Eli kulağında, ben diyeyim bir hafta siz deyin iki hafta biz yine “Özal'ı kim öldürdü? Eceli ile mi öldü, derin devlet mi öldürdü?”, “Muhsin Başkan'a ne oldu? Düşen Helikopter'den çıkan “Beni şunlar öldürecek!” yazılı not(!) kimin elinde? Operasyona katılan er, terhis olduktan sonra köy kahvesinde ne anlattı?” haberleri duymaya ve ardından Sherlock Holmes'i utandıracak komple senaryolarını kaldığımız yerden köpürtmeye devam ederiz.
Yazarınız, bu tür kas gevşetici, mevsimlik bitki çayları ya da aceleye getirilmiş sallama çay geçiştirmelerine kanmayacak kadar onulmaz bir tiryakidir. Bu yüzden, gittiği kahvehane ve çay ocakları, ziyaret ettiği dost ve ahbap bir elin parmakları kadar sayılıdır. Evdeki en büyük kıyamet de, hanımın yaptığı çayı, çaktırmadan döküp, anne yadigarı tek kişilik demliğe keyfine göre çay demlediği zamanlarda çıkar! Tilki'nin, bildiği kırk hikayeden otuzsekizi tavuk ve kümes ile ilgili olurmuş. Yazarınızın da çay meselesinde durumu aynı. Bildiği on meseleden yedisi tiryakilik etrafında şekilleniyor.
Türk Siyaseti'nin en utanç verici hortumlama ve devlet malını iç etme suçlusu sayılan Yerli Daltonlar'ın Avarel'i tekrar konuşmaya başlayınca, yine işkillendim. Hırsızlık olayları patladıktan sonra kasabanın şerifi'ne ilk afillenen de o olmuştu ama, ağzına pamuk tıkayıp susturmuşlardı.Yerli Dörtlü'nün Joe'si Avrupa ülkelerinden birinde kaptığı elçilik ile gününü gün ediyor. Eski İçişleri ise kelimenin tam manası ile idiot. Devlet Malını söğüşleyip, postu deldirmeden nehri geçince, karşı kıyıda parayı dolandırıcılara kaptırmış iyi mi? Harami'nin hakkından dolandırıcı gelir. Ne bekliyordunuz ki?
Bir kaç haftadır, Dörtlü'nün Avarel'i psikolojik git-geller yaşıyor olmalı ya da Avarel'in canı sıkılınca sabun yiyip Joe'yi deli ettiği gibi, akşam yemeğini fazla kaçırınca, sekiz sene önce yaşanmış ve üzeri örtülmüş skandal hakkında kendince itiraflarda bulunuyor. Söylentiye göre, bir önceki efelenmesinde, Velinimeti, yaşına-başına bakmadan yere yatırıp boynuna basmışmış! Dedikodunun vebali kendilerine ait. Şimdi ne ola ki? Bir aydınlanma ve nefis muhasebesi ile bütün işleyişi değiştirecek Pandora'nın kutusunu falan mı açacak? Yok canım! Bunlar son nefesteki sekarat sayıklamaları.
Bu tür durumların fıkhi olarak da bir karşılığı var; maraz-ı mevt, ölüm hastalığı. Hani o, ölüm döşeğinde güya gerçeğe gözü açılıp, o güne kadar gizli kalmış hakikatlerin önündeki perdeyi kaldırma gayreti var ya, işte o! Güya, kendi gözü dünyaya kapanırken, geride kalanlara son bir nanik yapayım kurnazlığı! İşte bu, can havline düşünülen noktalarda, hukuki işleyiş duygusallığa prim vermiyor. Bu yüzden, merdiven altına ve Çınaraltı Kahvesi'ne düşen dedikodular, tarihi işleyişi değiştirecek potansiyele hiç ulaşamazlar. Aman, fazla umut yatırmayın!
Ayakkabı kutuları, binlerce dolarlık saatler ve iktidar aktörlerinin akçeli işleri piyasaya döküldüğünde bunlar aynı zamanda milyonlar önünde naklen de yayınlanmıştı. 'Suç üstü' gibi inkar imkanı olmayan cürümlerin, iktidar-meclis-anayasa üçlüsü içinde nasıl hasır altı edilip unutturulduğuna cümle alem şahid olmuştu. Bir hafta önce Yüce Divan'ın konuşulduğu ortamda, Daltonlar ve avaneleri bir anda hukukun, mahkemenin ve Yüce Divan'ın elinden ve boyunlarına dolanan ipten kurtarılmışlardı. O gün her şey bitti. Daltonlar, kendilerini kurtaran şefkatli elin kudretini bir kez daha gördüler ve hayat boyu ödeyemeyecekleri bir minnetin altına girmiş oldular. Bunun karşılığında Efendileri'ne (!) ne verdiler, neyi vaad ettiler ya da hangi sözleşmeye imza attılar kendileri bilir. Görünen o ki, Yüce Divan'dan kurtarıldıktan sonra burunlarına takılan halka ile sadece hareket kabiliyetleri değil aynı zamanda düşünme kabiliyetleri de sınırlandırılmış. Ara sıra nükseden “Bildiklerimi söylersem, yer yerinden oynar!” dellenmeleri, iplerinin uzunluğu ile sınırlı.
Yazarınız, yerli ve uluslararası komplo teorilerine ilgi göstermeyecek kadar ikircikli bir yapıya sahiptir. Bununla birlikte, Türkiye'de işler sarpa sarmaya başlayıp, perde arkasındaki aktörler görünmeye başladığında, piyasayı meşgul edecek bitpazarı hikayeleri üreten bir yapının olduğuna inanası geliyor. Özal'ın ölümü, Muhsin Başkan'ın gizemli helikopter kazası derken şimdi bir de Avarel çıktı. Ha bir de, Youtube yayınları ile piyasa yapmaya çalışan eski organize suç lideri var! O, Tatar Ramazan olmaktan bıkıp, Dümbüllü İsmali Efendi'nin Kavuğu'na talip olunca bütün ciddiyet ve inandırıcılığını kaybetti. Şimdi de “Bu kadar belge ve bilgi paylaştık. Halk bizi anlamadı!” diyerek şöhret komplekslerine yatıyor. Bir avuç ciddi adama ihtiyaç duyulan bir ortamda, vıcık vıcık komedyenlerden ne kadar bıktık bir bilseniz. Anlaşılan onun da boynuna biri çok kötü basmış!
Bir şekilde suça bulaşanların, vicdani duyarlılıklarını kaybettiği iddiasında değiliz. Bütün mesele, bu tür itirafların piyasanın gazını almak için kullanılan şehir efsaneleri haline dönüştürülmesinde. Yüce Divan'dan kurtarılan bakan “Sekiz senedir kursağımda bir şey düğümlü” diyerek hüznünü paylaşıyor. Sakın, boynunuza basılmasından mütevellid gırtlağınızda kalıcı bir hasar olmasın?
Siz şimdi “Peki, o demlik neden tek kişilik?” sorusunu soracaksınız. Türkiye'de meseleler ciddi bir hal aldığında yazarınızı ziyaret eden dostların kalp ritimleri genelde bozulur. Böyle nazik durumlarda, küçük demlik yazarınızın imdadına yetişirken, çekmecede istiflenen Hibiscus, Mercanköşk, Ihlamur ve Adaçayı da dostların kalp ritimlerini düzene sokmak için devreye girer. Çünkü onlar hala, Özal'ın suikast failleri ortaya çıkarılınca Türkiye'nin bütün problemlerinden kurtulacağına inanıyorlar.
Kadir Gürcan