Vezirlik veya rezillik yolu

  • Hüseyin Odabaşı
  • Hüseyin Odabaşı
    03 Ağu 2024 14:25

    İnsanın hayatında en önemli bir iki karar varsa, bunlardan belki en önemlisi evleneceği kişiyi seçmek için verdiği karardır. 

     

    Çünkü hayatınızı birleştirdiğiniz eşinizin, sizi ve meydana gelecek soyunuzu dönüştürme potansiyeli vardır. 

     

    Bu bakımdan aklı hayra, fazilete çalışıp soyunu ıslah etmek isteyenlerle, aklı fitneye fesada çalışıp da birilerinin soyunu bozmak isteyenler, evlilik konusuna aşırı önem verirler. Es geçmezler. Toplumun yüzde sekseni evliliğin nasıl bir potansiyele sahip olduğunu anlamasalar da, sıra dışı ufka, anlayışa ve hassasiyete sahip olanlar için mesele ihmale gelmeyecek kadar mühimdir.

     

    Peygamberimiz (sav) kendi kızlarını evlendirirken hassas davrandığı gibi, pek çok ashabının evliliklerinde aktif rol aldı, evliliklerine müdahale etti.  Azatlı kölesi Zeyd Bin Harise’yi hala kızı Zeynep Binti Cahş’la evlendirdi.  Müslümanlığı kabul eden bir kabilenin kızı ile de Abdurrahman Bin Avf’ı nikahladı. Bilal Habeşi’yi evlenmesi için Ensar'dan bir aileye gönderdi. Aile Bilal'in siyahi olması sebebiyle kızlarını vermek istemediler ancak bu evliliği Peygamberimizin (sav) istediğini duyduklarında, bu kararlarından vazgeçtiler. Günaha girme ihtimali olan Cüleybi’bi ise bizzat Peygamberimiz (sav) evlendirdi.

     

    Fâtıma Binti Kays önce Üsâme (r.a) ile evliliğe itiraz etmişse de, Hz. Peygamber’in, “Allah’a ve Rasûlü’ne itaatin daha hayırlı olacağını” söylemesi üzerine bu evliliğe razı oldu ve kendisinin de söylediği gibi mutlu oldular. Ümmehatü’l-mümininden Ümmü Seleme’nin oğlu Seleme’yi, Hz. Peygamber (sav) kendi amcasının kızı Ümâme binti Hamza ile evlendirdi ve böyle yapmakla Seleme’yi ödüllendiğini ifade etti. Daha örnekleri çoğaltmak mümkün.

     

    Hz. Ömer Efendimize göre gençliği ıslah olmamış bir milletin geleceğinden bahsedilemez. Gençliğin yani bir milletin ıslahı da isabetli evliliklerin sırrında saklıdır.

    Babalar anneleri seçer. Annelerden nesiller meydana gelir. Nesiller de bir milletin geleceğini oluşturur.  Baba aslında anneyi seçerken bir milletin geleceğini seçmiş olur.   

     

    Dolaysıyla bir milletin geleceğini şekillendirmek isteyenler, bu formülü görmezden gelmezler. Bir erkeğin güç ve tesirinin artıp artmayacağı, evleneceği doğru kişiyi seçip seçmesiyle doğru orantılıdır. Kadını veya erkeği tercih, vezirliği veya rezilliği tercihtir.

     

    Erkek taliplilerin arasından dindar olanını tercih etmeliyiz. Nitekim Hz. Peygamber, “Dinini, ahlâkını beğendiğiniz bir adam sizin ailenizden bir kıza tâlip olursa, onunla evlendirin. Şâyet bunu yapmazsanız yeryüzünde fitne ve bozgunculuk olacaktır.” ( Tirmizî, Nikâh”, 3; İbn Mâce, Nikâh, 46.)

     

    Sen dindar olanını seç ki elin bereket bulsun

     

    Kadın talipliler arasından da dindar olanını seçmeliyiz. Evet doğru evliliğin püf noktasında Allah korkusu ve dindarlık vardır: “Kadın dört şeyi için nikâhlanılır; malı, soyu, güzelliği ve dini. Sen dindar olanını seç ki elin bereket bulsun” (Buhari)

     

    Osmanoğulları'nın tek bir sülale olarak altı asırlık bir imparatorluğu idare etmesinin tarihte örneğine pek rastlanmaz. Evet, Bizans imparatorluğunun ömrü Osmanlıdan daha uzundur. Ancak Bizans imparatorluğunda birden çok farklı sülaleler idarede söz sahibi oldu. Devletin başından sonuna kadar idarede bu kadar uzun süre söz sahibi olan Osmanoğullarından başka bir sülale, soy, kavim göstermek mümkün değildir.  

     

    İşte insanlık tarihinde eşine az rastlanır bir idarenin kurulmasındaki en önemli faktörlerden biri, Osmanlı sarayındaki harem uygulamasıdır. Osmanlı sultanlarının ve devletin tepe noktasındaki idarecilerin eşlerini yetiştirmek için Fatih devrinden sonra harem eğitim müessesini kurdular. Biz şu an Osmanlıdaki haremin bu fonksiyonunu bile idrakten aciziz. Harem, bürokraside görev alacak olanlar için kadınların eğitim gördüğü yüksek okul gibiydi, mesabesindeydi. Osmanlı, idarecilerinin ve bürokratlarının aile hayatını ve soylarını şansa bırakmadı. Burada kadınlara Enderun eğitimi verdiler.

     

     

     

    Biz Peygamberimizin (sav) çok eşliliğin hikmetini ve sebebini de anlayamadık. Medine mescidinin, bitişiğindeki odalardan meydana gelen Peygamberimizin (sav) hane saadetinde en önemli fonksiyonu, hanımlarının her birinin ümmete rehberlik etmeleri için yetiştirilmeleri, örnek olmaları ve sünnetin doğru bir şekilde ulaştırılmasıydı. Çünkü kadınların eğitiminin ihmal edildiği bir yerde din de medeniyet de insanlık da ihmale uğrar. 

     

    Soyunun ıslahı için özellikle dua eden Hz. İbrahim’in oğlunun ailesiyle ne derece ilgilendiğini görmezden gelebiliriz miyiz? Hz. İbrahim oğlu İsmail'i evlendikten sonra Filistin’den ziyaretine gitti. İsmail (a.s) evde yoktu. Hanımı İbrahim’i (a.s) biraz soğuk karşıladı ve halinden şikâyet etti. Oğluna selam yolladı ve “eşiğini değiştirmesi gerektiğini” tembihledi ve İbrahim (a.s) oradan ayrıldı. Bir zaman sonra evine gelen İsmail’e hanımı gelen misafirden haber verdi. İsmail (a.s) gelenin babası olduğunu anladı. Bir şey söyledi mi diye sordu hanımına o da; “eşiğini değiştirmesi gerektiğini söyledi” dedi. Hz. İsmail hanımına dedi ki; “Gelen babam İbrahim'di. Seni boşamamı söylemiş. Babanın evine gidebilirsin.”  dedi. (Buhârî, “Enbiyâ?”, 9; Ezraki, I, 54-58; Sa‘lebî, s. 83).   

     

    Evlilikle Avlayanlar

     

    Evet, iyi bir ailenin teşekkülü adına kadının eğitimi, fıtratı, seçimi ihmal edilmemelidir. Dikkat etmemiz gerekir. Bu bizim ihmalimiz. Fakat diğer taraftan, hakiki din düşmanlarının aile ve kadın konusunu ihmal etmediklerini görürüz. Hatta biraz daha ileri giderek, istikbal vaat eden dâhi fıtratlı gençlerimizi erkenden keşfederek son çare olarak peşlerine kadın takmış, gerekirse onların evlenmelerini temin ederek bu nadide fıtratlardan kendi hesapları adına istifade etmesini bilmişleridir.

     

    Bilirsiniz, Hazreti Üstadımızın gençlik devresinde yanından ayırmadığı yeğeni Abdurrahman Ünlü vardır. Bu yeğenine Üstadımız dâhi, zeki ve varis -i hakiki gözüyle baktı. Birinci Dünya savaşından sonra İstanbul ve Ankara’ya uğradığında, bu yeğeni hep yanındaydı. Birlikte fotoğrafları var. Kendi davasının geleceğinde varis olarak gördüğü yeğeninden, Van Kalesi’ne gittikten sonra uzun seneler; 7, 8 sene haber almadı. Tarihi kayıtlara baktığınızda anlarsınız ki, amca yeğen gizli bir el tarafından birbirinden uzaklaştırılmış gibidir. Çünkü Abdürrahman, amcası Bediüzzaman'a yazdığı mektuplarda, amcasıyla irtibat kurabildiğinde fazlasıyla memnun olduğunu ifade etti. Ankara’da sağlık bakanlığında memur oldu ancak Abdurrahman amansız bir hastalığa yakalandı. Üstadımız (r.a) ona bir vesile ile 10. Sözü ulaştırdı. Bu görüşmeler, yazışmalar onun imanını tazeledi. Kısa zaman sonra 27 yaşında vefat etti. Yani üstada nur hizmetinde varis -i hakikisi konumunda olan Abdurrahman, bu ayrılık süresince öyle maceralar yaşadı, başına öyle şeyler geldi ki imanını dahi kaybetmekle karşı karşıya kaldı

     

    “Binaenaleyh ben cehalet sâikasıyla bir kusur yaptım ve belasını da çektim. Bundan sonra çekmemek için affınızı rica ve duanızı dilerim.” (Barla Lahikası, Abdurrahman'ın mektubu) 

     

    Seni yeğenim Abdurrahman gibi kabul ettim

     

    Bu arada, yeğen Abdurrahman'ın yaptığı evlilik onu dinden de imandan da ve canından çok sevdiği Üstadından ayırdı. Üstat, bu ayrılık döneminde, dâhi bir fıtrata sahip olan yeğenini unutmadı. Bazı talebelerinin değer ve kıymetini onun üzerinde ifade etme cihetine gitti. Yani “Seni yeğenim Abdurrahman gibi kabul ettim. Veya yeğenimi kaybettim ancak onun yerine seni Allah bana gönderdi” gibi. (Emirdağ Lahikası, 238) Aslında pek çok kimseyi Üstadımızın yeğeni Abdurrahman'a benzetmesi, onunla mukayese ederek ehemmiyet atfetmesi, Üstadımız’ın bir türlü onu unutamadığını gösterir. Pek çok talebesinin çehresinde yeğenini gördü, müşahade etti.  

     

    Evet, evliliğine tekrar dönecek olursak, devrin din yobazları, Abdurrahman gibi bir dâhinin Bediüzzaman’ın yanında yer almasına mâni olmak için ona el attılar ve ne yapıp edip yanlış bir kadınla evlilik yaptırarak veya belki de mevki makam vererek, onu davasından ve Üstadından ayırdılar. Şimdi şu tarihi satırları dikkatle okuyalım:

     

    Abdurrahman, Ankara'da kaldığı süre içinde Mustafa Kemal’in halasının torunu Hatice Hanım'la evlenmiş ve Vahdeti Suat adında 1928’de tek erkek evladı olmuş nüfus kayıtlarına göre 1931 yılında Ankara’da vefat etmiştir.”

     

     

     

    Hz. Hasan Efendimiz (ra), babası Hz. Ali (ra) vefat edince, kendini Muaviye ile var olan bir kavganın içinde buldu. Harici ibni Mülcem’in su-i kastıyla öldürülen Hz. Ali (ra), kendinden sonra Hasan'ın halifeliğini muhayyer bıraktı. “Ne halifedir derim ne de halife değildir derim” dedi. Muaviye hariç herkes Hasan Efendimize biat etti. Halife olduğunda 37 yaşındaydı (661).  Halifeliği 6 ay devam etti. İlk iş olarak Muaviye'nin üzerine yürüdü. Fakat bu arada gelişen olaylardan ders alan Hasan Efendimiz (ra), Muaviye ile anlaşıp kardeş kanı dökmemenin en iyi yol olduğuna kara verdi.  Muaviye'den sonra halife olma şartıyla Muaviye adına halifelikten çekildi, barış yaptı.  Muaviye, Küfe’'ye beraberce gidip bu durumu Hasan Efendimizden (ra) ilan etmesini istedi.  

     

    Her şey tasarlandığı gibi güzel gidiyordu ancak hanımı tarafından Hasan Efendimiz (ra) zehirlendi. Bu zehirlenmede Muaviye’nin parmağı vardı (Allah u alem). Hasan Efendimizin (ra) hanımına servet ve Yezid'in hanımı olacağı vat edildi.  Babasının dahi ikazına sebep olacak şekilde fazlaca evlilik yapan Hasan Efendimizle (ra) kendini zehirleyecek olan bu kadın bilerek maksatlı olarak da evlendirilmiş olabilir. Ve böylece asr-ı saadetin halifeler devri sona erdi, çok da dinimizin ruhuna uymayan saltanat dönemleri başladı. 

     

    Ebu Leheb’in karısı Ümmü Cemil ve Tebbet Suresi

     

    Kuran’da Ebu Leheb’in “iki eli kurusun” diye bir süre nazil oldu. Bu durumun emsali yoktur. Kimsenin aleyhinde isim vererek inen başka bir sure yoktur. Fakat amca Ebu Leheb’in aleyhinde Tebbet Sure’sinin inip de “iki eli kurusun” bedduasını almasında, yani peygamber düşmanlığında, hanımı Ümmü Cemil’in de aslan payı vardır. O da “hammaletel hatab”dır. Yani cehennemin odun taşıyıcısı oldu.

     

    “Medine Müdafi Fahrettin Paşa” kitabında Feriduttin Kandemir’in belirttiğine göre, Birinci Dünya Savaşında en az bin tane Yahudi kadın, İngilizler hesabına casusluk yaptı. Bu casus kadınların pek çoğu da bizim paşalarımızla ya evli veya metres hayatı yaşadılar. Dolayısıyla, Osmanlı Ordusunun pek çok taarruz ve planları İngilizlere ulaştırıldığından muvaffak olamadılar. Bu savaşa bir bütün giren Osmanlı her şeyini kaybederek çıktı. 

     

    Geçende bir dostum hatta ağabeyim, “fulbrıght” bursunu alan Amerika'daki bir hocasının hayatından bahsetti. Bursu verenler, hocası bekarken onu evlendirmek istemişler. Fakat başlangıçta ne kadar dirense de nafile!  Bursu verenler işi şansa bırakmazlar, olağanüstü zekâ ve maharete sahip genci evlendirerek işlerini garanti altına alırlar.  

     

    Dini güzel olmayan adaylardan uzak dur

     

    Evet, evlilikte eşi tercih rezilliği veya vezirliği tercihtir. Toplumun geleceği de bu hükme tabidir. Bu bakımdan işi şansa bırakmayanlar, eş seçimini kendi haline bırakmazlar. Çünkü “ailem” diye hayatına buyur ettiğin kimseyle girmiş olduğun ruhani tepkime sonucunda ya olursun ya da ölürsün. Sadece dünyayı esas alarak nefsani tercihlerde bulunursan, ileride senin için toprağın altı toprağın üzerinden daha hayırlı hale gelen günler yaşamak zorunda kalabilirsin.  İyisi mi, vakit varken işi şansa bırakma ve aklı eren büyüklerine da danışmayı ihmal etmeyerek dini güzel olmayan adaylardan uzak dur.
    03 Ağu 2024 14:25