılınmasını istiyormuş gibi olacaktı. 

    Akif bu günaha yazdığı meallerin alet olmasına engel olmalıydı ve “yakın” dedi. 1936’da sözleşmeyi feshetti. Meal de olsa Kuran’dan bir parça yakma ağır bir vebaldi. Durup dururken kim Kur’an’dan bir parça yaksa günaha girer en azından saygısızlık yapmış olurdu. Fakat zalimlerin planlarına destek vermemek ancak böyle bir çirkinlikle mümkündü. Bir rivayete göre yazdığı mealleri yaktırarak zalimlerin planlarını boşa çıkardı.  Kuran meallerini yaktırmanın günahı varsa da zalimlerin, namaz ibadetini bozma planlarını boşa çıkarmanın sevabı ise dağlar cesametindedir; zararı telafi edici mahiyettedir.  

     

    Zalimler iyilik, hasenat, kitap, Kuran ve bayrakla aldatırlar

    Basiret veya feraset, hayır ve hasenatın zulme nasıl alet olduğunu sezebilmektir. Bu basirete sahip olmayan saf yığınları zalimler iyilik, hasenat, kitap, Kuran ve bayrakla aldatırlar; onlar da aldanırlar. Tebük seferinin (m. 630) dönüşünde Medine'nin münafıkları yaptıkları mescide namaz kıldırması için Peygamberimizi(sav) davet ettiler. Fakat bu mescidi Müslümanlara ve Peygamberimize(sav) tuzak kurup zarar vermek içindi. Mescit ve cami yapmanın Müslümanlara ne gibi bir zararı olabilir diye düşünebiliriz. Fakat bu mescit Müslümanları bölmek, parçalamak Peygamberimiz(sav) tesir ve gücünü azaltmak içindi. Bu bozuk niyeti ve lanetlik planı Peygamberimizin (sav) bilmesi mümkün olmadığından yola çıktı ve tam mescide doğru giderken Allah onu uyardı;  mescid -i dırarı başlarına yık dedi:

    “Bir de şunlar var ki, zararlı eylemler gerçekleştirmek, inkârcılıklarını pekiştirmek, müminlerin arasına ayrılık sokmak ve daha önce Allah ve resulüne savaş açmış kişi lehine fırsat kollamak üzere bir mescid yapmışlardır. “Amacımız sadece iyi bir şey yapmaktı” diye de yemin edecekler. Allah şahit, onlar kesinkes yalancıdırlar. (Tövbe, 107) “Sen bunun (böyle bir mescidin) içinde hiçbir zaman durma.....” (Tövbe, 108)

    Evet, yapılan mescit de olsa, okunan Kuran da olsa zalimler hesabına ise boştur. Basireti yüksek alimlerimiz zalimlerin yaptırdığı köprüden geçmeyi bile büyük günah saydılar
    22 Eyl 2024 23:14