Taliban’ın yeniden kaba saba bir şekilde “İslam Devleti” kuruyorum adı altında Afganistan'ın kaderine hâkim olması İslamiyet'in hayatta karşılığının olmadığını savunanların, düşünenlerin veya öyle olması gerektiğini fikir olarak ileri sürenlerin ekmeğine yağ sürdü. Onların ekmeğine yağ sürdü fakat bizim acımızı, derdimizi üzüntümüzü katmerli hale getirdi. Zaten Oryantalistler, önceden beri İslamiyet'in ömrünü bitirmiş bir din olduğunu iddia edip duruyorlardı:
“Batılılar, geleneksel İslam toplumunu tanımlamak için modernleşme ölçütünü kullanarak, birtakım kavramlar üzerinde ısrarla durup, İslam toplumunun gelişmemiş, durağan, ömrünü bitirmiş ve sona ermiş bir toplum yapısına sahip olduğunu ileri sürdüler.” (Meryem Cemile, Oryantalizm, sf,24)
Kabil’i ele geçirip hükümetini kuran Taliban’ın eskiden beri şeriat prensipleri diye ilan ettiği aslında mahcubiyetimizi bir kat daha artıran kurallarını biliyoruz:
“10 yaşından büyük kızların ve kadınların eğitim hakkının olmadığı, vücutlarının hiçbir yeri görünmeyecek şekilde burka giymek zorunda oldukları Taliban kontrolündeki bölgelerde, "meşru sayılmayan" bir erkekle konuştuğu anlaşılan kadınlar taşlama, kırbaç gibi cezalara çarptırılıyordu. Sakalı "yeterince uzun olmayan" erkekler de hapse atılıyor, hırsızların elleri kesiliyordu. Müzik dinlemek, televizyon izlemek yasaklandı. Farklı fikirdeki insanlar ve farklı dini azınlıklara yönelik cezalar da baş keserek öldürmeye kadar katılaştı. Sünni Müslümanlara ait olmayan ibadet yerleri yerle bir edildi.”(BBC News, Türkçe, 21 Temmuz 2021)
Yani başta Oryantalistlerin dinimizle alakalı olumsuz ve yanlış düşünceleri Taliban’la beraber Afganistan’da iktidara gelerek delilli ispatlı hale geldi sanki.
“Anderson: “İkinci dünya savaşından beri oryantalistler ve misyonerler, taktik değiştirmişler, Müslümanları bireysel olarak, etkilemek yerine, bütün olarak sistemin yeniden değiştirilmesini önermeye başlamışlardır. (Meryem Cemile, Oryantalizm, Sf,29)
Halbuki İslamiyet evrenseldir, hükmü kıyamete kadar bakidir. Her asra hitap edip her toplumun iki dünya saadet ve mutluğunu temin edecek bir dindir. Bundan mütevellit, bin sene önce ilk Arap toplumuna muhatap olmuş dinimiz zamanlar değiştikçe toplumlar farklılaştıkça her topluma her zamana hitap etmiş hükmünü bir mühür gibi basmıştır. Tarih buna şahittir.
Dinimiz kendi iç dinamikleriyle zaman ve şartlara göre içtihat aparatını kullanarak yenilenerek günümüze kadar geldi. Fakat bunun için de ifratlardan ve tefritlerden kurtulabilmek adına, yani meseleleri çözerken daha farklı handikaplara düşmemek için dinin toplumların ihtiyaç ve karakterlerine göre değişebilen konularını ve inancımızı ayakta tutan değişmeyen sabitlerini iyi bilmek gerekir. Asli konu olan iman esasları değişmez fakat füruat çerçevesine giren konular içtihat esnekliği içinde toplumdan topluma; zaman ve mekân farklarına göre değişir de başkalaşır da.
Taliban veya Ortadoğu endeksli radikal Müslümanlar, zamanın şartlarını görmezden gelip dinimizin içtihat esnekliğini yok sayarak Müslümanlığın üzerine maalesef beton döktüler.
Dinin sabitlerini reform yapıyorum diye değiştirmeye kalkmak nasıl bir ifratsa değişebilen füruatla alakalı meseleleri dondurmak da bir tefrittir, yıkımdır. Bu durum dinimizin toplumların problemlerini çözme kabiliyetini felç eder. Hz. Mevlana’nın dediği gibi; benim bir ayağım burada sabitse diğer ayağım 72 milletin içindedir. Pergelin bir tarafı sabit hakikatler üzerinde olmalı diğer ucu da ilim, teknik teknoloji demeden her türlü insani ve sosyal problemlerle temas halinde; onların içinde olmalıdır.
O zaman dinimizde asıl ne fasıl nedir?
“Ehl-i dikkatin malumudur ki makasıd-ı Kuraniye’nin fezlekesi dörttür. San-i Vahidin ispatı, nübüvvet ve haşri cismani ve adldır.”(Bediüzzaman, Muhakemat, Sf;117)
Demek asıl konular tevhit, peygamberlik, haşir ve adaletten ibarettir. Ve bu konuların diğerlerine göre öncelik hakkı vardır. Bir toplumda tevhit, haşir gibi konular halledilmeden içtihada mesağ olan dinin felsefi yanıyla alakalı konuları ele almak en azından şimdilik bir metot hatası olur. Çünkü her şeyde önce temel atılır, sonra binanın vücudu ve çatısı konur.
“Dinin zaruriyeti ki içtihat oraya girmez. Çünkü kati ve muayyendirler. Hem o zaruriyat gıda hükmündedir. Şu zamanda terke uğruyorlar ve tezellüldedirler. Ve bütün himmet ve gayreti onların istikametine ve ihyasına sarf etmek lazımdır.”(Bediüzzaman, 27. Söz)
Yani Üstadımız’a göre bir toplumda ilk önce dinimizin ana konularının temel olarak halledilmesi gerekir. Hâlbuki günümüzün insanı halen daha derin bir inanç problemi yaşamaktadır. Sen su içmenin adap ve prensiplerinden bahsediyorsun fakat ortada su yok. Önce suyu bul, suyun nasıl içileceğini ve prensiplerini belirlemek sonraki bir iştir. Öğrenci, sınıf, okul sıralamasını, gereksinimini unutmamak gerekir.
Diğer taraftan velev ki dinimizde Taliban’ın uygulamalarının bir türlü yerini bulsak da bu prensipleri uygulamada bir nezaket ve bir zarafet, saygı ve merhamet olması gerekmez mi? Ojeden dolayı bir kadının parmağını kesmek de ne demek? Sen devlet olarak bir kanun çıkarır ve ojelilerin parmaklarını kesmek istiyorum diyebilirsin. Bunu anlarım. Fakat buraya dini neden karıştırıyorsun, kirletiyorsun. Allah Kur'an-ı Kerim’inde Peygamberimiz(sav) için “Vema erselnake illa rahmetellil alemin” (Enbiya, 107) diyor. Yani Peygamberimiz ’in (sav) gönderiliş maksadını Allah; “Seni alemlere rahmet olarak gönderdim” şeklinde izah ediyor. Şu Ortadoğu veya Taliban’ların Müslümanlığında benim göremediğim bu rahmeti görebilen var mı Allah aşkına!
İnsânî muamelenin olmadığı yerde rahmet de olmaz, Müslümanlık da. Bilakis Müslümanlık zaten Üstadımızın da ifadesine göre “bir insaniyet-i kübradır”
Evet toplumların farklılığını gözeterek sorunlarını içtihat aparatıyla çözen İslamiyet'in hayatta karşılığının olmadığını gösterir şekilde şiddette baş vurarak, kaba davranma ve insaniyetten uzak bir şekilde dinimizin emirlerini yerine getirmeye kalkmak, aslında günümüze kadar radikalizm olarak devam eden ta Peygamberimizin(sav) döneminden itibaren bedevilerin şahsında meydana gelmiş ciddi bir sorundur.
Bu sebeple Efendimiz(sav) de Kur'an da bedevi Müslümanların kaba ve anlayıştan uzak cahilliklerine karşı gerekli tembihte bulundu ve ümmetini uyardı. Kur'an’da nerede “arap” ibaresi geçiyorsa ondan kastedilen; kaba ve haşinliği her tarafından dökülen bu ilk bedevilerdir. Mesela, badiyeden gelmiş bulunan bu sert tabiatlı Temim kabilesine ait bazı bedevilerin Peygamberimiz’in (sav) evinin dışından bağırıp çağırarak Efendimiz’e (sav) seslenmelerini Kuran mevzu bahsedip tenkit etti:
“(Ey Muhammed!) Odaların arkasından sana (kabalık yaparak) bağıranların çoğu aklı ermeyen kimselerdir.”(Hucurat, 4)
Efendimiz’in (sav) ridasını (bir tür cüppe) boynunda iz yapacak derecede çekerek “adil ol ya Muhammet” diyenler de yine bu kaba ve cahil tiplerdi.
“Temimli bir zâtla Hazreti Peygamber (AleyhissalâtuVesselâm) arasında şu konuşma geçer:
-"Ey Muhammed bugün ne yaptığını gördüm."
-"Ne görmüşsün, söyle bakalım!"
-"Adaletli davranmadın, âdil ol!"
Hazreti Peygamber (Aleyhissalâtu Vesselâm) son derece öfkelenir ise de:
-"Yazık sana, ben de âdil değilsem, başka kim âdil olabilir? Adil olmazsam helak olurum!" demekle yetinir.
Hazreti Ömer: "Müsaade et, şu münafığı öldüreyim!" diye izin istese de Resûlullah (Aleyhissalâtu Vesselâm) müsaade etmez. (Buhari, Humus 16; Müslim, zekât 147)
Hz. Ali döneminde Hariciler olarak tarih sahnesine çıkacak olan bu bedevilerin şiddet ve kaba davranmaya meyilli olmalarının yanı başında gayet tarafgir ve inatçı olduklarını görürüz. Kendi görüşünden olmayan Müslümanları (sahabeler dahil) tekfirle, bidatle yaftalayıp gözlerini kırpmadan öldürmeleri sebebiyle Hz. Ali bu bağı kavimle savaş etmek zorunda kaldı.
“Ahlâkî endişenin doğurduğu bu görevi (İrşad ve tebliğ) yerine getirme hususunda Hâricîler’in son derece sert oldukları hemen hemen bütün ilk dönem kaynaklarında belirtilmiştir. Meselâ Abdullah b. Habbâb b. Eret gibi seçkin bir sahâbîyi hunharca katletmeleri, buna karşılık, “Peygamberinizin emanetini koruyunuz” diyerek Hristiyanlara ve Haricîlerin kötülüklerinden korunmak için “müşrik gibi görünen” Vâsıl b. Atâ ve arkadaşlarına arka çıkmaları hep bu ters bedevî anlayış ve dar görüşlülüğün örnekleridir (Müberred, III, 1078-1079, 1134-1135)”(İslam Ansiklopedisi, Hariciler)
Yani bugün Taliban veya Ortadoğu'daki pek çok Araplar arasında kendini kaba, sert, tarafgir ve tekfire dayalı merhametten uzak Neo-Haricilik olarak görebileceğimiz Müslümanlık anlayışından kaynaklanan problemler maalesef yeni değildir. Bugün bütün bir Ortadoğu tarlasını zararlı dikenler gibi saran dikta ve zülüm rejimleri daha çok bu Neo-Haricîlik mantığından beslenmektedir.
Kur'an, bu tür kaba ve şiddete meyilli Arapların (Bedevi) Hucurat süresinde her ne kadar Müslüman olduklarını iddia etseler de iman problemlerinin olduğunu ifade eder. (Hucurat, 14)
Onların insanları dinden imandan nefret ettirecek derecede sert ve katı olmaları, kalplerindeki katılıktan kaynaklanıyor da olabilir.
Müslümanlıkta asıl örnek almamız gereken şefkat peygamberi olan Hz. Muhammet Mustafa (sav) nasıldı?
“Allah’ın rahmeti sayesinde sen onlara karşı yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın, onlar senin etrafından dağılıp giderlerdi. Artık sen onları affet. Onlar için Allah’tan bağışlama dile. İş konusunda onlarla müşavere et. Bir kere de karar verip azmettin mi, artık Allah’a tevekkül et, (ona dayanıp güven). Şüphesiz Allah, tevekkül edenleri sever.” (Ali İmran, 159)
Taliban’ın şeriatı mı?
Kaba ve sertliği esas alan Taliban gibilerinin değil bizim için önemli olan Hz. Muhammed’in (sav) şefkat ve merhamet dolu şeriatıdır.
Bu yüzden Osmanlı dahil bizim medeniyetimiz, içtihat ve meşveretin esnekliği içeresinde her meselesini halledebilen hoşgörü ve diyalog medeniyetidir.
Vesselam!
Not: Bir ablamızın evladı, üniversite çağında, mütedeyyin ve dertli olan annesine karşı: “Gerçek Müslüman Taliban. Sen ve senin gibiler sadece hümanistsiniz” sözünü duymuş olmam bu yazıyı kaleme almama sebep oldu. Bu küçük çalışmayı, Türkiye'deki ağır şartlar altında evlatlarına rehberlik yapamamanın ıstırabını gönlünde derinlemesine duyan her anne babaya ithaf ediyorum.