Yalan ve Tuzak

  • Hüseyin Odabaşı
  • Hüseyin Odabaşı
    09 Nis 2024 10:40

    İmamı Azam Ebu Hanife'ye göre fıkıh; “mârifetü'n-nefs mâ lehâ ve mâ aleyhâ.” Yani bu tariften yola çıkarak geniş manasıyla fıkıh; kişinin dinin ölçülerini esas alarak kendisi ile ilgili def-i mazarrat ve celb-i maslahatla ilgili malumat sahibi olmasıdır, diyebiliriz.  Yani zararlı olandan uzaklaşmak ve faydalıyı elde etmektir. Çünkü bilgi bunun içindir.  Fakat def-i mazarrat ve celb-i maslahat ancak maddi veya manevi bir güçle, kuvvetle olabilir.
      
    Ne kadar gücünüz varsa o kadar mazarrat diye tarif edilen olumsuzlukları defedebilir ve hayra muvaffak olursunuz.  “İçinizden biriniz bir kötülüğü gördüğünde” diye başlayan hadiste en önemli anahtar kelime “gücünüz yeterse” kaydı şartıdır. (Müslim, İman 78)

    Diğer taraftan namaz kılmayı istisna edecek olursak bütün ibadetlerin yerine getirilmesi de “imkân ve güç” şartına bağlıdır. Gücünüz varsa Hacca gider, gücünüz varsa zekât verirsiniz. Sağlığınız elveriyorsa oruç tutarsınız.

    Güç Allah'tandır ancak gücü meydana getiren beraberlik şartını yerine getirmek ise bize aittir. “Birlikten kuvvet doğar” atasözünde olduğu gibi Allah’ın içimizde kuvvet yaratması vifak ve ittifak şartına bağlıdır. Toparlayacak olursak ne kadar bir ve beraberseniz o kadar gücünüz var demektir. Ve ne kadar gücünüz varsa o kadar mazarratları defedebilir ve hayırlı işlerde muvaffak olabilirsiniz.
     
    Bu denklemi iyi idrak etmiş münafıklar da şer ve fesat dünyalarında gemilerini yüzdürebilmek için kuvvet oluşturan birlikteliğimizden alabildiğine rahatsız olurlar. Ve bütün mesailerini vifak ve ittifakımızın bozulması için harcarlar. 
    Vifak ve ittifakımızı bozmak için bir manada Hz. Adem’den beri bir manada da Hz. Osman Efendimiz’ den itibaren münafıkların en etkili metodu en müessir silahları “yalan söylemek ve yalan haber” yayarak Müslümanların aralarındaki güveni yok etmeye çalışmaktır. Kuran-ı Kerim’den pek çok ayet onların bu yalancılıklarına dikkati çeker: 

    “Yalan ve iftirayı meslek hâline getiren ve günaha düşkün olan herkesin vay hâline!” (Casiye, 7)
    “O has kullar, yalancı şâhitlik etmezler. Boş bir söz ve davranışa rastladıklarında ise yüz çevirip vakar içinde oradan geçip giderler.” (Furkan 72)
    “Münafıklar, kalplerinde çürüklük bulunanlar ve Medine’de asılsız haber yayanlar yaptıklarına son vermezlerse seni onların üzerine sevk edeceğiz...” (Ahzap, 60)
    Madem bu yalan haberler uhuvvet ve kardeşliğimiz için bu kadar tehlikelidir o halde yalan habere karşı tahkik mekanizmasını çalıştırmamız gerekir. Özellikle istihbarat ağlarının yalan haber üretip manipülasyon yapmak gibi bir görevlerinin olduğunu unutmamalıyız:
     “Ey iman edenler! Bilmeden birilerine zarar verip de sonra yaptığınıza pişman olmamanız için, yoldan çıkmışın biri size bir haber getirdiğinde doğruluğunu araştırın.” (Hucurat, 6)

    Diğer taraftan tüm ümmetin sakınıp Allah’a sığınması gereken ve kıyametin büyük alameti olan “Deccal” kelimesinin manası “çokça yalan söyleyen” demektir. Günümüzde siyasetin yalan üzerine bina edilmiş olması da bu açıdan düşündürücüdür. Yani siyaset, yalancı deccalların üremesine, türemesine sebep olan bataklık gibidir.
     
    Yalan ve mekr(oyun, tuzak) arasında doğrudan bir bağ vardır. Çoğu yerde Kur'an-ı Kerim, her yalancı münafığın bir oyun, tuzak,  mekr ve çorap örme peşinde olduğundan bahseder. Tuzaklar ve oyunlar, iplikleri yalanlardan oluşan bir ağdır. Fakat bu ağ örümcek ağlarından daha zayıftır.   

    Hz. Yusuf'a haset besleyen kardeşleri onu yok etmek için oyun, mekir ve hud’alarını yalanları üzerine bina ettiler. Yusuf'un gücünü kırmak için Baba ve oğul arasındaki ittifakı bozmaları gerekiyordu. Yusuf'a sen de bizimle gel ye içi oyna dediler. Yalan söylediler. Niyetlerini yalanla kamufle ettiler. Babalarına da; “biz iyi bir koruyucuyuz. Neden kardeşimizi bizimle beraber olmasına müsaade etmiyorsun o da bizimle gelsin ve oynasın” dediler. Yalandı bütün bunlar!

    Yusuf (a.s), kardeşleriyle beraber koyun otlatılan uzak mekanlara kadar gitti. Fakat emanet olan Yusuf'a ihanet ettiler. Kuyuya attılar, ölsün gitsin unutulsun diye düşündüler. Babalarına da; “kurt parçaladı senin oğlunu” yalanını desteklemek için gömleğine yalandan bir kan sürdüler.”bi deminkezip- yalancı delil oluşturdular. Yeminler ederek babalarına karşı yalan üzerine yalan söylediler. “Kurt kapmış” dediler. Kardeşleri, Yusuf'a bir oyun ettiler fakat bu oyunun her aşamasında, basamağında veya merhalesinde yalan üstüne yalan söylediler. Çünkü her tuzak yalanlardan meydana gelir.   

    Üstadımız Bediüzzaman Hazretlerine göre asrı saadette doğruluk Peygamberimizin yanında ve tarafında yalan ve hile de Ebu Cehlin yanında ve tarafında idi. Fakat günümüzde yalanla doğruluk aynı dükkânda satılır oldu. Kurt gövdeye girdi.  Pilavın içindeki beyaz taşları seçemez olduk. 

    En kötüsü biz birbirimizİ başkalarından, düşmanlarımızdan öğrenmeye başlarsak dostlarımız düşman düşmanlarımızı dost belleme tehlikesiyle karşı karşıya kalırız. Düşman muamelesi gören dostlarımız arasında ise niza olur kavga çıkar. Kardeşliğimiz zedelenir. Neticede ise irşat ve tebliğ yapacak gücü enerjiyi kaybederiz. Kimse bizi dinlemez, itibarımız zedelenir: 
    “Allah'a ve Resulüne itaat edin, sakın birbirinizle çekişmeyin, yoksa yılgınlığa kapılırsınız da cesaretiniz sönüverir.” (Enfal, 46)
     Evet, bu nedenle düşmanlarımızın yaydığı zehirleyici haberlere mahkûm olmamak ve işin aslını öğrenmek için haber kaynaklarına bizim sahip olmamız, haberi bizim yaymamız kurulan tuzakları boşa çıkarmak açısından da önemli bir konudur.  


    09 Nis 2024 10:40