Rabbimizi Bilmek

  • Hüseyin Odabaşı
  • Hüseyin Odabaşı
    11 Eyl 2023 08:05
    “Men arafe nefsehu ve men arafe Rabbehu -Kendini bilen Rabbini bilir” prensibine göre insanın biyolojik yapısı ve arzımızın hareketleriyle alakalı Kuran-ı Kerim’deki ilgili ayetlere başvuracağız. Çünkü kendini bilen Rabbini bilir, doğru. Ancak yaşadığımız dünyayı da bilen Rabbini bilir. Gerçi kendini bilmek sadece biyolojik yapımızı veya arzın fizikî hareketlerini bilmekle sınırlı değildir fakat sadece İnsan olarak biyolojik veya fiziki yaratılışımızı ve Küremizin hareketlerini mahiyetiyle beraber bilmek de bizim Rabbimiz hakkında düşünmemize yardımcı olur: 


    “Onlar ayakta dururken, otururken, yatarken hep Allah’ı anarlar; göklerin ve yerin yaratılışını düşünürler (ve şöyle derler:) “Rabbimiz! Sen bunu boş yere yaratmadın, seni tenzih ve takdis ederiz. Bizi cehennem azabından koru!” (Ali imran,191)


    İnsan kendisi ve yaşadığı kâinat üzerinden Rabbini bilecektir. Rabbi bilme formülü budur. Rabbimizi bilmede done, temel malzeme insan, arz ve kainattır. En çok Rabbini bilen kimdir, en çok kendi mahiyetini ve kâinatın harikalığını bilenlerdir.


     “Innema yahşallahe min ibadihil ulemyaı -Allah'ın kullarından yalnız ilim sahibi olanlar haşyet(korku) ederler.” (Fatır, 28) ayetini böyle anlamak gerekir.


    Buradaki korku veya haşyeti saygının ilerlemiş hali olarak görmemiz gerekir. Bu saygı, bilme ve tanımadan kaynaklanan bir saygıdır. Allah saygısını meydana getiren korkunun kaynağı, kaos ve korkunçluk değildir.  Tanrı, totem, put, tağut ve ilahlarla alakalı hürmet ve saygının kaynağı ile Allah hakkındaki saygının kaynağı kesinlikle aynı değildir. Hatta aralarında ters orantı vardır. Put, totem ve tağuta olan saygının altında cehalet, bilgisizlik, belirsizlik; Allah hakkındaki saygının altında ise ilim, bilgi ve bilgelik vardır. Çünkü; “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu” (Zümer, 9) diyerek Kur'an-ı Kerim cesaretle kendisine güvenen Allah kullarını Allah ile ilgili bilgiye ve ilme yönlendirir.


    Fakat şu var ki tanımakla mükellef olduğumuz Rabbimizin mahiyetini kuşatıcı bir bilgiye ulaşmak mümkün değildir. Çünkü bilmek isteyen bizler sonlu ve sınırlı; bilinmek istenen sınırsızdır. Ancak biz Rabbimizi zorlaya zorlaya O’nun (c.c) ve “yaratma” başta olmak üzere bazı isim ve sıfatlarının sadece sınırsızlığını anlayabilir idrak edebiliriz. Aslında bizden istenen de budur. Bilmedeki bilememeyi bilmektir. Onun kuvvetinde, kuvvetsizliğimizi idrak etmektir. İcat etmek ve bir şeyler yapma maharetimizi ortaya koyup onun yaratılışındaki ulaşılmazlığını kavramaktır. Hz. Ebu Bekir (r.a) ne güzel söylemiştir. “El acze anil idraki idrakun.-Onun idrak edemeyeceğimizi idrak etmek hakiki idraktir.” Allah’a bakan yönüyle sonsuz marifet ve kudreti biz kendimize verilen irademizi sermaye olarak kullanarak mesafe kat etmeye çalışacağız. Yani kimse Allah’ı ve onun yaratma keyfiyetindeki mahlukatı zaten idrak etmemiz mümkün değil o zaman Onu idrak etme takdir etme macerasına hiç girmeyelim diyemez. Bütün bir deryayı ele geçirip sahip olamayız ama o deryadan kendi kaplarımızı doldurabiliriz. Nasıl olsa bütün deryaya malik olamıyorum diyerek kaplarımızı doldurarak susuzluğumuzu giderme çabasından vaz geçmek ayrı bir tembellik ve ahmaklık olur.  Doldurduğumuz minnacık kabımızı, kaynağından doldurduğumuz deryalarla mukayese ederek marifet yolunda bir adım atma şansı yakalamış oluruz.  

    “Bak şu gedanın haline, 
    Parmağım aşkın balına, bandıkça bandım, bir su ver!
    Ey sâkî, aşkın oduna yandıkça yandım, bir su ver”


    Bu bakımdan Rabbimizi bilme ve bu isteğin kalplerde köpürmesi daha çok O’nun (c.c) eserlerini tanımakla mümkün olacaktır. Eseri tanımak müessiri de tanımak anlamına gelir. Fakat ilk önce tüm bu kâinatın Allah'ın eseri olduğunu aklen, kalben, ruhen anlamak idrak etmek gerekir. Eğer kâinatın Allah’la olan sani-masnu yönünden ilgi ve irtibatını kat’ edersek (kesersek) kâinatı tanıma ve bilme Allah’ı tanıma ve bilme anlamına gelmeyecektir. 


    Tabiat Risalesinde aslında Üstadımız (r.a) ilk önce bunu yapar. En ince hesap ilmine göre dönen, Güneş’in etrafını dolaşan, işleyen ve hareket eden dünyamızın bir sahibi olmalı mıdır? Acaba sahipsiz olarak hareket etmesi mümkün müdür? Küremizin mahiyet ve hareketlerindeki ilim, kastı ve iradeyi iktiza etmektedir, gerektirir. Tüm bu kâinatın insanla beraber sahipsiz olmayacağına göre sahibi kim, haliki kimdir, maliki kimdir? Küremizin sahibini arayalım, kimdir öğrenmeye bakalım, şıkları değerlendirelim:

    a. Şu Küremiz (Dünyamız) kendi kendisinin sahibi olabilir mi? Üstadımız, “teşekkele bi nefsihi” şıkkında bu konuyu ele alır. Dünyamızın kendi kendisine sahip olması ve kendi kendisini yaratması aklen ve mantıken mümkün değildir. 


    b. Her şey bir sebebe dayandığına göre bütün bu kâinatı sebepler mi halk etmiştir, yaratmıştır? Görüyoruz ki sebeplerin yaratma veya yaratılma noktasında birbirilerinden; birbirlerine karşı ilim, irade ve kudret açısından bir üstünlüklerinin olması mümkün değildir. 

    c. Tabiat iktiza edip mi yaratıyor? Tabiat topraksa bir saksıda yetişen bitkiler veya çiçeklerin büyümesi için evler cesametinde fabrikalara, makinelere veya aletlere ihtiyaç vardır. 

    Demek kâinatın varoluşuyla alakalı hangi yolu veya ihtimali düşünsek bir çıkış yolu bulmamız mümkün değildir. O zaman diğer bir yol veya çare olarak kâinatın yaratıcısı olarak bizimle konuşan Rabbimizi kabul etmek zorundayız. Evet Rabbimin bu kâinatı kendisinin yarattığıyla alakalı elimizde bir delil ve işaretler var mı? Yaratılışla alakalı O’nun (c.c.) bir sözü ve O’ndan (c.c) bize gelen bir name var mı yani? Evet var! Kur'an-ı Kerim bizi ve bütün kâinatı Allah’ın yarattığını ifade eden muciznuma bir beyandır, namedir, bize gönderilen bir mektuptur. Kâinatı Allah’ın yarattığını söyleyen Kur'an-ı Kerim’i Rabbimizin bizimle konuşmaları olarak kabul edebilir miyiz, edemez miyiz? Evet işin püf noktası burasıdır. 


    Kuran-ı Kerim’e az bir kulak versek, bir iki suresini araştırsak Kuran-ı Kerim’i Hz. Muhammet Mustafa (sallallahu aleyhi vesellemin) uyduramayacağını, beşer kelamı olamayacağını anlarız. Örneğin; “Gün gelecek herkes sadece kendisini kurtarmaya bakacak, gözü başkasını görmeyecek. Her şahsa yaptıklarının karşılığı tam ödenecek kendilerine asla haksızlık yapılmayacak.” (Nahl, 111) Dünyamızdaki adaletsizlik ve haksızlıkları düşününce sanki bu kâinatın hiç sahibi yok gibi haydut gibi hareket eden zalimlerin sırf imtihan meydanı olmasından ötürü serbest hareket etmelerini bu gibi ayetler olmadan anlamlandırmak mümkün mü? Bugünün yarını, yarın ise Hakkın divanı olduğunu ancak bu kâinatın sahibi olma sıfatıyla Allah kelamının verebileceği bir haberidir. 


    O zaman Kuran-ı Kerimle alakalı tek bir yol kalır; Kur'an-ı Kerim bütün kâinatın yaratıcısı ve Rabbi unvanıyla imtihan sırrı içerisinde yaşayan biz insanoğluna ilahi bir hitaptır, çocukluktan ölüme oradan mizana ve cennete varana dek devam eden hayat yolumuzu tarif eden bir rehberdir. Başka olamaz. 


    Eğer Rabbimiz bizimle konuştu ve dünya ve ahretle ve bilmediklerimizle alakalı bize özel malumatlar verdiyse ve bu konuşmayı elçisi Hz. Muhammet (sav) vasıtasıyla yaptıysa o zaman kati ve ciddi bir müracaatla Kuran-ı Kerim’e ve Hz. Muhammed'e baş vurmak zorundayız, mecburiyetindeyiz.   Evet tam bu noktada Kur'an-ı Kerim Rabbimizin en büyük eserlerinden biri olan Dünyamızı nasıl tarif ediyor, nasıl tanımlıyor, onun hareketlerini nasıl mayalandırıyor?


    Zira Risale-i Nurlara göre de Dünyamızın (arzımızın) üç yönü üç veçhesi vardır. 

    A. Dünyamız Allah tarafından yaratıldığından Onun esma ve sıfatlarını burada okumak, anlamak ve Rabbimizin marifetine ermek mümkündür. Yani dünyanın bir yüzü Rabbimizin marifetine bakar, O’ndan haber verir. 
    B. Dünyamızın diğer bir yönü Ahiretin mezrası olması sebebiyle ahirete bakar. 
    C. Cazibesiyle insanların kalbini çelip Allah’tan uzaklaştırması yönüyle de dünya kendine, zatına yani menhus yüzüne bakar. 


    Evet aklımızı kullanarak dünyamızda meydana gelen tüm olaylarda Allah’a ait bir mana ve bir mesaj bulmak mümkündür. Fakat küremizde meydana gelen tabiat olayları olarak tesmiye edilen öyle olaylar var ki onlara bizim aklımızı kullanıp da bir anlam yüklememize gerek kalmadan Kur'an-ı Kerim ayetleri ile olayların ruhunda yatan manayı ifade ettiğinden ilgili ayetleri idrak etmek bizim Rabbimizi tarif ve marifeti adına takip edebileceğimiz en isabetli yoldur. 


    Evet Rabbimizi tarif eden üç külli muarrif, tarif edici vardır. Kur'an-ı Kerim, Peygamberimiz (sav) ve kâinat kitabıdır. Kâinat kitabını da insan, dünyamız ve kâinat olarak üçe ayırabiliriz. Şu an bizim konumuz ise küremizle alakalı olayları Kuran’daki ayetler üzerinden anlamaya çalışmaktı. İnşallah gelecek haftaki yazımızda Küremizdeki olayları ele alan ayetleri konu edineceğim. İnşaallah!

    11 Eyl 2023 08:05