Asya biraz da Avrupalıyız bizler. Amin Maalouf ‘un Ölümcül Kimlikler'de anlattığı aidiyetin yansımalarıyız. Batı'ya gelsek de Doğu'nun bizi çeken, genetik kodlarımızda olan bir yönü var. Şiddet, öfke, militarizm, ötekileştirme, baskıcı olma, hoşgörülü olamama, birbirinin başarılarından rahatsız olma gibi eksi yönlerimiz var. Cömertlik, misafirperverlik, dayanıklılık, bulunduğu ortamlara hızlı entegrasyon, inandığında fedakâr olabilme gibi de artılarımız var.
Batı’ya yabancı değiliz. Yaklaşık 60 yıldır Batı’ya göç veriyoruz. Avrupa’ya 15 Temmuz'dan sonra son altı yılda gelen ve Hizmet Diasporası içerisinde yer alanların topluma katkıları ve durum tespiti ileriki günlerde daha iyi anlaşılacaktır. Bu konuda daha çok psikososyolojik, kültürel ve sosyolojik alanda yazılar yazılacak ve araştırmalar yapılacaktır. Türkiye’den oldukça nitelikli, eğitim seviyesi yüksek göçmenler geldi son yıllarda.
Avrupa’ya göç eden Hizmet Hareketi gönüllüleri liberal ve muhafazakâr insanlardan oluşuyor genelde. Ama göçmen haklarına vurgu yapan sosyalist partilere de ilgisiz kalması düşünülemez. Endişeli muhafazakârlar diye de tanımlanabilir. Ama genel anlamda modernizeye, yeniliklere, teknolojiye açık bir toplum örgüsü olduğu söylenebilir. Özellikle Hizmet Diasporası’nın genç nesilleri Avrupa üniversitelerinde eğitim alıyorlar, çok daha donanımlı birer dünya vatandaşı olarak yetişiyorlar. Burada çok önemli bir nokta ise yetişen nesillerin kendi manevi ve etik değerlerinden kopmadan hayata devam edebilmeleri.
Entegrasyon hızlı gelişen bir olgu değil. Her milletin farklı ülkelere mücbir, zaruri sebeplerle göçlerinden sonra benzer hikâyeleri yaşamışlardır. Lübnan, Pakistan, Bangladeş, Suriye, Afganistan, Irak, Kore, Baltık ve Afrika’nın değişik ülkelerinin vatandaşlarını Avrupa’da çokça görebilirsiniz. Hepsinin farklı hayata tutunma hikâyeleri vardır. Sevdiğim bir büyüğüm; Biz millet olarak otobüse sondan binmeye çalışanlar gibiyiz, nereye gitsek görüyoruz ki bizden önce diğer milletler çoktan o diyarlara gidip yerleşmişler, derdi.
1960 ‘lardan itibaren Avrupa’ya işçi olarak gelip yerleşen sonra da kendi işinin sahibi olanlar var. Sonraki yıllarda Hizmet’le tanışıp destek veren gönüllüler aynı zamanda içinde yaşadıkları topluma da katkı sağlamışlardır. Yıllar önceden gelip bu ülkelere yerleşen göçmenlerin yaşantıları ve bıraktıkları müspet veya menfi tesirin günümüz Avrupa’sına ve göçmen politikalarına etkisi de inkâr edilemez.
Ama eski veya yeni olsun Türkiye televizyonları ile yatıp kalkan, yaşadığı ülkenin kültüründen, dilinden habersiz, sadece kendi dilini konuşan insanlarla irtibatlı olan göçmenler gettolaşmadan kurtulmaları, içinde yaşadıkları topluma katkıda bulunmaları da çok zor olsa gerek. Avrupa’da Hizmet Hareketi ile ilgili yayınlanan makale ve araştırmalarda iyi davranış, şiddet eğilimli olmaması, hızlı entegrasyon gibi konularda olumlu yazılar yazılsa da diasporanın daha içe dönük olduğu da göz ardı edilmiyor.
Bu dönemin şöyle bir avantajı var; Hollanda, İspanya ve Almanya gibi ülkelerde devlet merkezi olarak ülkenin her yerine dağıtım yapıyor. Bu sayede gettolaşmanın önüne geçilebilir ve çok daha hızlı yerelleşme ve entegrasyon olacaktır. Başka milletlerin göçmen hikâyelerine, Halil Cibran gibilerin yaşamış olduklarına baktığımız zaman şunu görüyoruz, bir ülkede hayata tutunmak, yılmamak, değerlerinden ve köklerinden kopmamak, bulunduğun toplumu sevebilmek, katkıda bulunabilmek kolay işler değil. Ciddi zorlukları aşmak, ciddi mücadeleler vermek gerekiyor.
Örnek olarak birkaç hikâye paylaşayım. Bu hikâyeleri evet abartmayalım ama görmezden de gelmeyelim; Hollanda'ya zorunlu göç eden Murat Bey üç ay gibi kısa sürede kampta kalan mülteci çocukları için hazırladıkları eğitim programı ile yerel yetkililerin dikkatini çeker. Utrecht Belediye Başkanı Sharon Dijksma’ya yazdığı teşekkür mektubu, başkanın ınstagram hesabından yayınlamasıyla şehirde fenomen olur. Ayrıca yıllardır Avrupa’da yaşayan göçmenler de artık başarılarının meyvelerini alıyorlar. Basri Doğan, yıllar önce Hollanda’ya yerleşen, Hollanda Kraliyet Ödülünü almaya hak kazanan bir gazeteci, iyi bir entegrasyon hikâyesi.
Belçika’dan Fedactio Diyalog Platformu Başkanı Sema Aydoğan, Koronavirüs salgını sürecinde organize ettiği faaliyetlerinden dolayı “Brüksel’in En Etkili 100 Kadını” arasına seçildi. Kayda değer ayrı bir hikâye. Amerika tarafında ise Enes Kanter Freedem göçmen bir Amerikan vatandaşı olarak Çin’in Uygurlara yaptığı zulmün karşısındaki kararlı duruşu ve İnsan Hakları Aktivisti olarak Nobel'e aday gösterildiği günleri yaşıyoruz. “Geçmişten gelen mirasımız ve tanık olduklarımız sayesinde, direnecek cesareti bulacak ve şimdi hayal edemediğimiz koşullar altında direnmeyi sürdüreceğiz. Dayanışma içinde beklemeyi öğreneceğiz.” (Berger)