Halil İbrahim Uçar

  • Ertuğrul İncekul
  • Ertuğrul İncekul
    25 May 2021 17:49



    Herkül Millas’ın deyişiyle, her şeye tanıklık ederken söylenecek bir cümle, ileride yazılacak bir doktora tezinden daha değerli.

    Bu hafta başka bir yazı kaleme almıştım ama gıyabında ve arkasından söylenen sözler ile hayranlığımın katlandığı,
    geçen hafta ruhunun ufkuna yürüyen bir yitiğimizi anmak istedim bu yazımda.

    Geçen hafta vefat eden bu gönül insanı Sosyal Sigortalar Kurumunda, İş Güvenliği Müfettişliği yapmış. Yakın bir tarihte de, tam emekliliğin tadını çıkaracakken, rejimin despot elleri kendisine bulaşmasın diye Belçika’ya çıkış yapmış, hicret etmiş bir Hizmet İnsanı.

    Beş yıllık bir mazisi var Avrupa’da. Hakkında internette çok bir bilgiye rastlayamadım. Ama son dönemlerde oldukça yaygın hale gelen sanal ortamda taziye programına katılma fırsatım oldu. Bu yazı  daha ziyade tarihe not düşme adına, hakkında fazlaca bilgi bulunmayan  merhum Halil İbrahim Uçar Ağabey’i gelecek nesillere tanıtma amaçlı, taziyede söylenen sözler üzerinden mütevazi bir yazıdır. Bir biyografi değildir. 

    Halil İbrahim Uçar, 1947 Antalya doğumlu. Antalya Anadolu Lisesi ve Ege Üniversitesi İnşaat Mühendisliği mezunu.

    50 li yaşlarda evlenme fırsatı bulan Halil İbrahim Uçar’ın üç pırlanta evladı var. Rana,Mustafa ve Yusuf. Eşi Ziraat Mühendisi Neslihan Hanımefendi.
    Hizmet ve Hocaefendi ile yanlış bilmiyorsam 68 yılında tanışmış. F.Gülen Hocaefendi’nin deyişi ile “ilk hizmetimizin ilk talebesi”. 82 veya 83 yılında Mehmet Ali Şengül ile 18 yıla bedel 18 günlük hapis ve işkence görmüşler. Yaralı ayaklarına basılan tuzların dayanılmaz acısına, detaya girmek istemediğim değişik işkence çeşitlerine maruz kalmışlar ama söylediği tarihi söz merhum Halil İbrahim Uçar'ın nasıl bir Dava Adamı olduğunun da özetidir; “Ayaklarımı kesseniz, bu davadan dönmem”. Beş yıl ile yargılanırken, işkence dolu 18 günün sonunda süpriz bir şekilde tahliye olmuştur.

    Hizmet’e gönül verdiği için evliliğini çok geç yaşlara erteleyen Hizmet Hareketi içerisinde dört kişinin adı geçiyor. İlhan İşbilen, İsmail Büyükçelebi, Vehbi Yıldız ve Halil İbrahim Uçar. 

    F.Gülen Hocaefendi ‘nin çok kıymet verdiği bir talebesi. Aynı evde kalmak isterim dediği bir güzide insan. Gönül inşasına hayatını adamış bir mimar.
    Öne çıkan özelliklerinden birisi de haftalık dostlarını arayıp gönül alması, bilinmezlik ufkunu seçmiş olması, vefası, nezaketi, nezaheti. Beklentisizce bir hayat yaşadığı, hakkında söylenilenlerden açıkça belli oluyor. Her bir dostu en çok beni  seviyordu, diyorlar. İnsanları arıyorum, ama onlar beni aramıyorlar deyip hiç küsüp, darılmayan bir gönül eri. Kadrim kıymetim bilinmedi kısır döngüsüne kendini kaptırmamış bir yüce ruh. 

    Belçika’da beş yıl kaldı. Ama o kadar çok gönül aldı ki.. Özellikle zulümden kaçanlara elini uzatması, bir faydam dokunsun diye adeta çırpınması, ihtiyaç sahiplerine avukat bulması, maddi destek araması, kendi derdinin ötesinde mazlum ve mağdura sahip çıkması ile hatırlanacaktır. 

    Güzel söz gönlün yaylasıdır, gönül kırmayalım felsefesi ile bir hayat yaşamıştır. Rehberlik yaptığı insanlara hali ile örnek olmuştur. Dosta ve arayıp sormayanlara bile vefası ile hafızalarda yaşayacaktır.

    İlk kuşak Hizmet’e sahip çıkanlar, Hocaefendi’ye yakın olanlar da süreçle beraber ağır imtihanlar geçiriyorlar. Bir kısmı hapishanede, bir kısmı gaybubette, bir kısmı da yurtdışında. Ağır sözlere ve ithamlara maruz kaldıkları da aşikar. Herşeyin yolunda olduğu zamanlarda el üstünde tutulurken, şimdilerde birçok başa gelen hadisenin günah keçisi ilan edilebiliyorlar. Hukuki olarak suç işlemiş ve yine adil bir hukuk düzeninde suçu ispatlanmış olan kim varsa vebalini üstlenmeli, ama suçu ispatlanmadan her kim olursa olsun yargısız infaz yapılması, bizi şu anda insafsızca zulmeden güruhdan farklı kılmaz. 

    Son zamanlarda korona virüsü ile, despot rejimin insafsız zulümleri ile  vefat eden, dini hükümlere göre inşallah şehit olmasını umduğumuz çok sayıda kaliteli, rafine, herkesin sevdiği ve saygı gösterdiği insanları bir bir yitiriyoruz.

    Yahya Alkın Hocaefendi, Mehmet Yıldız, Halil Şimşek, Süleyman Çoban, Cevat Yıldırım, Mustafa Kayapalı, Malik Gencer, Hüseyin Baydar, Bahattin Bican, Salih Gülen, Mustafa Çamaş, Osman Reis, Ruhi Özgel ,Salih Dinçer, Nurhayat Seven, Halime Gülsu, Fatma Görmez ve Nurefşan gibi tek tek isimlerini yazamayacağım ama isimleri gönüllere kazılı, her birileri insanlık semasının yıldızları, yitiklerimiz, Can’larımız var. 

    Zulüm ile Biten Hayatlar hesabında bu kayıtlar tutuluyor. Ama her vefat edenden sonra taziye programına katılanları dinleyince, ya da sosyal medyada haklarında yazılanları okuyunca kendi kendime şunu diyorum; Ne talihli insanlar ki, arkalarında bunca seveni, haklarında hüsn-ü şehadette bulunanları ile, Yasinler, hatimler, çok güzel dua ve temenniler ile ebedi yurda uğurlandılar. 

    Hepimiz uykudayız, ölüm ile bir gün uyandırılacağız. Ama hayatı güzel ve anlamlı kılan da yaptığımız iyilikler ve gönül yaylasında kurduğumuz tahtlar değil mi?..

    25 May 2021 17:49