Disney'in yayınlamadığı diziden dolayı neredeyse milli bir yas ilan etmediğimiz kaldı. Yabancı kültürlere hem burun kıvırıp sonra alınganlık göstermek tam bir ikiyüzlülük. Diğer taraftan lokal zevk ve merakları, international bir tercih ve ilgiye çevirmek öyle kolay değil. Hele Hollywood'un standartları belirlediği bir sektörde ağır davranıp, efendi kalmasını bilmek lazım.
Döner, baklava, ayran ya da çiğ köftenin milli-muhafazakar isim haklarını almak başka, dünya çapında sözü, sazı dinlenen siyasetçi, sanatçı veya dizi üretmek bambaşka şeylerdir. Duygularınıza yenik düşüp, beklediğinizi bulamayınca, birbirimizi yemenin bir manası yok.
Yerli üretime tutku derecesinde bağlanmanın iç siyaset hamuru ve etnik bir çeşni olduğunu hatırdan çıkarmayın. Bu herkes için böyle. Her çorbaya limon olmak gibi basitliğe düşüldüğünde milletin sahip olduğu asıl değerlere karşı itimat ve güvenin sarsılabileceği tehlikesi bu ortamlarda hiç akla gelmez. Yabancı bir dostunu tuzlu ayran içmeye ikna eden bir arkadaşım, yabancının ilk yudumdan sonra “Hiç tuzlu içecek mi olur?” tepkisine ne kadar alındığını anlatmıştı.
Gerçekten, dünya çapında marka haline gelmiş içeceklerin tamamı “zero sugar” da deseler, tatlılık ortak paydasında birleşiyorlar. “Kefere ve fecere ayrandan ne anlar!” deyip işin içinden çıkmak kolay ama yabancı marka içeceklerin aylık işlem hacmi, tarih boyunca ayranın ulaştığı satış oranını gölgede bırakacak kadar iddialı sevilerde.
Korku romanları yazarı ve neredeyse her kitabı filme aktarılan Stephen King, “Oscar ödüllerinde ırkçılık yapılıyor. Siyahi artistler bu yüzden hiç ödül alamıyor!” diye yakınan Afrikan-American asıllı siyahi aktörlere ilginç bir cevap vermişti; “Oscar'a ırk meselesini karıştırmayın!” Pozitif ayrımcılığın suistimal edileceği yer var edilmeyeceği yer var. King, “Eğer ille de ödül alacağım diye, ırkçılık kartına oynarsanız Denzel Washington, Morgan Freeman gibi asıl değerlerin başarıları hakkında da zihinlerde şüphe uyarırsınız!” ikazı ile açıkça “Kendi kafanıza sıkmayın!” demeye getiriyor. Siyahiliğinize merhameten takdir edilecek taltif ödül olmaz, olsa olsa ulufe ya da sadaka olur.
Mevcut iktidar ve Saray başarılı görünmek zorunda. Son seçimlerde bir kez daha hükümet etme hakkını aldıktan sonra fazla bir şey yapmalarına gerek yok. Bütün zorba ve despot idarelerde olduğu gibi iktidarın ve iktidar seçmenlerinin en büyük korkusu “Ya adamımız kaybeder de haksız çıkarsak!” endişesinde düğümleniyor. Bu yüzden bütün lokal, etnik ve bölgesel üretim ve başarıların dünya standartları ile yarışıyor görünmesi için olağanüstü bir çaba ve milli servet harcanıyor. Ekonomi çökerken hiç bir zaman kullanamayacağı ve arkasını getiremeyeceği savaş sanayiine yatırım yapmak da bu görkemli ve büyük görünme takıntılarından.
Türkiye ekonomisinin iyiye gittiğini iddia eden ve buna kendi inanmasa da iç piyasayı inandırmaya çalışan kurumlar Saray'ın maaşlı bendeleri. Bu yüzden dünya standartlarını belirleyen kredi değerlendirme kuruluşlarının Türk ekonomisi hakkındaki gerçekçi raporları Saray sansürüne takılıyor. Geçtiğimiz haftalarda aynı kuruluşlar ABD ekonomisinin kredi notunu düşürerek objektiviteye ne kadar ehemmiyet verdiklerini gösterdiler. Kaldı ki, ABD ekonomisi bu yıl 2.5 büyüme kaydederek kriz beklentilerini boşa çıkarmıştı. Eğer böyle bir sonuç Türk ekonomisi için söz konusu olsaydı, 15 Temmuz benzeri, yeni bir milli bayram bile ilan edilebilirdi.
Saray'ın ekonomi bakanı ülkenin içinde bulunduğu ekonomik kriz hakkında kısa vadeli kurtuluş reçeteleri bulamasa da kulislere yansıyan dedikodulardan felaketin farkında olduğu izlenimi veriyor. Geçen haftaki ekonomi bilgilendirme toplantısında, piyasa değerlendirme kuruluşu Moddy's e “Türkiye'nin kredi notu hakkında!” olumlu beklentilerini ileterek, zeytin dalı uzatmış oldu. Moddy's kendi hakkındaki olumlu ya da olumsuz tepkileri piyasa değerlendirmelerine yansıtacağını zannetmiyoruz. Bakan'ın asıl yapması gereken, Saray'ın tribünlerinde oturan amigo ve holiganların sesini kesmek. Ama ona da gücü yetmez!
Dünyadan kopuk geri kalmış ülkelerin en büyük motivasyonları “Onlar yapmış. Biz de yaparız!” aldanmışlığıdır. Türk iç piyasası Saray eşliğinde benzer aldanmışlıkta kaybolmaya devam ediyor. Madem öyle Disney'in yayınlamadığı diziye karşı verilecek en medeni cevap, kendi yayın platformunuzu kurup, istediğiniz her şeyi hatta Saray destekli propaganda filmelerini orada yayınlamak şeklinde olmalı. Hatta seyircilere kıyak olsun ve ayakları alışsın diye tuzlu ayran, şalgam, simit, lahmacun ya da ev yapımı mantı bile dağıtabilirsiniz. Sakın Cola ya da french-fries dağıtmaya kalkmayın zira onlar emperyalizmin keşif kolu kabul ediliyor.
Tuzlu ayrandan bir yudum aldıktan sonra “Bu nedir ya hu!” diye yüzüne ekşiten yabancının haklı tepkisi yazarınızda “Madem öyle biz de tatlı ayran üretelim!” fikri uyardı. Her ne kadar kefere ve fecerenin damak zevkini ciddiye almasak da, ticaretin dini olmayacağı genel prensibine sırtımızı yaslayabiliriz.
An itibariyle “Tatlı Ayran” projesinin isim haklarını garantilediğimize göre geriye sadece bir kaç genç ve çılgın yatırımcı bulmaya kalıyor. Bundan böyle, yerli ve milli Disney platformlarında tatlı ayran servis edildiğini duyarsak, kanuni yollarla hakkımızı arayacağımızı buraya kaydetmiş olalım!
Korku romanları ile bilinen Stephen King, başarısızlığına bir de devlet-i aliye kibrini ekleyen geri kalmış iktidar budalalarından haberdar olsa, üşenmeden oturup bir komedi yazmayı bile düşünebilir. Üstüne üstlük bunu filme çektirip, bizimkilerin inadına Disney'te yayınlatır! Ama o kadar boş vakti olduğunu zannetmiyorum! Tatlı ayran projesi gibi o da bize mi kalacak dersiniz?