Nasıl olduysa birileri Saray'ın kulağına “Hünkarım, soru sormak zeka alametidir!” diye fısıldamış olmalı ki, son bir kaç haftadır cihanı velveleye veren tehditlerin yerini “Bunlar neden böyle olmaktadır!” garipliğindeki sorular almaya başladı. Dünyada Saray'dan habersiz işlerin de yapıldığından haberleri mi oldu dersiniz? O da mümkün.
Saray'a bu aklı verenler bir iyilik daha yapıp keşke ne sorması gerektiğini eline yazıp verselerdi daha iyi olurdu. Cumhurbaşkanı'nı karşısına dizilip, ellerine verilen soruları sorduktan sonra kendilerini zeki ve entelektüel hissediyorlar ya! Aynı zevkten Saray'ı mahrum etmişler. Yazarınız sorulardaki kalitesizliğin zihni izini sürdüğünde işin koltuk değneği, köhne milliyetçi kanadın zavallı liderine dayandığını keşfetti. Hazret hala Dede Korkut Türkçesi ile konuştuğu için adresi meçhul “Bu muhalefet işin sonunu akıl edebilmekte midir?” şeklindeki dil bozukluklarını ortaokul seviyesindeki zeki bir öğrenciye düzelttirmek lazım. Saray ve koltuk değneğini bir araya getirdiğinizde de bir şey çıkmıyor. Rehberi karga olanın burnu çöplükten kurtulamaz. Neylersiniz?
Doğru, iyi ve okkalı soru üretmek zeka alametidir de, herkes için değil. Cevabı içinde saklı balık soruların soru sahibini maskara edeceğini iyi hesap etmeli. Filistin Meselesi'ni şahsi hobileri arasında tutan Cumhurbaşkanı bölgedeki hareketlenmelerde soluğu mikrofonda alıyor: “O gemilerin orada işi ne?” sorusu bu tutku ve takıntının bin uzantısı. Herkesi kendi gibi zannettiğinden olsa gerek, gelişmiş ülkelerin uzak ya da yakın menfaatlerini koruma konusunda kimsenin iznine ihtiyaç duymadıklarını anlaması biraz zor oluyor. Ayrıca o ülkelerde benzin Türkiye'deki cari açığın tek kalemi olmadığı için ağırdan alıp yakıttan ve personel giderlerinden kısma gibi bir dertleri yok.
Hükümetin Çin işi Barbaroslar'ı (!) için Akdeniz akıllarının yettiği en büyük su birikintisi. Okyanusta olup bitene akılları pek ermiyor. Onu da hala Türk Gölü zannettikleri için, durumdan habersiz Saray ve seçmen tabanını “Burada bizden habersiz kuş uçmaz!” hikayelerine inandırmaya çalışıyorlar. “O gemilerin orada işi ne?” abes sorusunu sorduranlar bu aklıevvellerde olabilir.
Orta Doğu'daki krizi doğu-batı sürtüşmesi haline getirip hak-batıl mücadelesinde tutmak için özel gayret sarfeden kesimin zihin kalitesi ortada. Saray'ın terör örgütüne arka çıkmasından sonra dini referanslarla, terörden kahramanlık hikayeleri üretmek onların işi. Yüz yıllık köhne mücadeleden arkaya işte bu düşünce özürlüler kaldı. Saray'ın hakem sandalyesini kurulup “Batı iyi sınav veremedi!” özetindeki hayıflanması bu eziklik ve yılgınlığın izlerini taşıyor. Batı dünyasının yıkılması üzerine kurgulanan yeni fetih ve şahlanış beklentileri her seferinde daha derin hayal kırıkları getirdi. Bu arada ben unutursam siz hatırlatın; Cuma namazı çıkışında İsrail mallarını protesto edip, medeni bir farkındalık ortaya koymak gibi geleneksel bir ritüelimizde var.
Batılı ülkeler uluslararası proje ve operasyonlarda kendilerini beğendirme gayreti ile iç siyaset bayağılıklarını birbirinden ayıracak siyasi tecrübeye sahipler. Bir ya da iki dönem sonra veda edecekleri görevleri için ülkelerini uçurumun kenarına getirme lüksleri yok. Siyasi sürtüşmelerden azami ölçüde karlı çıkmak ya da zararı asgariye indirmek siyasi başarı için yeterli. Ankara'dan gelecek devlet nişanı ya da başarı sertifikasını ciddiye alacaklarını düşünmüyoruz.
Türkiye'nin dahil olduğu despotlar liginde durum öyle mi? Bu ligdeki oyuncular bir şekilde sahneden düşünce, geride kalan enkazdan yeni bir ülke oluşturmak imkansız hale geliyor. Putin'in öldü haberine en fazla sevinecek olan yine kendi vatandaşları olmayacak mı? İşte Orta Doğu ve komşularının hali. Bu yüzden “Batı” diyerek modernizm ve demokrasi düşmanlığını taze tutmak Doğulu tiranların jokeri olmaya devam ediyor.
Rivayet bu ya! Nasreddin Hoca'nın hanımı, eşinin kendisine olan ilgi ve alakasızlığından yakınırmış. Hatta kendince “Bizim Efendi, Karakaçan'a benden daha fazla itibar ediyor!” diye dost ve yakınlarına şikayet edesiymiş. Bu ilgisizlik canına tak etmiş olmalı ki, bir gün “Efendi, herkes sana soru soruyor. Ben de bir soru sorayım diye tutturmuş!” Merhum her ne kadar “Hanım, üzme kendini. Soru herkesin harcı değildir!” dese de, eşinin ısrarlarına dayanamamış. Zavallı kadın, “Babasının kurban etmek için götürdüğü, sonra da kardeşlerinin denize attığı, ardından büyük bir balığın yuttuğu peygamber hangi peygamber idi?” diye sorunca Merhum “Hanım, sorduğun soruyu mu düzelteyim yoksa, soruna cevap mı vereyim?” dedikten sonra “İyisi mi sen sorunu bir daha düşün ben şu Karakaçan'ın yemini vereyim!” deyip, kendini sokağa zor atmış.
Türkiye iki on yıldır, dünya realitelerinden kopmakla kalmadı, burnunun dibindeki bölgesel krizleri çözmek şöyle dursun, gelişmeleri takip edecek devlet reflekslerini kaybetti. Hükümet etmenin ve iktidar olmanın soru sormak değil, icraatları hakkındaki sorulara cevap üretmek olduğu gerçeğinden kopan bir iktidar gerçeği ile yüzleşmek durumundayız
ABD, Saray'ın “O gemiler orada ne arıyor?” provokatör sorusuna cevap verme ihtiyacı duymadı. Sorusuna cevap alamayan Saray bir kaç gün sonra terör örgütünün sırtını sıvazlayarak, gemilerin neden orada olduğunu bizzat kendisi cevaplamış oldu. Dedik ya, soru sormak zeka alametidir ama herkesi için değil.