Günümüz boğucu hadiseleri içerisinde sağlıklı düşünebilme yetisini korumak çok önemli. Bazen lirik, destansı, hamasi, gerçeklerden kopuk yaklaşımlar, söylemlerle olaylara bakılıyor. Bazen de iyice karamsar, umuda hiç yer olmayan, cehennemi tablolar çiziliyor. İki yaklaşım da eksik. Aklımız ve hadiselerin ekşi yüzü, sosyolojik gerçekler ve tarih bize siyahın yanında hep beyazın veya diğer tonların olduğunu haykırıyor. Biyografiler bana hep ışık tutmuştur. Yalnız olmadığımızın ve ilk defa yaşadığımızı düşündüğümüz acıları sadece bizim tatmadığımızın göstergesidir. Hele de okuduğum yaşam öyküsü benim mazimden, tarihimden gelen bir kahramansa, geleceğe yürümek için yepyeni ilhamlar vermiştir. Yakın tarihimizin aydınları serisi işte tam da bu düşüncelerle kaleme alınıyor. Yeni akademik yazılara kapılar aralaması temennisi ile dar satırlara kısa notlar sıkıştırma gayreti ile yazılıyor.
Siyasete girerek akademik ve araştırmacı kimliği gölgelenen bir anlamda yazık edilen bir başka isim, Şemsettin Günaltay. Çok iyi bir İslam Tarihçisi, araştırmacı ve akademisyen. Adnan Menderes öncesi CHP’den bir yıl Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı olarak (16 Ocak 1949- 22 Mayıs 1950) görev yaptı. Bugünkü adı Kemaliye olan Eğin'de 1883 yılında doğdu. Babası, müderris İbrahim Edhem Efendi, annesi ise Sâliha Hanım idi. Babası ulema sınıfından önemli bir yeri ve şöhreti olan dar gelirli bir aileden gelmekteydi. Günaltay, Üsküdar Ravza-i Terakki Mektebi'ni ve Vefa İdadisini okudu. Yükseköğrenimini birincilikle Daru'l-Muallimin-i Aliye'nin fen kolunda, 1905 yılında tamamladı. Özel olarak Farsça ve Arapça öğrenerek dini ilimler alanında kendini yetiştirdi. Maarif Nezareti tarafından Avrupa'ya gönderildi. İsviçre’nin Lozan Üniversitesi'nde fizik alanında eğitim aldı. Daha çok Yakın Doğu tarihi ile ilgilendi ve Anadolu, Suriye, Filistin, İran ve diğer Ortadoğu ülkelerinin tarihi hakkında pek çok araştırma yaptı. Ord. Profesörlük unvanına kadar yükseldi.
Yaklaşık otuz kadar olan basılmış eserlerinin yanı sıra Türk Ansiklopedisi'nde müşavir ve yazar olarak çalıştı, Sırât-ı Müstakîm ve Şebilürreşâd'dan başka Darülfünun İlâhiyat Fakültesi Mecmuası, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Dergisi, Türk Tarih Kurumu Belleten, Düşünce ve İslâm dergilerinde de pek çok makale yazdı.
Meşhur eserlerinden bazıları; Zulmetten Nura, Hurâfattan Hakîkata, Tarih-i Edyân, Muntehab-ı Kıraat, İslâm'da Tarih ve Müverrihler, Felsefe-i Ulâ, İsbat-ı Vacib ve Ruh Nazariyeleri, İslâm Dini Tarihi, Mufassal Türk Tarihi, İran Tarihi, İslam Tarihinin Kaynakları, Hurâfeler ve İslâm Gerçeği, Antik Felsefenin İslam Dünyasına Girişi, İslam Öncesi Arap Tarihi.
Şemsettin Günaltay’ı tanıma ve zihin dünyasına yolculuk adına yaşadığı dönemi iyi okumak gerekiyor. Dinin cazibesini yitirdiği, devlet eliyle dini müesseselerin kapatıldığı, İslami düşünce ve dindarlara ciddi baskılar yapıldığı, hurafelerin din diye satıldığı bir dönemde yaşamıştır. Muhammed Abduh’un düşünceleri üzerinde çok tesirli olmuştur. Sebillürreşad dergisinde Mehmet Akif’le beraber hurafeler, dinin ve inanmanın önemi, insanın bir yaratıcıya olan fıtri ihtiyacı üzerine pek çok yazılar kaleme almıştır. İran’ın İslam’a kattığı hurafeleri yazılarında dile getirmiştir.
“Antik Felsefe’nin İslam Dünyasına Girişi” kitabında, Batı Felsefesi’ne İslam Düşünürlerinin katkısı olarak; “Öyle ki Helenistik felsefenin İslam dünyasına aktarılmasında büyük bir emeği geçen ve 'ilk İslam Filozofu' unvanına sahip olan El-Kindi bu konuda "kendilerinden öncekilere teşekkür borçlu olduklarını" ifade etmiştir.
Çünkü Rönesans’ı hazır¬layan ve Rönesans-sonrası Batı Felsefesi’nin şekillenmesinde rol oy¬nayan en büyük etkenlerden biri de İslam dünyasından Batıya ya¬pılan bilgi naklinin gerçekleşmiş olması ve antik döneme ait olan klasik eserlerin büyük bir çoğunluğunun Latince ve diğer Batı dil¬lerine Arapçadan tercüme edilmiş olmasıdır.”
Şemsettin Günaltay, Felsefe-i Ûlâ'nın, Hegel'i tenkit bahsinde, Hegel'in bu husustaki nokta-i nazarını çok haklı olarak eleştirir ve alaycı bir tavırla, "Hegel, denizlerin dibinde birbiri peşi sıra gelen 20 nesilden bahsetmektedir. Zavallı, sanki onlarla beraber yaşamış gibi adlarını söylemekte, şekilleri mevzuunda bile fikir beyan etmektedir” der Evrim mevzuunda.
Dini, bireyin ve özellikle toplumun ahlaki fazileti için vazgeçilmez bir araç ve şart olarak gösteren Günaltay, İslam dinini insan fıtratına en uygun ve en mütenasip din olduğunu savunur. İslam'ın akli düşünceye ve ilme büyük değer verdiğini, İslam'ın ilmin düşmanı değil onun dostu ve muhafızı olduğunu, çalışmanın İslam dininde büyük bir kıymete haiz olduğunu, İslam'ın ahlaki fazilet olduğunu vurgulamaktadır. Bu değerlere sahip bir dinin temsilcileri olarak Müslümanların birey ve toplum bazında, dünyada en bahtiyar, en başarılı, en medeni; ahiret hayatına karşı da en ümitli, en emin olması gerekirken; tam tersi bir manzarayla karşı karşıya gelen Günaltay, problemi Müslümanların yaşadığı ve anladığı din anlayışında, çözümü de İslam'da bulmaktadır. Müslümanların geri kalmaları ve bunalım içinde yaşamalarını, onların hurafe, bidat, uydurma ve hezeyanlardan oluşan adına İslam denilen aslında gerçek ve öz haliyle İslam’la alakası olmayan bir dine bağlamaktadır. Bu anlamda İslam’ın terakkiye engel olmadığını ispata çalışan Günaltay, "İslamiyet ne emrediyor, Müslümanlar ne halde?", sorusuna karşılık olarak dinde ıslahı vazgeçilmez ve kaçınılmaz bir görev olarak addediyor. Demek ki Günaltay'in ıslah düşüncesindeki temel amil Müslüman dünyanın içinde bulunduğu çöküntü durumunun dine bağlanmasıdır. İşte onun mücadelesi de burada başlar. Temel espri bu mantığı yıkmaktır. (Dergi Park) Dinin doğru anlaşılması için büyük mücadeleler vermiştir. İslam Tarihi hakkında önemli eserler ortaya koymuştur. Din ve ilmin çatışmadığını kendi yaşantısı ile göstermiştir.
Müslüman aydınların yaşadığı krizlere sebep olarak şunları göstermiştir; Geleneğin ve modernitenin beraber ele alınmadığını, eğitim sisteminin aydın yetiştirmek için yeterli olmadığını, çok eksiklerinin olduğunu ifade etmiştir. Din, felsefe ve bilim arasındaki mevcut yanlışlıkları, aşağılık kompleksini, aydın siyaset ilişkisi çarpıklığını, geleceği okuyamamayı, ahlâk problemini, aydınların halktan kopuk olduğunu ana sebepler olarak göstermiştir. Tıpkı günümüzün sözde aydınlarının da düştüğü karanlığın özeti gibi...
Çözüm olarak da Batı taklidi yerine ilme, fenne yönelmeyi, ahlaki kriterlerimize dönmeyi, dinle yeniden barışmayı, cehalete ve hurafelere savaş açmayı, doğru bir din eğitimi verilmesinin gerekliliğini ve eğitim sisteminin yeni bir anlayışa göre düzenlenmesi, birliğin sağlanmasını ısrarla tavsiye etmiş ve bu uğurda, bu değerler için hayatını yaşamıştır.
İyi bir dil üstadı olan Şemsettin Günaltay tıpkı Kâmil Miras, Ahmet Hamdi Aksekili, Babanzade Ahmed Naim, İzmirli İsmail Hakkı, Cevdet Paşa, Filibeli Ahmet Hilmi, Celal Nuri gibi. Dilimizi sadeleştireceğiz diye derisini yüzenler aslında kültürel birikimlerimizi de yok ediyorlar. Dil, kültürün ve geleneğin en önemli lojistiğidir. Dili anlamadan gelecek nesillerin kültür hazinemizden istifade etmesi düşünülemez. Şemsettin Günaltay yazdığı eserleri ile kullandığı çok kapsayıcı kelime zenginliği ve çeşitliliği ile gelecek nesillere önemli bir miras bırakmıştır.
Türkiye’nin geleceği için fikir sancıları çekmiş, beynini çatlatırcasına daha demokratik ve yaşanır bir gelecek için çalışmış, eserler vermiş bu yiğit vatan evladı aynı zamanda “kusur Müslümanlara ait, İslam’a değil” prensibi ile hayat dantelasını örgülemiştir. 19 Ekim 1961’de İstanbul'da her fani gibi hayat serencamesini tamamlamış ve ruhunun ufkuna yürümüştür.