“Bilgelik mutluluğun en büyük parçasıdır" Sophocles. Hayatın ritmi içerisinde hüzünler, sevinçler birbirini takip ediyor. Karanlık dediğimiz günleri aydınlık günler, huzurlu dediğimiz günleri hüzünlü günler takip ediyor. Tekdüzelik hayatın tadını kaçırıyor. İnsan kemale meftun, o yüzden elindeki yetmiyor. Sınava çekildiğimiz kemal arayışımızdandır. İmtihanlarla elimizdeki kıymetlerin değeri anlaşılıyor yoksa nankörlük ve ülfet boğuyor hayatı. İniş çıkışı ile güzel şehirler bile. Amsterdam gibi dünyanın en güzel şehirleri bile dümdüz olmasından olsa gerek bir müddet sonra ünsiyet veriyor insana.
Hafta sonu İspanya'da idik. Emine ve Fatih kardeşimin düğününe davetliydim. Avrupa’nın değişik ülkelerinden gelmiş seçkin bir topluluk vardı. Düğün üzüm bağları içerisinde mütevazı bir mekânda gerçekleşti. Birbirini aylardır, yıllardır görmeyenler hasretle kucaklaştı. Mesafeler sevgimize engel olamıyor. Birbirini yıllardır tanıyan insanlar gibi bir kaynaşma oluveriyor. Önce gelin ve damat yeşil koridordan, misafirlerin arasından sahneye geldiler. Sonrasında kısa düğün konuşmaları yapıldı, iyi dilek ve temennilerde bulunuldu. İspanya’da üretimi yapılan döner ve diğer ikramlar eşliğinde bir merasim gerçekleşti. Farklı yörelerin müziği özellikle Ankaralıların ritimleri öne çıktı. Halaylar çekildi. Sonrası gelin ve damat tebrik edildi, hayır dualarla, güzel temennilerle takı töreni oldu. Hatıra fotoğrafları çekildi.
Gözleri ve bakışları ile birbirini anlayan, aynı mazlumiyetin ortak paydalarını yaşayan insanımızın düğünleri bile çok farklı. Çok laf ve acı konuşulmasa da yürekler sessizce birbirine tercüman oluyorlar. Sevinçler paylaşıldıkça artıyor. “Sıradan insan hayatının mutluluğunu kendi dışındaki şeylere; mala, mülke, şana, şöhrete, kadın ve çocuklara, dostlara, cemiyete ve benzerine bağlar, dolayısıyla bunları kaybettiği yahut hayal kırıklığına uğratıcı bulduğu zaman, mutluluğunun temeli çöker” diyor A. Schopenhauer. Bizler de hayatın yüklerini sırtımızdan atabildiğimiz kadar mutluyuz aslında.
Yolda gelirken Güney Afrika Nizamiye Külliyesinin kurucusu Ali Kervancı Ağabey'imin eşi Necla Hanımefendi’nin vefatını üzüntüyle öğrendim. Sahra altının en büyük kompleksi Nizamiye Külliyesi'nin içinde okul, sağlık ocağı, dükkânlar, spor sahaları, mezarlık ve Selimiye Camii örneklenerek yapılan Nizamiye Camii yer alıyor. Ali Kervancı Ağabey Güney Afrika’da “Uncle Ali” olarak da biliniyor. Diğer Müslüman gruplar tarafından da çok saygın bir yeri var. Bir kanaat önderi. Türkiye'nin gayrı menkul zenginlerinden birisiydi. Kendi çalışarak elde ettiği büyük bir serveti vardı. Maalesef 15 Temmuz bahane edilerek tüm mal varlığına ve milyarca dolarlık servetine el koyuldu. Ali Kervancı Abi de yurt dışına çıkmak zorunda kaldı. Birçok camii, okul yapan bu hayırsever iş adamı Erdoğan'la da aynı mahallede oturuyordu ve iyi tanışıyorlardı. Ali Abi'nin servetine el koyulması bile eşi Necla Hanım’ın vefatı kadar kendisini üzmemiştir. Oğulları Abdullah ve Mustafa Bey'lerin ve tüm sevenlerinin başı sağolsun.
Bir yerlerde yeni dünyalar kuruluyor ve gelecek adına yepyeni nesillerin temelleri atılıyor. Adeta vazifesi bitenler bu dünyadan ayrılırken, genç nesillere emanetlerini ve yıllarca özenle taşıdıkları yüklerini devrediyorlar. Devran dönmeye devam ediyor. Hüzün varsa bir kalpte iyiliğini yitirmemiştir o kalp...