Tohumu toprağa değdirmek

  • Hüseyin Odabaşı
  • Hüseyin Odabaşı
    16 Kas 2024 10:00


    Bazı insanlar doğumdan ölümüne kadar kanatlı bir tohuma benzerler.  Daima yükseklerde uçarlar. O idealist ruhları, dağları taşları aşarak dümdüz yoluna devam eden hedefine kilitli oklara da benzetebiliriz. Onlar yollarda takılıp kalmazlar. Çünkü onlar yolun ta kendisidirler.  Ekoldürler. Köprü gibi maziyi istikbale; Doğuyu Batıya, aklı kalbin yurduna ulaştırırlar. Neredeyse onlarsız selamet yurduna ulaşmak mümkün olmaz. 

    Her ağacın tohumu meyvesindedir ve dibine düşer. Hatta çoğu, dalındayken çürür gider. Fakat idealist ruhlar bir başkadır. Musab Bin Umeyr, Mekke’de büyüyen fakat Medine’ye düşen bir tohumdur işte. Yedi değil, yetmiş başak veren bir tohum. Veya veya göle çalınan bir mayadır O (r.a). Medine kısa zamanda Musab’ın temiz maderi ile mayalandı. Çünkü daha sonra Medine’ye Serdar- ı Muhacirûn (sav) teşrif edecekti.      

    Medine'ye düşen tohum gibi, Medine'den Konstantiniyye düşen tohumlar da vardır. Halit bin Zeyd (ra), kalbinde Peygamber (sav) sözü, elinde sancak, daha Emevîler dönemindeyken yollara revan oldu. Yaşı doksan küsüre yakındı. Surların dibine kadar geldi, çarpıştı. Vefat ederken isteği üzerine İstanbul'a gömüldü. Kabri, İstanbul’un kalbi oldu. Peygamber (sav) sözüne olan inancı gereği olarak Feth-i Mübini Medine'de değil, toprağın altında olsa da İstanbul'da beklemeyi tercih etti. “Bir gün muhakkak Konstantin fetholunacaktır.” Bu müjdenin işaret ettiği topraklarda ömrünü noktaladı. Müjdenin varacağı İstanbul’a sekiz asır öncesinden vardı, ulaştı. Müjdeyi tam yerinde yani tahakkuk edeceği yerde bekledi. Çünkü Ebu Eyyub El-Ensari Hazretleri,  Havz ı Kevser’in başında, ümmetinin arkadan gelmesini beklemek için oraya erkenden gidecek olan Peygamberimiz (sav) misali, fatihlerin faratıydı. (Müslim, Nesei) (Farat: Issız yere konan nişan, işaret)

    Peygamberimiz (sav), Tevrat ve İncil'deki tarifini bulan sahabelerini bir Zürra’nın (Fetih Suresi) avucunun içinde saklı tuttuğu tohumlar gibi Ceziretü’l Arap’tan Yemen’e, oradan Bizans’a ve Fars’ın kalbine kadar serpti, dağıttı. Medine’de doğup da Medine’de ölen kaç sahabe vardır. Ya Medine’de yaşayıp da başka diyarlarda ruhunun ufkuna yürüyen Allah Arslanlarına ne demeli? 

     

    İlk önce Peygamberimiz’in (sav) Kendisi zaten bir muhacirdi. Medine’ye hicret etti ve orada vefat etti. (m.632; h.11) Fakat anavatan Mekke’nin fethinden sonra Medineli Ensar'ı bir endişe sardı. Acaba Resulullah (sav) kendi memleketi olan Mekke'ye fetihle geldikten sonra, Medine'ye tekrar döner miydi? Hatta bu endişelerini Ensar, izhar ettiler. O (sav) da ashabının gönlüne su serpti:

    “Mekke fethedildiği zaman, Medineli Müslümanlardan bazılarının iç âleminde bir endişe uyandı. Bu endişeyi, "Cenâb-ı Hak, Resûlüne yurdunun fethini nasib etti. Artık burada oturur kalırlar mı dersiniz?" diyerek izhar ettiler.

    O sırada duâsını bitiren Fâhr-i Âlem Efendimiz (sav), ne konuştuklarını sordu.

    dediler.

    Sorusunu birkaç sefer tekrarlayıp aynı cevabı alan Peygamber Efendimiz’e (asm), o sırada vahiy ile Ensar'ın konuştukları haber verildi. Bunun üzerine şöyle buyurdular:

    (Sîre, 4:59; Müslim, 3:1408.)

    Bu hitap karşısında Ensar gözyaşları arasında Fahr-i Kâinatın çevresinde toplanıp gönlünü almaya çalıştılar:

    (Müslim, 3:1408.)

     

    Hiçbir Müslüman, Peygamberimizin (sav) de bir muhacir olduğunu unutmamalıdır. Bir bayrak yarışı gibi düşünürsek, meseleyi Peygamberimiz (sav) önce Medine'ye, sonra en yakın dostları olan ashabı da neredeyse üç kıtaya açıldılar, hicret ettiler. Müslümanlığın yayılması aslında hep böyle oldu. 1071’de Malazgirt zaferiyle Anadolu’nun kapısı açıldı. Fakat Moğol zulmünden dolayı hicret etmek zorunda kalan büyük Asya'nın Müslümanları, Anadolu'ya sığındıklarında bu topraklara ancak o zaman Müslümanlık yayıldı.

    Aynı duygu ve düşüncelerle Murat Hüdavendigar, Bursa’dan Kosova topraklarına kadar geldi (1389). Sırplarla cenk etti. Zalim Sırplarla savaş etmek, Arnavutlara hem maddi hem de manevi yardım etmek demekti. Çünkü Arnavutların hidayetine giden yollar bütünüyle otobana dönüştü. Fakat o büyük sultan Balkanların hidayetine vesile olmak uğruna kendini feda etti:

    “Allah'ım yarın düşmanla karşılaşacağım. Beni şehit, askerimi muzaffer eyle.” Ve ertesi gün yapılan savaşta Sultanımız şehit, askerleri ise muzaffer oldu. Bugün adına yapılan türbede medfun bulunan ve asırlardan beri halen daha Balkanlara buradan hidayet pompalamaya devam eden Sultanımız için ne türlü destanlar kessek yine de azdır. 

    Siz eğer bir beldenin Müslümanlaşmasını istiyorsanız en azından o beldede ölmeyi, toprağına gömülmeyi göze almalısınız. Halid Bin Velid (ra) gibi ya nasip olur veya olmaz, fakat bunu göze almalısınız.  Peygamberimiz (sav) Medine’de; Hz. Eyyub Sultan, Konstantin'de; Murat Hüdavendigar, Kosova'da vefat etmeyi göze aldılar. Göze alarak da o toplumun hidayet kapılarının aralanmasına vesile oldular.  Yol buysa, erkan buysa, arkadan gelenlerin de aynı dinamiklere riayet etmesi kadar doğal ve tabi ne olabilir ki.

    Kaldı ki zayıf bir hadisi şerife göre; “Bir mümine vefat ettiği yer, doğduğu yerden ne kadar uzaksa, o büyüklük ve genişlikte ona bir cennet verilir.   (Keşfü’l- Hafa)

    İşte Gülen Hocamızın da ta 25 sene öncesinden vefat ettiğinde Pensilvanya topraklarına defnedilmeyi planlamış olmasını, aynı temel ve dinamiklere bağlayabiliriz. Bundan maksat, gönüllerde hidayet nurunun tutuşmasına vesile olmak ve Allah sevgisini o toplum içinde de mayalanmasını temin edebilmektir. Çünkü hayatını irşat ve dini yaymaya adayan Kamet-i Balaların vefatları da bu ulvi gaye ve planlarının önemli bir parçasını teşkil eder. Öyle olduğundandır ki Bediüzzaman Hazretleri hayatından daha ziyade ölümünün dine hizmet edeceğini ifade eder:

    “Ey din ve âhiretini dünyaya satan bedbahtlar!

    Yaşamanızı isterseniz bana ilişmeyiniz. İlişseniz, intikamım muzaaf bir surette sizden alınacağını biliniz, titreyiniz.

    Ben rahmet-i İlâhiyeden ümit ederim ki, mevtim hayatımdan ziyade dine hizmet edecek ve ölümüm başınızda bomba gibi patlayıp, başınızı dağıtacak.

    Cesaretiniz varsa ilişiniz! Yapacağınız varsa göreceğiniz de var.” (Ondördüncü Şua) 
    16 Kas 2024 10:00