Geçen hafta Uluslarası Gazeteciler Derneği (İJA) söyleşilerinde Yazar Emine Eroğlu hanımefendiyi misafir ettik. Gerçek bir ufuk turu oldu. Hür düşünce ve sınırları, Türkiye ve entelektüel yoksulluk hakkında ufuk açıcı cümleler söyledi. Bu söyleşiden özellikle entelektüel yoksulluğumuz ve ölümcül susuşları sizlerle paylaşmak istedim.
Bir gecede insanların delirdiğine şahitlik ediyorsunuz, haksızlık karşısında konuşmasını beklediğiniz insanların susuşları ölümden beter. Bu susuşlar manevi ölümler. Hayat alameti konuşmaktır, kelimelerdir, kelamdır. Kelamla, beyanla insan insan oluyor. İnsaniyetin sırları vardır kurduğumuz kelimelerde. Susanlar tarih karşısında entelektüel olma vasfını yitirenlerdir. Bir de yılan gibi zehirlemekten lezzet alanlar, zulme destek vermek için konuşanlar var. Bu hakikat karşısındaki susuşlar ölüm susuşlarıdır. Entelektüel toplumun kaymağıdır. Kaymağın bozukluğu sütün bozukluğuna işaret eder.
Entelektüel olmanın en önemli göstergesi, korkusuzluktur. Ölümden, tecritlerden, sürgünden korkmamaktır. Güce eklemlenmemektir. Bozulmuşluğun altı mertebesi vardır akıl bir tanesidir, son seviye ise vicdandır. Vicdanın susuşlarıdır. Yıllarca yayıncılık yaptım, entelektüel sermayeyi yönettiğimi sanıyordum meğer yanılmışım. En büyük fakirlik entelektüel fakirliktir. Bu entelektüel birikim manadan kopmuş bir birikimmiş. Asıl entelektüel birikimin Hizmet'in içerisinde kaynayıp durduğuna şahitlik ettim. Çünkü manada kopmadılar, zulüm karşısında susmadılar, boyun eğmediler. Sohbet-i Cananlarla.
Kendi Rönesansımıza hazırlanıyoruz
İlimler tahsil ederek, kendi birikimlerini, irfanlarını zenginleştirerek bu bilgi kirliliği karşılığında sözlerini, istikametlerini koruyabildiler. Zulüm karşısında cümleler kurabildiler. Bu bir sınavdı! Yıldızlar gibi parlak görünen insanların, güneş diye kendini kandıran insanların ateş böcekleri olduklarına şahitlik ettik. Arkada tevazu ile duran insanların da ne kadar büyük entellektüeller olduklarına şahitlik ettik. Bir fırtına oldu, bir sarsıntı oldu. Ayakta kalanlarla devrilip gidenler birbirinden ayrılmış oldular. Entelektüellerin sınavı bitmiş değil, hak ve hakikati dillendirebilenler, adalet adına bir cümle kurabilenler çok az. Birileri güya adalet adına bir cümle kuruyor ama Hizmet'i o kadar çok ötekinin de ötekisi haline getirmişler ki, sanki Hizmet yokmuş gibi cümleler kuruluyor. Hizmet’in ve bizlerin çektiği binlerce acıları yok sayan suskunluklar var. Vicdanlar bile selektif hale gelmişler. O kadar az insan var ki parmakla gösterilebiliyor. Ahmet Altan “korkmayın" diyor ya! Ben bu sürece 17/25 ile başlayan bu korku sürecine Türkiye’de şahitlik ettim. Temmuz’a evrilen süreçte o parlak yıldızların nasıl yerlere döküldüklerini gördüm. Nasıl güce eklemlendiklerini, nasıl küçücük menfaatlerin hesaplarını yaptıklarını, nasıl birtakım mazeretlerin arkasına sığındıklarını gördüm. Türkiye bu yüzden hakkaniyetli bir sınav vermedi. Fethullah Gülen Hocaefendi bu süreç başladığında Dreyfus davasını örnek göstererek entelektüel yoksulluğun altını çiziyordu, devamlı gönderme yapıyordu. O göndermeler yaparken Hizmet'in safında olan “Hocaefendi niye böyle bakıyor“ diyen aydınlar, aydın gördüğümüz insanlar da o safı terk ettiler ve aleyhte cümleler kurmaya başladılar. Bu entelektüel yoksulluğun bedelini ödediğimizi görmemiz lazım bugün. Mühim olan donanım, entelektüel birikimdir. Hocaefendi’nin çok önemsediğim bir yaklaşımı var; “Bu yaşadığımız süreçlerle biz aslında kendi Rönesansımıza hazırlanıyoruz.“
Kerbela sonrası dönem fırtınalı bir süreçtir. Din elden gidiyor diye hepsi bir ilme yapışıyor. Dini ilimlerde çok parlak inkişaf olmuştur ve bir Rönesans yaşanmıştır. Bu sıkıntılı dönemde Hizmet insanları dört bir yana saçılmak zorunda kaldılar. Meşruiyet zeminlerinde gençlerin eğitim alabilecekleri, yetişecekleri iklimler sundu Cenab-ı Hak. Bu süreçten sanat da çıkar, bilim insanları da çıkar. Benim endişem bu süreci beklemek endişesi, beklemek pasif değil aktif olmalı ve ilimle geçirmek gerekiyor. Hepimiz kendimizi iyi şekilde yetiştirmemiz, donanım kazanmamız gerekiyor. O donanımla sosyal medyada bir şeyler yapmak gerekiyor. Korkusuzca cümlelerimizi söyleyebilmek için, Türkiye’de bulunan bazıları gibi peylenmemek için, maddeyle, dünyayla, makamlarla olan ilişkimizi çok şuurlu ve mesafeli götürmemiz gerekiyor. Özgür kalabilmek, özgür ilişkiler içinde olmamız da madde ile dünya ile kurduğumuz ilişkide ölçülü olmamıza bağlıdır. Entelektüel olma sorumluluğunu hepimizin üstlenmesi gerekir. Hak ve hakikatin anlatılması, emr-ibi’l-ma’rûf adına kurulacak cümlelerimizin olması gerekiyor.