Ustalardan sonra

  • Hüseyin Odabaşı
  • Hüseyin Odabaşı
    04 Eyl 2025 11:30

    Tarih şahit ki her büyük ve kutup gibi vazife gören insanlar vefat ettikten sonra Ona bağlı olan cemaatinde az veya çok sıkıntılar baş gösterdi. Fakat Allah’ın bu has kulları bu durumu toprağa giren bir tohum gibi “bir ölmeye mukabil bin dirilme” olarak gördüler.   

    Himmeti milleti olanlar için onlarla başlayan yolun kendilerinden sonra da şehrahlar şeklinde devam etmesi çok önemliydi. Hz. İbrahim peygamber (sav) kendinden sonra Allah (c.c) tarafından temin ve tesis edilen salihler yolunun devamını mümkün kılmak için Allah’tan evlat talebinde bulundu. Hz. İbrahim'in yaşlılığında yaşlı Sariye’sinden yani soyundan gelen peygamber evlatlarına baktığımızda; “Rabbim! Beni namazı hakkıyla edâ eden bir kimse eyle, Zürriyetimden de böyle kimseler var et! Rabbimiz, duâmı kabul buyur.” (İbrahim, 40) gibi dualarını o ilerlemiş yaşına rağmen Allah kabul etti:

    Hz. İbrahim’in soyundan Hz. Yakub (İsrail), Hz. İshak, Hz. Yusuf, Hz. Yakub, Hz. Musa, Hz. Harun, Hz. Davud ve Hz. Süleyman, Hz. Zekeriya, Hz. Yahya ve Hz. İsa (a.s.) gibi peygamberler geldi.

    Peygamberimizden (sav) sonra bazı mürtedler dinden döndü. Fakat Hz. Ebu Bekir’in basiretli tutumuyla şok yaşayan Müslümanlar yeniden derlenip toparlandılar. Öyle ki İslam devletinin sınırları çok geçmeden ta İran’ın içlerine Bizans’a kadar vardı ulaştı.

    Moğol istilalarının yaşandığı bir dönemde Müslümanlara yeniden bir ruh ve heyecan veren Mevlana’ya vefatı esnasında hanımı Kira Hatun; “Sen bin yıl yaşamalıydın Mevlâna” serzenişinde bulundu. Çünkü Kira Hatun Mevlâna ile yakalanan birlikteliğin vefatı ile bozulacağından endişeliydi. Mevlanalar ve Koneviler gibi Allah dostları ile sürülen Anadolu toprağında daha sonra Osmanlı Devleti yeşerdi, boy attı.

    Murat Hüdavendigar 1389’da Kosova savaşındayken hain Miloçkobiloviç’in hançeri ile yaralanıp kanlar içinde yatarken kendisinden bir isteğinin olup olmadığını soran Komutanına dağılmayın, iri ve diri olun anlamına gelecek şekilde; “Atan inmeyezüz” temennisinde bulundu. I. Murattan sonra Osmanlı daha bir büyüdü, gelişti Avrupa'nın içlerine kadar dal budak saldı.

     

    Hazreti Bediüzzaman'ın vefatından sonra da Onunla Nurlara gözünü açmış olanlar “Bundan sonra ne olacak” endişesini  yaşadılar. Bediüzzaman iman ağacının neredeyse tamamen kurutulduğu felaket asrında işe vaziyet etti. Onun gidişinden sonra ipe dizilen tesbihin taneleri hükmündeki talebeleri, birlik ve beraberliklerini koruyamayabilirlerdi. Evet doğru, nispeten Üstadın dönemindeki beraberlik bozuldu. Ancak nur ağacı dallara ayrıldı, çoğaldıkça çoğaldı. Dünyanın her tarafında meyveler verdi.   

    Bir cemiyetin göz bebeği hükmündeki karizmatik liderler vefat ettikten sonra ihtilaflar artar. Bu sebepledir ki tarihte güçlü devletlerin padişahları dahi vefat ettiklerinde yerine bir Şehzade tahta oturana kadar vefatları hep halktan saklandı, gizli tutulurdu. 

    İhtilaf neden ileri gelir? Her cemiyet ve toplumun birey gibi nefse dayanan bir özgürlük yönü vardır. Buna mukabil dışarıdan içeriye doğru da akla dayanan bir de toparlanma yönü vardır. Eğer özgürlük yönü ağır basarsa o toplumda yırtılmalar, ihtilaflar ve dağılmalar yaşanır. Yok şayet cemiyetin toparlanma yönü özgürlük yönüne ağır basarsa ittifak ve ittihat devam eder. Fakat bu cemiyet baskısı ifrat derecede olursa bu sefer bireysel kabiliyet ve özgürlükler kaybolur, nifaka dayalı ahlaki bozulmalar artar, dikta başlar.

    Şimdi Hocamızdan sonra bize düşen nedir? Çok şey söylenebilir fakat Peygamberimizden sonra iki farklı tavır sergileyen iki sahabi üzerinden yolumuzu belirleyebiliriz.  Amr Bin As ile Bilali Habeşi üzerinden vereceğimiz bu iki tavrın sahiplerinin arkasından gitmek, tercih etmek artık bize kalmış bir meseledir.

    a. Bilal i Habeşi yolu. Peygamberimizin vefatından sonra İslam merkezi diyebileceğimiz Medine’de daha fazla kalmak istemedi. Eba Bekir ve Ömer’in “Burada kal ezan okumaya devam et” ısrarlarına rağmen izin alarak Şam taraflarına gitti, cihat etti ve 60 yaşında vefat etti.  Yani Bilal Efendimiz, HİZMET yolunu tercih etti.

     

    b. Amr Bin As: Amr Bin As Efendimiz, Peygamberimizin vefatından sonra Müslümanlar arası siyasi tercihlerinden veya siyasi olaylara karıştığından ötürü vicdanen rahat değildi.  Bir rivayete göre; “Muaviye’nin dünyasını imar kendi Ahiretimi riske attım” beyanında bulundu. 70 bin Müslümanın birbirine girerek şehit olduğu Sıffın Savaşının en etkili siyasilerinden biriydi.

    Şimdi ise İbni Şümâse’ni ifadelerinden Amr Bin As Efendimiz’in siyasi ve aktüel meselelere karışmasından ötürü son anlarındaki vicdan muhasebesini ifadelerinden takip etmeye çalışalım:

    “Amr İbni Âs ölüm döşeğindeyken yanına gittik. Yüzünü duvara döndü, uzun uzun ağladı. Bunun üzerine oğlu:

    - Babacığım! Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem sana şu müjdeyi vermedi mi? Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem seni şöyle müjdelemedi mi?, demeye başladı.

    O zaman Amr İbni Âs yüzünü bize dönerek dedi ki:

    - Âhiret için hazırladığımız en değerli azık “Lâ ilâhe illallah Muhammedün Resûlullah” sözüdür. Hayatımda üç devir vardır. Bir zamanlar Resûlullah’a benden fazla kin besleyen yoktu. Bir yolunu bulup da onu öldürmek benim en çok arzu ettiğim şeydi. Şayet bu haldeyken ölseydim, mutlaka cehennemlik olurdum. Allah Teâlâ gönlüme İslâm sevgisini koyunca, Peygamber Aleyhisselâm’a gelerek: Elini uzat, sana biat edeceğim, dedim. O elini uzatınca, ben elimi geri çektim.

    Bunun üzerine Resûl-i Ekrem:

    - “Ne oldu, Amr?” diye sordu.

    - Şart koşmak istiyorum, dedim.

    - “Neyi şart koşacaksın?” buyurdu.

    - Bağışlanmamı, dedim.

    - “Müslüman olmanın daha önceki günahları silip süpürdüğünü, hicret etmenin daha önce işlenen günahları yok ettiğini, haccetmenin daha önce yapılan günahları ortadan kaldırdığını bilmiyor musun?” buyurdu.

    Artık Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’den daha çok sevdiğim biri yoktu. Gözümde ondan daha büyük biri mevcut değildi. Ona duyduğum saygıdan dolayı gözlerimi kandıra kandıra yüzüne bakamazdım. Biri bana onu anlatmamı isteseydi, yüzüne doya doya bakamadığım için bunu yapamazdım. Şayet bu haldeyken ölseydim, cennetlik olmayı umabilirdim. Sonra öyle işlere karıştık ki, o işler karşısında halimin nasıl olduğunu bilemiyorum.

    Öldüğüm zaman arkamdan ne ağıt, ne de ateş yakılsın. Beni gömdüğünüz zaman üzerime toprağı yavaş yavaş atınız. Sonra bir deveyi boğazlayıp etini taksim edecek kadar bir zaman kabrimin yanından ayrılmayın ki siz yanımdayken yerime alışayım ve Rabbimin elçilerine nasıl cevap vereceğimi düşüneyim.” (Müslim, Îmân 192)

    Buhari ve İmam-ı Azam arasındaki hoşnutsuzluğu bilmeyenimiz yoktur. Hadis nakkadı olan Buhari'ye göre gerçeğin tam ortaya çıkması, orjinal metne sadık kalmak çok önemliydi. Fakat İmam-ı Azam bir fıkıhçı olduğundan ferdi ve sosyal problemlere çözüm üretmek üzere Dinimizin “içtihat” müessesesini işlettiğinden meselelerin çözümünde onun gerçekliği Buhari'ninkinden farklıydı. Bazan taşı gediğine koymak kabilinden meseleyi çözüme kavuşturan senet zayıflığı olan hadislerden de istifade ettiği olurdu. Mesleklerinden kaynaklanan bu “gerçeklik” farkından dolayı Buhari’nin İmam-ı Azam’ı tenkit ettiği rivayet edilir.

     Aynı durum Hizmet Hareketi’ne gönül vermişlerin arasında da olabilir. Herkes gerçekler ortaya çıksın diye uğraşıyordur. Fakat Buhari meşrep kimselerin gerçekliği ile Ebu Hanife meşrep kimselerin gerçeklik anlayışı birbirinden farklı olabilir. Fakat ne olursa olsun herkes kendi gerçeklerinin arkasından giderken şu Hizmet’in vifak ve ittifakına dokunamamalıyız. Bu dünyadan ahiret diyarına göçerken vicdan azabı çekmeyeceğimiz Bilal Efendimiz gibi hizmet  dolu bir hayatı yaşamaya muvaffak olmaya çalışmalıyız.

     

    04 Eyl 2025 11:30