Kültür Mirasımızın Münevverleri 8: Filibeli Ahmed Hilmi

  • Ertuğrul İncekul
  • Ertuğrul İncekul
    28 Şub 2023 09:37
    1865 yılında Filibe’de dünyaya gelen Ahmed Hilmi, bu nedenle Filibeli Ahmed Hilmi olarak anılmıştır. Babasının görevi (şehbender/konsolos) nedeni ile de Şehbenderzade olarak anılmaktadır.


    İlk tedrisatını Filibe Müftüsü'nden almış, Arapça ve temel İslâm bilimleri eğitimi görmüştür. Daha sonra İstanbul'a gelerek Galatasaray Mektebi'ni bitirmiştir. 1890 yılında Düyûn-ı Umûmiyye İdaresi'nde çalışmaya başlamıştır. Bu idare tarafından memur olarak Beyrut'a gönderilmiş ancak siyasi nedenlerden Mısır'a geçen Ahmed Hilmi, burada Terakki-i Osmani Cemiyeti'ne girmiş ve “Çaylak” adlı bir mizah gazetesi çıkarmıştır. 1901'de İstanbul'a dönse de bir jurnal üzerine Fizan'a sürülmüştür. Orada da araştırmalarını sürdürmüş, tasavvufla ilgilenmiştir. Bilhassa Vahdet-i Vücud fikriyatı olmak üzere Hilmi’nin tasavvufi yönü fikirlerini büyük oranda etkilemiştir. Âmâk-ı Hayâl ("Hayâlin Derinlikleri") Şehbenderzâde Filibeli Ahmed Hilmi tarafından 1910'da yazılmış bir eserdir. Tasavvuf edebiyatının önemli eserlerinden olan A'mâk-ı Hayâl, Vahdet-i Vücûd inancının anlatıldığı bir romandır.


    Meşrutiyetin ilanıyla 1908'de İstanbul'a dönmüştür. Burada İttihad-ı İslam adlı bir haftalık gazete çıkarmaya başlamış fakat bu gazete uzun soluklu olmamış ve sonunda başka gazetelerde yazmaya başlamıştır. Filibeli, 1910’dan itibaren Hikmet dergisini neşretmeye başlamış, yine aynı yıl Hikmet Matbaa-yi İslâmiyesi'ni kurmuştur. Hikmet'in yayımlanmasındaki amaç, başta Osmanlı Devleti olmak üzere bütün İslam âleminin birliğini sağlayacak doğru yolu göstermektir. Bu doğrultuda vatan ve milletini seven, dinine bağlı herkes Hikmet'in hamisi olarak gösterilmektedir. Ahmet Hilmi, bu amacına ulaşmak için, Hikmet'i belli bölümlere ayırarak yurt içi ve yurt dışındaki olaylardan bahsetmiştir. Böylece okuyucuyu bilgilendirerek, memleketin gelişmesini ve İslam âleminin tevhidini sağlamak için olayların asıl sebeplerini okuyucuya vermeye çalışmıştır.


    Düşünceleri nedeniyle Hikmet gazetesi matbaası ile birlikte yasaklanıp kapatılmış, kendisi de Bursa'ya sürgüne gönderilmiştir. Fakat daha sonra sürgünden dönünce Hikmet gazetesini tekrar yayımlamaya başlamıştır. Yine de gazetesinin ömrü, yayımladığı fikirleri nedeniyle uzun olmamıştır. (kaynak: İDB/3226) 


    Amâk-ı Hayâl ve Kamil İnsanın Yolculuğu


    Amak-ı Hayal en meşhur eseridir. Hayalin derinliklerinde metafizik yolculuğa çıkan Raci'nin hikayesidir. Günümüz Matrix filmlerinde anlatılan Vahdet-i Vücud meselesini ele alır. O dönemin yaygın akımı Pozitivizme karşı cevap niteliğindedir. İnsan, Yaradan’ın kudret ve iradesinin sonucu harika bir sanat eseridir. Her şey O değil ama her şey O'ndan mantığını romanı içerisinde o günün dili ile, modern bir anlatım ile ortaya koymuştur. 


    Mezarlıkta yaşayan Aynalı Baba’nın rehberliği ile 9 menzilli bir yolculuğa çıkar. Nefsin mertebeleri olarak tasavvufta geçen Nefs-i Emmâre, Nefs-i Levvâme, Nefs-i Mülheme, Nefs-i Mutmainne, Nefs-i Râdıye, Nefs-i Merdıyye, Nefs-i Kâmile, Zakiye gibi makamları çok akıcı bir dil ile işlemiştir. Şüphe ejderhası ile savaşır. Buda, Zerdüşt gibi tarihin derinliklerindeki şahıslarla karşılaşır. Sırlar okyanusuna, ateşlere yani hakikatlere mumdan gemilerle yolculuk yapar. Aslında bu yetkin ve kâmil insan olma arayışıdır. Filmi gerçek anlamda çekilebilse bir şaheser olurdu. Günümüzde ruhi boşluk yaşayan insanın hikayesi çok enfes anlatılmıştır. Raci biziz, bir dış ses var o hem Raci hem Aynalı Baba oluyor. Bir takım değişmeler var. Hiçbir şey kalıcı değildir, her şey geçicidir. Her şeyin bir feyzi vardır, doğar ve ölür. Bu bir döngü içindedir. Bunun farkına vardığımızda hayata karşı güçlü bir hale geliriz. Daha çok sevebilir, saygı duyabiliriz, her şeyin seçimlerimiz sonucu olduğunu görmemize yardım eder. İnsan yeniden küllerinden doğabilir.


    Müslümanların geri kalma sebepleri


    Osmanlı’nın son döneminde yetişen önemli mütefekkirlerden Filibeli Ahmet Hilmi, Müslümanların terakkisinin önünde iki büyük engel görür: Bunlardan biri tevakkufperestlik (durağanlık, zihinlerin göbek bağlaması), diğeri de malumat-ı sathiye ile kanaat etme (dûn himmetlilik). Kanaat-i âcizânemce, İslâm dünyasının geri kalmışlığını sadece iki sebebe inhisar ettirmek (indirgemek) meseleyi daraltmak olur. Bununla birlikte bu iki husus günümüz açısından oldukça önemlidir.


    Batı, Modernite 


    Batı, kültür ve medeniyetinin olduğu gibi alınmasına karşı çıkar. “Osmanlı toplumunun gelenek ve değerlerine ters düşmeyen modernleşme” diye özetlenebilecek bu yaklaşıma göre tarihi dikkate almadan Avrupa’yı körü körüne taklit etmeye kalkışmak toplumu ya sosyal kanunlarla çatışıp başarısızlığa sürükler ya da kültürel kimliğini kaybettirip benliğinden ve dininden uzaklaştırır. Bu sebeple yapılması gereken şey dinî duygularla ilmî prensipleri bağdaştırmak ve onları birbirine yardımcı kılmaktır (Târîh-i İslâm, II, 662-663). Avrupa medeniyetinin taklit edilmesi sahip olunan yüksek değerlere zarar vereceği gibi Batı’dan gelen her şeye karşı taassup gösterilmesi de hayatın değişen şartlarına ayak uydurmayı engeller. “Ne taassup ne kötü taklit” sloganını rehber edinerek bu konuda seçmeci bir metot takip etmek en doğru yoldur. Batılı yazarların birkaç sözünü nakletmekle yetinen yarım âlim ve yüzeysel düşünürlerle sadece görüntüye dayalı bir yenilik gerçekleştirilebilir. Batı medeniyetinin sanayi ve teknolojisi takdire değer olmakla birlikte yalnız maddî ihtiyaçları karşılaması dolayısıyla eksiktir; dinî ve ahlâkî prensiplere yer vermediği için kendi toplumlarını makineleştirmektedir. Ayrıca bir yandan hak, eşitlik ve özgürlük gibi ilkeleri savunurken diğer yandan başka toplumları sömürmeye çalışması bu medeniyetin asıl yüzünü ortaya koymaktadır (Yirminci Asırda Âlem-i İslâm ve Avrupa, s. 4-6, 18; Hangi Meslek-i Felsefîyi Kabul Etmeliyiz? s. 45-46).


    Vicdan


    Vicdân-ı ahlâkînin sıfât-ı mümeyyize ve kâşifesi şunlardır: İnsâf, adâlet, incizâb, hayr, ulviyet, îtirâf-ı hak. İşte nefs-i emmâre sahibi bir adamı, noksanlıklarını itiraf etmekle kemâle ermeye sevk eden şey, bu vicdân-ı ahlâkîdir (Tasavvufu İslam Kitabı'ndan)


    Kısa zamanda çok önemli eserler bırakan Filibeli'nin bazıları şunlardır; A’mâk-ı Hayâl, Gençlere Hangi Meslek-i Felsefeyi Kabul Etmeliyiz, Yirminci Asırda Alem-i İslam ve Avrupa Siyaseti, Bütün Hikayelerim, Allah’ı İnkar Mümkün müdür, Ruh Hallerinin İlmi, Beşeriyetin Fahr-i Ebedisi Nebimizi Bilelim ve Cihad-ı Ekber’e, İnsanlık Âlemi Akvam-ı Cihan, Tasavvuf-i İslamî ve Fünûn-ı Cedîde ve Felsefe, Üss-i İslam İslami Hakikatlere Dayanan Yeni Akaid İlmi, Müslümanlar Dinleyiniz, Senûsîler ve Onüçüncü Asrın En Büyük Mütefekkir-i İslâmîsi Seyyid Muhammed es-Senûsî.


    Genç sayılabilecek yaşta ölümü de bir sır olan Filibeli Ahmet Hilmi'nin hayatına kuşbakışı bir göz attığımızda bu müstesna düşünce ve aksiyon adamı döneminin birçok İslamcı yazarından daha üst noktada bir ufuk ve modern bir tarz yakalamayı başarmıştır. Din, gelenek ve moderniteye önemli açılımlar getirmiştir. Ekim 1914'te zehirlenerek ölmüştür. Zehirlenmesinin nedeni bilinememektedir. Arkada bıraktığı onca eserleriyle üzerinde akademisyenlerin araştırmalarını bekliyor.


    28 Şub 2023 09:37