Ortalık buz kesmiş. Hava kurşun gibi ağır. Hayalet görüntüsünde siluetler geziyor dışarıda... Öğrencilik yıllarımın geçtiği Hatay'dayım. Tatlı hatıralarım, unutamadığım dostlarım oldu. Mekânlar aslında hikayelerimize ruh veren yerlerdir. Mesela Balçova Uğur Yurdu, rahmetli Muzaffer Özcengiz ve belletmenleri, öğrencileri. Üç Kuyular, Nokta Durağı, Feyzi Kul Yurdu, Emin, Kasım, Ahmet Beyler, civarında olan birçok öğrenci evleri, Ömer Hilmi Bey Dersanesi, az ileride Pamukçu Yurdu, yurt müdürü Rıdvan Bey, belletmen Selman Bey ve üst katta kalan rahmetli Halim Baba. Halil Rıfat Yurdu ve birbirinden değerli çoğunluğu İzmir İlahiyat Fakültesi öğrencileri, idarecileri. Efsane diyeceğim birbirinden fedakâr esnafları, iş dünyasının değerleri. İsim isim hafızamda kayıtlı güzel insanlar, güzel mekanlar... Ama şimdi sanki o İzmir gitmiş ve yerine tanımadığım bambaşka bir İzmir gelmiş.
Bozyaka'dayım, tarihin adeta nefesini tutup dinlediği, geçmişe ve geleceğe not düşülen mekandayım. Bozyaka Yamanlar Beşinci Kattayım! Bir zamanlar dünyanın her ülkesinden sinesi heyecanla çarparak ziyarete gelenlerin, yukarı katlara çıktıkça yüreği yerinden çıkacak gibi olunan, müzakere meclislerinde her gün yeni bir hakikate uyanılan, varlığa yeni yeni isimler verilen o büyülü mekandayım. Dünyanın her coğrafyasına ümit ve bilgelik üretilen beşinci kattayım.
Esnafın, öğretmenlerin, doktorların, akademisyenlerin, değişik meslek gruplarının arı gibi hikmet petekleri, leziz irfan balları ürettikleri velut bir mekân burası. Geceleri gözyaşları ile yıkanan seccadeler serili yerlerde. Dua dua ümmet olmuş erenler yaşıyordu bu mekânda. Gözlerinin altı torba torba olmuş, uykuya küs, sinesi dört büyük okyanustan daha engin, milletine ve insanlığa kendini karşılıksız adamış mekânın ve zamanın sahibi de bu asude mekânın sakiniydi. Varlığı ile tüm dünyadan gelenlere ilham kaynağı oluyor, ümitsizlik O'nda ümit buluyordu.
Hayalen seyahatime devam ediyorum. Bugünlerde ise dışarısını tanıyamıyorum, yaslara bürünmüş. Sokaklar boynu bükük, mahzun ve kederli. Dışarıları ise karanlık ruhlar basmış âdeta. Memleketin bereketi kaçmış, Gülen yüzü solmuş, mavinin ve yeşilin rengi atmış. Sokaklarına nefret yerleşmiş, sevgi kırıntı olmuş. Hamasetle avunuyor insanlar, gerçeklerini yitirmişler. Mutluyum diyenler mağdur, mazlumun üstünden kendilerine yalancı tahtlar kurmuşlar.
“Vefâ yok, ahde hürmet hiç, emânet lâfz-ı bî-medlûl;
Yalan râic, hıyânet mültezem her yerde, hak meçhûl.
Yürekler merhametsiz, duygular süflî, emeller hâr;
Nazarlardan taşan manâ ibâdullâhı istihkâr.
Beyinler ürperir, yâ Rab, ne korkunç inkılâb olmuş:
Ne din kalmış, ne îman, din harâp, îman türâb olmuş!
Mefâhir kaynasın gitsin de, vicdanlar kesilsin lâl..
Bu izmihlâl-i ahlâki yürürken, durmaz istiklâl.!” Mehmet Akif Ersoy
Tanıyamıyorum memleketimi! İzmir ahlara bürünmüş. Bir zamanlar ahenkle koşturan, zamana meydan okuyan, huzurlu, mutlu, sinesi insanına hizmetle çarpan insanlar arıyor gözlerim, gözyaşlarına boğuluyorum... Pazarlarda, lokantalarda, temizlik ,hamaliye işlerinde gününü zor kurtaracak kadar kıtlıkla yaşayan dostlarımı görüyorum. Eski tebessümleri yok yüzlerinde, kemikleri çatlatırcasına tepelerine binen zulmün tokadına sabır sınavı içindeler. Faturalarını ödeyebilmekten mutlu olur mu insan? Bu bile şükür vesilesi olmuş. Yine de derinden bir tevekkül, acı da olsa bir tebessüm var gözlerinde. Dostlarımın yurtdışındakiler deyince gözleri parlıyor. Sizlerin emin ellerde, iyi durumlarda, güvende olmanız bilseniz bizi nasıl mutlu ediyor, diyorlar.
Bize can oluyorsunuz varlığınızla diye ekliyorlar. Biz buralarda Sohbet-i Canan’a hasret kaldık, bir müessesede çay içmeyi, samimi bakışları, insibağ dolu meclislere hasretiz ,hiç olmazsa siz kıymetini bilin diyorlar. Hapishanelerde olan canları konuşuyoruz buruk buruk. Kelimeler boğazımda düğümleniyor Paşa Abi, Yusuf Abi, Şemsettin Hocam, Ali Sami, Selman, Leyla abla... Derken, kamuoyunun tanıdıkları isimleri ve nice isimsiz asrın mağdurlarını, hamile kadınları, çocukları, yaşlı yaşlı insanları, ötelere önden gidenleri hıçkıra hıçkıra ağlayarak, gönül dili ile halleşiyoruz. Bu asrın başında bile inançsızım diyen insanlar bu kadar zulüm yapmadılar, dindarım diyenlere kıyasla.
Hey gidi günleri yaşıyoruz belki de... İçte dışta sınavlarımız devam ediyor. Ümitsiz hiç olmadık. Bedel ödemenin şeklini bilmiyorduk sadece, aslında asrın dertli sinesi bize hep söylemişti inanmanın bedelinin ağır olacağını ama başa gelmeden anlayamıyormuş insan. Boğula boğula becerirsin tek bir nefesle yaşamayı diyordu Nietzsche. Biz ise “Nefes-i rahmânî” ile buluşmaya…
Tek bir nefes olmaya talibiz. Ah güzel memleketim! Ah İzmir’im! Ah Hatay, Bornova, Buca, Güzelbahçe, Konak, Karşıyaka… Ah dostlarım! Memlekete uzak bir adadan bakıp şarkılar yazanları şimdi daha iyi anlıyorum. Hasretle dostlarını, sevdiklerini kucaklayamamak, gönlünce köşe bucak memleketini gezip havasını soluyamamak, çay, simit, kitap ve deniz kokularını içine çekmek, hasretle yanmak, şimdi anlıyorum anlamakla kalmıyor ruhumla yaşıyorum.
Kimi göç der, kimi tüm dünya zaten gurbet içre bir gurbet der, kimi de sürgün der. Kendisi de bir sürgüne maruz kalan “Memleket Hikâyeleri” yazarı Refik Halit Karay’ın tasviriyle sürgün insanın hayatındaki en önemli kesit ve şu cümlelerle anlatılır:
“Bir sürgün için memleketindekilerle ve başka yerlerdeki memleketli dostlarıyla mektuplaşmak o kadar ehemmiyetli, lüzumlu bir iştir ki, bundan mahrum kalmaktan duyulan azap, âdeta, gittikçe havası azalan bir odada teneffüs zorluğuna benzer ve mektup yazılıp cevabını almak çok defa bir tedavi yerine geçer. Bu sebepten olacak, kendi iradeleri dışında gurbet illerinde yaşayanlar ekmek paralarından keserler, açlığa katlanırlar, mektuplaşmayı tercih ederler. Mektup alış, hayat hakkına sahip oluşu gösterir, yarın için ümit verir, büsbütün lüzumsuz, rabıtasız bulunmadığına alamettir. Ortada, ‘Aranılıyorum, şu hâlde yaşıyorum.' gibi bir düstur mevcuttur. Onun içindir ki, sürgünlere en fazla postanede rastlarsınız yahut mektup yazarken ve ceplerinden zarflar çıkartırken…”
Şimdilerde ise dijital imkanlar yanı başımızda ve biz memleketteki dostlarımızla haberleşebiliyorsak, bir güzel haber alabiliyorsak teselli buluyor, huzura eriyoruz. Mavi ve yeşilin kucaklaştığı modern bir şehrin eteğinde, bunca çağ dışılık, ilkellik, insanlık mahrumiyetini barındıran benim şehrim olamaz. Sadece varlığı ile teselli bulduğum dostlarımdır, sevdiklerimdir bana teselli ve ümit veren.