Kültür, hayatımızın her alanına etki eden, medeniyetlerin kurulmasına temel teşkil eden ana unsurlardan birisidir. Kültürün duru ve temiz bir kaynaktan beslenmesi ise hayati bir mevzudur. Çoğu zaman kültürel unsurlar baskıcı anlayışlara kurban edilmişlerdir. Zira otoriteden yoksun bir özgürlük ve anlayış, kaosa ve özgürlükten yoksun bir otorite tiranlığa dönüşür. Sistemler, devletler bireyin mutluluğu ve huzuru için vardır. Bireyi korumayan, yaşam haklarını elinden alan, gelenek ve kültürüne saygı duymayan bir rejim, sistem veya devlet kendi yavrusunu yiyen bir canavardır. Hatta demokrasi bile Winston Churchill’in tanımlaması ile “Demokrasi, diğer tüm sistemleri saymazsak, dünyanın en kötü siyasi sistemidir.”
Ziya Gökalp’in İttihat ve Terakki dönemi baş eseri kabul edilen “Türkleşmek İslamlaşmak Muasırlaşmak” isimli kitabında günümüzü etkileyen iki akım; muhafazakarlık ve radikallikten bahseder. İkisinin de ortak noktası kaidecilik (kuralcılık)tır. Birbirlerini bu iki grup küfür ve mürtecilikle itham ederler. Kurallar ister kültür adına, ister moda adına, ister hukuk adına, ister fıkıh adına olsun eğer ihtiyaçlara cevap verme ve günümüze ait problemleri çözme yetisini kaybederse o zaman tahakküm olur, çağ dışı hükümler haline gelirler. Hayatın özü yaratıcı bir tekamüldür.
Ziya Gökalp, İngilizler kaidesiz ama ananeci(gelenekçi) bir millet. Türkler ise kaideci ama ananesiz bir millettir, diyor. O yüzden İngilizler adetlerinin, mazinin gücü ile terakki ediyorlar. Millet olarak milli edebiyatımız, musikimiz, masallarımız, mimarimiz de aramalıyız çıkış yollarını, kültürel terakkimizi. İslam'ın çıkış yolu da kelam, tasavvuf, fıkıh tarihini, tarihselliğini iyi tanımadan, bilmeden geçer. İktisat, fenler veya felsefenin hakikati ise ancak tatbiki ile mümkündür. Alıntı ve kendimize mal edilmeyen her sistem üzerimizde iğreti durmaya devam edecektir. Buradaki temel soru şudur; bu kültür mirasımızla yeni bir dil geliştirebildik mi? Akademik, teorik seviyede değerlerimizi evrensel argümanlarla duyurabilmek ve yaşam biçimine dönüştürmek en hayati meselemiz değil midir?
Böyle bir süreçte bize düşen şey, millî hayatımızı zamanın tefsirlerini de hesaba katarak din-diyanet, örf-âdet, an'ane ve geleneklerimiz çizgisinde sürdürmek ama günümüzün idrakine uygun hale getirmektir, yani çağın dilini iyi okumaktır. Şablonculuk ve kimliksizlik, özden kopuş, milli ve manevi kaynaklarımızı yeteri kadar bilememek, bizi günümüz gelişmiş toplumlarından geride bırakmıştır.
Kuralcılık da ezberci ve basma kalıp anlayış vardır, kritik akıl devrede değildir. Dolayısıyla da isyan ahlakı, bir insanın kendi inanç, düşünce, his, kanaat ve karakteriyle kendini ifade etmesi, taklit, şablonculuk ve basma kalıpçılığa başkaldırması, her meseleyi öz değerlerinin süzgecinden geçirdikten sonra kendi idrak ufku itibariyle yeniden değerlendirmesi ve kendine mal etmesi demektir.
Küreselleşme, bize ait değerleri, şarkıları, mutfağı, tarihi, hikayemizi unutturuyor, digital şekilde köksüzlük oluşuyor. Popülist kültür ise başta gençler olmak üzere muhakeme gücünde, üretkenlikte, analitik zekada büyük bir kısırlık ve körlük meydana getiriyor. Kültür atlasımızın zenginliği evrensel argümanlarla sentezlenip yeni bir uslüp ve dil geliştirebiliriz. Bu geliştirilen dil ile başka milletler de tam olmasa da kendi kültüründen, değerler bütününden birşeyler bulabilecektir.
Sosyal ve kültürel kimlik inşamızda hem geleneğin, hem kültürümüzün, hem de manevi ve milli referanslarımızın felsefe ve bilimin yeni kodları kullanılarak, yepyeni bir kavram, yol, metod geliştirilebilir. Şu anda içinde yaşadığımız Avrupa ve Amerika gibi toplumları daha iyi tanıyıp, çocuklarımız kendi kimlik ve değerlerine bağlı, içinde yaşadığı toplumun demokrasi kültürü, sanat düşüncesi, bilimsel alanlara ulaşım kolaylığı gibi birçok imkanın avantajları ile geleceğe yürüyebilirler, ve önemli bir birlikte yaşama alanı oluşturabilirler. Göçmenlerin bu toplumlarda geldiği konumlar göz önüne alınırsa sanat, siyaset, sosyal projeler, bilişim gibi birçok alanda önemli işlere imzalar atıp, topluma çok büyük katkılar sunuyorlar.
Uygarlığın temsilcileri üç kesimdir: İşçiler, bilginler ve sanatçılar. İşçiler demire ve çeliğe hayat verirler ve gelişme ile ilerlemenin maddî önkoşullarını sağlarlar. Bilginler varlığı araştırırlar ve ikinci bir dış tabiat oluştururlar. Sanatçılar ise insanın iç dünyasını, incelerler ve insanların içindeki iyiyi ve kötüyü gösterirler. Böylece bilim gibi sanat da ikinci bir tabiat oluşturur ve insanın iç tabiatını güzelleştirir.
Kurulan ve kurulmakta olan yeni medeniyetlere, erdemsel değerlere katkımız devam ediyor. Tahriple ya da tamirle geleceğimizi, kültür atlasımızı örgülüyoruz. Nerede, neyi aradığımızı biliyorsak ve peşine düşüp talep ediyorsak er ya da geç peşinde olduğumuz hakikatlere veya hayallere ulaşırız, yeter ki vazgeçmeyelim.
18 Eki 2022 09:25
Sitemizi kullanmaya devam
ederek çerezleri kullanmamıza izin vermiş oluyorsunuz.
Detaylı bilgi almak için Çerez Politikasını ve Gizlilik Politikasını inceleyebilirsiniz.